18.08.2008

şiddet, söz, yaşam

ahmet oktay

nihilistin amacı kişisel mutluluktur: ideali, düşünen gerçekçinin rasyonel yaşamıdır. devrimcinin amacı ise, başkalarının mutluluğudur. ideali acılarla dolu bir yaşam ve bir şehit olarak ölmektir.

"yeni düşüncelere yatkın olmadıklarından ötürü 25 yaşından yukarı herkes öldürülmelidir." (peter tkaçev)

teröristin, çevresine korku verdiğini gördükçe, bu korkunun kitle iletişim araçlarında yansıdığını anladıkça kendisinin doğruluğuna daha çok inanmaya başladığı söylenebilir.

ben'ini sahip olduğu nesnelerle özdeşleştiren kişi, onuruna yapılacak bir aşağılamaya aldırmazken, sahip olduğu nesnelere yapılacak bir saldırıyı yaşamına yapılmış bir saldırı olarak görür.

"ben gittikçe daha iddiasız ve alçak gönüllü bir durum alır; obje ise (örgüt ideali) gittikçe görkemli ve değerli bir aşamaya ulaşarak, ben'in kendisine yönelik tüm sevgisini ele geçirir; bunun sonucunda da ben'e, başvuracağı en doğal eylem olarak kendini feda etmek kalır. obje, ben'i yiyip tüketmiştir." (freud)

örgüt ve temsil ettiğini öne sürdüğü gerçek ideal, düşünsel içeriği, törel ilkeleri değil pragmatizmi ve sonuç alıcılığı öngördüğünden üyeden her türlü derinlemesine düşünmeyi, tefekkürü ve eleştirelliği terk etmesini ister.

eylemcilerin çoğunluğu gençlik kesimlerinden geliyor. yani etkiye, duygusallığa, serüvenciliğe, misyon arayışına vb en çok açık kesimden. dolayısıyla bir yer arayışı, aidiyet sorunu bu kesim içinde başlı başına etkin rol oynayan psikolojik bir faktör olarak beliriyor.

eylemciler, toplumsal gerilime, enflasyon ve hayat pahalılığından kültürel ve maddi doyumsuzluklara kadar uzanan en geniş taban üzerinde muhatap olan sınıf ve katmanlardan gelir.

çünkü siyasal düşüncesi ve eylemi dolayısıyla bir toplumsal atık durumuna getirildiğini düşünmektedir. kendisine yönelik devlet terörünün medya aracılığıyla görünmez kılındığına inanmakta, bu inancında haklı olduğundan kendi terörünü meşrulaştıracak zemini bulmaktadır.

eylemciler, etrafa verdikleri korku sayesinde de önem kazandıkları duygusuna kavuşmaktadırlar. tıpkı külünde dirilen anka gibi.

"kendini güçsüz hisseden ve yaşamdan çok az haz alan, düş kırıklığı içindeki bireyler ve toplumsal sınıflar arasında sadistliğe daha çok rastlanır." (fromm)

her türlü baskının kökeninde özel yaşamlara tahakküm etme isteği yatar.

marie antoinette'in sözü, kraliçenin fransa'ya gelmesinden ve 16. louis ile evlenmesinden 2 yıl önce yayımlanan j.j.rousseau'nun itiraflar adlı yapıtında adı anılmayan bir prensese atfedilerek anılmaktadır.

özgürlük, başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter.

"boyunduruksuz, özgür, sınırsız ama eşit
ne sınıf, ne oymak, ne ulus
korkudan, baskıdan, ezilmekten uzak

kendi başına buyruk insan" (shelley)

insanın hastalıklarını iyileştirmek için insanal doğayı öldürmek gerekir.

iyileştirilmemiz şart mı ve iyileştirmek isteyenlerin iyileştirilmiş olduklarına niçin inanalım?

son gününü görmeden, hiç kimseye mutluluğa ermiş denemez.

marx, tarihin iki kez yaşandığını yazmıştı: ilkinde dram, ikincisinde komedi olarak.

"sınırsız özgürlükten yola çıkıp sınırsız bir baskıya varıyorum." (dostoyevski)

iyinin, güzelin, doğrunun baskı yoluyla yerleştirilebileceğini sanmak, saflıktan başka bir şey değil. yasaklamakla alaturka yok edilemez; çünkü topluma içselleşmiştir. kitleleri iyi müziğe alıştırmak daha iyi bir yöntemdir.

"elektroşok komalarıyla beni çalışmaktan alıkoyuyorlar. son elektroşok dizisi geçen kış yapıldı, bir yenisine başlamak akıllarından geçer mi, bilmiyorum ama kendimi bıçakla bile olsa savunmaya kararlıyım; çünkü her elektro şok öldürdü beni ve bir cinayete kurban gitmek istemiyorum. bir doktor yaptığımı sevmediği için, beni deli olarak ele alabilir ve kapatabilir." (antonin artaud)

"aykırı'nın, yadsıyıcının toplumdan sürüldüğünü ya da kendi kendini kurulu düzenin dışına sürdüğünü öne sürüyorlar. bu durumu da göçebe kavramında kuramsallaştırıyorlar." (deleuze/guattari)

"terör, siyasal şiddetin bir türevidir." (ahmet insel)

kamu yararı, genel ahlak ya da başka gerekçeler, aslında iktidar gücünün otoriteryen yanını gizlemeye yarıyor. istediği kadar demokratik olsun, sonunda devlet birilerinin devleti. dolayısıyla ötekilerin karşısında. inandığı gibi yaşamak isteyen de bu kısırdöngünün içinde bir bakıma. kovalanmaktan, sürülmekten usandıkça şiddete yönelmekten başka çaresi kalmıyor.

ruhsal dengesi bozulan bir genç, ortadan kaybolduktan çok uzun bir süre sonra bir başka kentte dilenirken bulunmuş. geci olan nokta şu: gazetenin haberine göre, zavallı gencin ayakları diz kapağından kesilmiş, hem de bir uzman tarafından. böylesine uzmanlık gerektiren bir işi, bir cerrahtan başka kim gerçekleştirmiş olabilir ki?

türkiye gelişme ve çürüme belirtilerini birlikte gösteriyor.

acımak, en ucuz insanseverlik belirtisidir. tam da bu yüzden insanal bir tavır bile sayılamaz.

demokratik ve özgür olmayı sağlayacak bir gelişme, ancak kültürel ve törel değerlerin de aynı oranda gelişmesi ile sağlanabilir. aksi, sadece gelişkin vahşettir.

17 yaşında bir taraftar, rakip taraftarlar tarafından dövülerek öldürülebiliyorsa, yaşadığımız toplumdan umutvar olabilir miyiz?

demokratik her ülkede olduğu gibi türkiye'de de kamuoyunun serbestçe oluşmasını sağlamakla görevli bulunması gereken habercilik anlayışı, bazı medya organlarında hiçbir kapitalist ülkede görülmeyen biçimde yozlaşmış ve sermayenin hizmetine girmiş görünüyor.

herkesi sorgulamak, yargılamak ve cezalandırmak istiyoruz. medyanın bu isteği büyük ölçüde beslediğini, kışkırttığını düşünüyorum. çünkü bireysel yaşamın her yanını görünür kılmak istiyor medya. bireysel yaşamları tüketmek, metalaştırmak istiyor. mahremiyetin tahribidir söz konusu olan.

herkes sadece komşusunun değil, herkesin yaşamını merak ediyor. toplumca dikizliyoruz, daha net söylemek gerekirse başkalarını gözetliyoruz. 12 mart ve 12 eylül rejimlerinde üretilen muhbir vatandaş kimliğini benimsemiş durumdayız.

che guevara, sabotaj eylemleri ile insanı hedef alan terör eylemini kesinlikle birbirinden ayırır ve teröre karşı çıkar.

türkiye'de gazeteler ve televizyonlar sermaye kesiminin çıkarlarını kollamakta ve egemen ideolojiyi kitlelere içselleştirmeye çalışmaktadırlar. haberlerin iletilmesinden çok haberlerin üretilmesi söz konusudur.

kamu, islamcı televizyon kanallarına dine bağlılığından değil sadece, bayağılıktan, müstehcenlikten ve geri zekalılıktan kurtulmak için de gidiyor.

edebiyat ve sanat, daha da genelinde düşünce şiddettir. ama kendiliğinden şiddet ne edebiyat, ne sanat ne de düşüncedir. çünkü üretken değildir; sadece tahripkardır.

medya, cinsel arzuları ve pratikleri çok uzun yıllar baskılanmış bir toplumun bilinçaltını tahrik etmek için her fırsattan yararlanmaktadır. özel yaşamlarımızı, yatak odalarımızı ve beynimizi izlemek istemektedir.

la boetie, iktidara güvenmediğini, her iktidarın önünde sonunda baskıcı bir kimlik kazanacağı inancını taşıdığını söyler.

çünkü eleştirilemeyen bir söylem, sonunda söylene, ideolojiye dönüşür.

john wayne, 1968 yılında yaptığı yeşil bereliler adlı filmde vietnam politikasını desteklemiş, bu emperyalist saldırıyı onayladığını belirtmişti.

coppola'nın apocalypse now (kıyamet) filmi, vietnamlıların savaşını amacından saptırıyor, onu bir vahşete dönüştürüyor. bu arada katolik bir şair olan t.s. elliot'ın kof adamlar (hollow men) şiirinden yapılan alıntılarla felsefi bir yapıt olduğu izlenimini yaratmaya da yöneliyordu.

amerikan yeni sağının bir başka starı stallone gişe rekorları kıran ilk kan filminde vietnam kahramanlarına sahip çıkarak onları ululuyordu. rocky 4'te spor alanından hızla politik düzeye sıçradı ve iki boksör arasında geçmesi gereken sportif olayı hep şoven bir tutumla sovyetler birliği/amerika karşıtlığı haline getirdi. bir diğer filminde politik savaşçılığını daha da açığa vurdu: afganlı mücahitleri sovyetlere karşı örgütleyerek.

mussolini ve hitler gibi diktatörler de halkın desteğini büyük ölçüde sağlamışlardı.