7.02.2020

istanbul

mehmet rauf

istanbul, hayatı ve yaşam tarzıyla büyük bir milletin başkenti olacak bir şehir olmaktan o kadar uzak, o kadar, o kadar uzak ki..

istanbul'da hayat yok. oradaki halk yaşamıyor, gaflet ve miskinlik içinde uyuşmuş, yalnız bitkisel bir hayat sürüyor. işin komik tarafı, eğer istanbul halkı hayattan ve eğlenceden mahrum olduğunu bilse, şikâyet etse, insan tahammül eder. halbuki oradaki herkeste "yaşıyoruz ve eğleniyoruz" fikri mevcut ki işte beni ağlatacak kadar güldüren de budur.

istanbul hanımları hayatlarını bütün zevklerini oluşturan dedikoduya adamışlar; ihtiyaçsız, kendilerinden memnun, komşularına, eğlencelerine devam ederek, herkes mevsimine ve köyüne göre çayırlarda, rıhtım taşlarında, dere kenarlarında toplanıp bağdaş kurup birbirlerini çekiştirmekle yetinerek yaşıyorlar.

hiçbir yerde kadınlık bu kadar adileşmemiştir. hepsi adi.. istisnasız. en kibarından en aşağılığına kadar hepsi bir halde. en kibar ailelerin hanımefendilerine rast geliyorsunuz, ağzını açıyor, insan keyifli sözler dinleyeceğini beklerken falan bey şunu yapmış, filan hanım şunu seviyormuş gibi iğrenç rivayetler ve kıskançlıklardan başka bir şey işitemiyor.

insanlar bu kadar ahlaksızlığa, bu kadar fesada düşünce başkalarının saadetine düşman olurlar ve o saadeti yıkmak için ellerinden gelen fesatlığı yapmaktan çekinmezler.

hayatta bütün fikirleri, bütün hareketleri, bütün niyetleri, hatta bütün inançları yanlış ve zararlıdır. insan böyle yaşamaz, hayat böyle helak ve ziyan edilmez.

istanbul'un en büyük kusuru, bir kibar hayatı ve kibar halkı olmamasıdır. abdülhamit zamanında istanbul'da asalet türlü köpekliklerle zengin olmuş hırsız ailelerine mahsustu. şimdi hürriyet bunu da mahvetti. önceden zaten kibar yoktu, bugün zengin de kalmadı. eşitlik ise yalnız herkesin ahlaksızlık ve fikirsizlikte birbirine benzemesinde görülüyor.