9.08.2015

tanrı'nın resmi

ken robinson

geçenlerde harika bir hikaye duydum, anlatmaya bayılıyorum, resim dersindeki küçük bir kız hakkında. altı yaşında, en arkada oturmuş, resim yapan bir kız. öğretmenine soracak olursanız bu küçük kız derse hemen hemen hiç ilgi göstermiyordu. o gün hariç. o gün nedense bütün ilgisi yaptığı resimdeydi. öğretmenin ağzı açık kalmış tabii bu durum karşısında. kızın yanına yaklaşmış ve sormuş: "ne çiziyorsun?" "tanrı'nın resmini çiziyorum." demiş kız. "ama hiç kimse tanrı'nın nasıl göründüğünü bilmiyor." demiş öğretmen. "problem değil, bir dakika içinde bilecekler." demiş kız.  

bütün çocuklar inanılmaz yeteneklere sahiptir ve bizler onları harcıyoruz, hem de acımasızca. bana sorarsanız şu an yaratıcılık en az okuryazarlık kadar eğitimde önemli ve bizler ona aynı statüdeymişçesine muamele etmeliyiz.

çocuklar yanlış yapmaktan korkmuyorlar. yanlış yapmak yaratıcı olmakla aynı şeydir demek istemiyorum. bildiğimiz şu ki, eğer yanlış yapmaya hazırlıklı değilseniz, hiçbir zaman orijinal bir şey bulamazsınız. zamanla yetişkin olduklarında, çoğu çocuk bu kapasitesini yitiriyor. yanlış yapmaktan korkar hale geliyorlar. firmalarımızı da bu şekilde yönetiyoruz. hataları damgalıyoruz. mevcut ulusal eğitim sistemlerimizde de bir çocuğun yapabileceği en kötü şey "hatalar"dır. sonuç şu ki insanları yaratıcı kapasitelerinin dışına yönelik eğitiyoruz. picasso bir keresinde, bütün çocukların sanatçı olarak doğduklarını söylemiş. problem, büyüdüğümüzde de sanatçı olarak kalabilmekte. şuna yürekten inanıyorum: bizler yaratıcılık özelliğimize yönelik değil, aksi yönde büyüyoruz. daha doğrusu, ondan uzaklaştırılacak şekilde eğitiliyoruz. peki, neden böyle oluyor?

dünya üzerindeki her eğitim sistemi aynı konu hiyerarşisine sahip. nereye giderseniz gidin. öbür türlü olacağını sanıyorsunuz ama öyle değil. en tepede matematik ve diller, sonra insani bilimler ve en altta sanat. dünyada her yerde. yine her sistemde, sanat dahilinde de bir hiyerarşi var. resim ve müziğe normal olarak daha fazla ağırlık veriliyor okullarda, drama ve dansa kıyasla. gezegenimizde çocuklara her gün matematik öğrettiğimiz gibi dans öğretilen bir eğitim sistemi yok. neden? neden olmasın? bence bu soru daha önemli. matematiğin çok önemli olduğunu düşünüyorum; ama dans da öyle. eğer izin verilirse çocuklar her zaman dans ederler, hepimiz ederiz. hepimizin vücudu var, değil mi? bir toplantı mı kaçırdım? gerçekten, olan şu ki, çocuklar büyüdükçe, onları belden yukarı doğru artan bir şekilde eğitmeye başlıyoruz. daha sonra kafalarına odaklanıyoruz ve hafifçe bir tarafa doğru.

eğer bir uzaylı olarak eğitimi ziyaret edecek olsanız ve deseniz "halk eğitimi ne içindir?" eğer çıktıya bakacak olursanız, eğitimin bütün amacının şu olduğu kararına varırsınız: bütün dünyada üniversite profesörleri yetiştirmek. öyle değil mi? en tepedeki insanlar onlardır. profesörler hakkında acayip bir durum var, tecrübeme dayanarak söylüyorum, hepsi değil ama, genellikle birçoğu kafalarının içinde yaşıyorlar. orada yaşıyorlar ve kısmen de bir tarafa doğru. hatta kelimenin tam anlamıyla bedenlerinden soyutlanmışlardır neredeyse. öyle ki, "beden" onlara tek bir şey ifade eder, o da kafalarını taşımak için yegane araç olmasıdır. kafalarını toplantılara bu şekilde götürürler. insanın beden dışı deneyim yoluyla kendini yukarıdan görebilmesine bir kanıt istiyorsanız profesörlerin konuştuğu konaklamalı bir konferansa katılın ve son gece eğlencesi olan diskoya gidin onlarla beraber. orada göreceksiniz, yaşını başını almış kadınlar ve erkekler kontrolsüz bir şekilde, ritim ile uyumsuz bir halde kıvırıyorlar, bekliyorlar ki bitsin, böylelikle eve gidip bu gece hakkında bir makale yazabilsinler.

şu anda bizim eğitim sistemimiz akademik yetenekler göz önünde bulundurularak dizayn edilmiştir. bunun böyle gerçekleşmesinin de bir sebebi vardı. bütün sistem 19. yüzyıldan önce, dünya çapında ortalıkta herhangi bir eğitim sistemi yokken ilk defa ortaya çıktı. hepsi endüstrileşmenin ihtiyacını karşılamak üzere oluşturuldu. bu yüzden hiyerarşinin temelinde iki fikir var. birincisi, en tepede iş sahası için en faydalı konular yer alacak; hatta bu yüzden büyük ihtimalle siz de okuldayken hoşlandığınız şeylerden, eğer böyle devam ederseniz bir işe sahip olamayacağınız söylenerek uzaklaştırıldınız. öyle değil mi? müzikle uğraşma, müzisyen olmayacaksın; resim yapma, ressam olmayacaksın. iyi tavsiye; fakat şimdi görüyoruz ki büyük bir yanılgı. bütün dünya köklü bir değişim girdabına girdi. ikincisi, zeka algımızı domine eden akademik yetenek; çünkü sistemi üniversiteler dizayn etti. eğer bütün dünyadaki eğitim sistemlerini düşünürseniz, halk eğitimi öğrencileri üniversiteye hazırlayan bir süreçten öte bir anlam taşımamaktadır. sonuç olarak birçok yetenekli, zeki, yaratıcı insan aslında hiç de öyle olmadıklarını düşünüyor; çünkü okulda iyi oldukları şeylere değer verilmiyor ya da daha fenası küçümseniyor. bence bu şekilde devam ederek durumu kurtaramayız.

unesco'ya göre gelecek 30 yılda dünya çapında tarihin başlangıcından bu yana olduğundan daha fazla insan mezun olmuş olacak. daha fazla insan, bu konuştuğumuz bütün bu şeylerin bileşimi, teknoloji ve onun dönüşümü iş, demografi ve nüfustaki dev patlama. birden, lisans derecelerinin pek kıymeti kalmadı. doğru değil mi? ben öğrenciyken eğer lisans dereceniz varsa bir işiniz olurdu. eğer işiniz olmadıysa bu istemediğiniz içindi; ama şimdi lisans derecesine sahip çocuklar eve video oyunu oynamaya geri dönüyorlar; çünkü bir önceki işinizde lisans derecesine ihtiyacınız varken şimdi master'a ihtiyacınız var ve şimdi bir başkası için de doktoraya ihtiyacınız var. bu bir akademik enflasyon süreci. bu demek oluyor ki bütün sistem ayaklarımızın altından kayıp gitmekte. zeka algımızı köklü bir şekilde yeniden düşünmeye ihtiyacımız var.

gelecek için tek umudum insan ekolojisi için yeni bir anlayışı bizlere adapte etmek, ki bu anlayış dahilinde insanın sahip olduğu kapasitenin ne kadar zengin olduğunun farkına varmak. eğitim sistemimiz, bizlerin dünyayı belli bir yeraltı zenginliği için kazdığımız gibi aklımızı kazmakta. gelecek için bu şekliyle aklımız yeterli hizmeti veremeyecek. çocuklarımızı eğitirkenki ana prensiplerimizi yeniden düşünmeliyiz. jonas salk'tan mükemmel bir alıntı yapacağım: "eğer bütün böcekler dünyadan yok olacak olsaydı, 50 yıl içerisinde dünyada hayat sona ererdi. eğer insanoğlu dünyadan yok olsaydı, 50 yıl içerisinde bütün yaşam kendini yeniler ve gelişirdi." ve o haklı.

bugün burada kutladığımız şey insanın sahip olduğu hayal gücüdür. bu bir hediyedir bizler için. bu hediyeyi kullanırken dikkatli olmalıyız; akıllı davranarak, bu senaryoların gerçekleşmesine meydan vermemeliyiz. bunu yapabilmemizin tek yolu, yaratıcı kapasitelerimizi görmek, onların zenginliğinin farkına varmak ve çocuklarımızın bunu gerçekleştirmek için son umudumuz olduğunu görmek olacaktır. hedefimiz onların varlığını bir bütün olarak eğitmektir, ki böylelikle onlar bu gelecekle yüzleşebilsinler. bu arada biz bu geleceği göremeyebiliriz; ama onlar görecekler. bizim işimiz, onların bu gelecekten ortaya bir şeyler çıkarmalarına yardım etmek.