27.06.2012

kuruntular kitabı

pablo neruda


yaşamak
bir yalnızlığı öbürüne varmak için
çoğul duymak kendini
ve yeniden doğmak bir başına

sürdürmek uğruna hayatımızı
bu kadar sıradan olmasaydık

yaşayamam yine de
fışkırıp durmazsa içimde ekinler
filizler ilkin, toprağı delip geçen
varmak için ışığa
ama karanlıktır toprak ana
karanlıktır benim derinlerim
sularda bir kuyu gibiyim ben
ardında yıldızlar bıraktığı gecenin
ve kırlarda yapayalnız sürüp gittiği

döndüm eve daha yaşlanmış
dünyayı kat ettikten sonra

sonunda düşeriz zamanda, bitmiş
alır bizi zaman, hepsi bu, biz ölüleri
sürüklenip gideriz varlıksız, gölgesiz
tozsuz, kelimelersiz, kalan kalır
ve artık yaşamayacağımız şehirde
bomboş kalır her şey, giysilerimiz, gururumuz

herkes bir şey satmak derdinde
kimse sormadı kimsin diye

artık bir şey sormuyorum kimseye

ne zaman ki başladı işkenceye
korları gizemli aşkın
ne zaman ki acı çektim
uykudayken, uyanıkken
aşktan ve acımadan
kesildi dostlar kervanı
çekip gittiler develeriyle

kendine kanlı canlı bir kız bul
ve bu saçmalıklardan kurtul

o kadar az biliyoruz ki
o kadar çok sanıyoruz ki
öyle yavaş öğreniyoruz ki
sorular sorup ölüyoruz

daha geniş bir uzay yok bu acıdan
hiçbir evren yok bunun gibi kanayan

sokağın ortasında uyandım
uzak güneyden kuşlar geliyordu
rüzgarda sesler çıkararak

gün boyu, sıra sıra
tüylerden bir donanma
yüreği çarpan
bir gök gemisi
geçip gitti
minicik sonsuzluğundan
pencerenin, arayıp sorduğum
çalıştığım, gözleyip beklediğim

çok ölümden doğdum
çok keder ısırdı beni
bir mutluluğu
öbürüyle değiştim
ama derinlerde, içimde
o yitik göldeki gibi
bir kuşun hayali yaşar
unutulmaz bir meleğin
gün ışığını dönüştüren
gözalıcı varlığıyla
gülden devinimiyle

küçük bir sarı tanrı
geçti kavaklar arasından
geçti rüzgar gibi hızlı
yüksekte bir ürperti bırakarak
saf taştan bir flüt
dikey sudan bir iplik
ilkbaharın kemanı
rüzgarda bir tüy gibi
geçti, küçük yaratık
günün nabzı, toz, polen
belki hiçbir şey; ama titreyip durdu
ışık, gün, altın

ölür bitki, gömülür yeniden
toprağa döner insanın ayakları
yalnızca kanatlar kaçar ölümden

geçmiş yaşamların
ve geçmiş zaman keşiflerinin akışında
kötü havaların bir yaratığıydım
bir ceset olarak kaldım şehirde
alışamam duvardaki nişe
fundalığı isterim ben, şaşkın
güvercinleri, balçığı, sayıklayışını
muhabbetkuşlarından bir dalın
amansız yüksekliklerin tutsağı
akbabanın hapishanesini
çantaçiçekleriyle süslü
sarp geçitlerin en eski çamurunu

ben, halkın şairi
bir taşralı, kuşbaz
koşturdum dünyada yaşamı arayarak
kuş kuş tanıdım toprağı
keşfettim ateşin uçtuğu yeri
enerji kaybını
ve ödüllendirildi benim yansızlığım
kimse bir şey ödemediyse de bunun için
çünkü ruhuma bastım o kanatları
ve kıpırtısızlık hiç tutunamadı bende