20.06.2012

835 satır

nazım hikmet


değil birkaç
değil beş on
otuz milyon
bizim

ey
beni
ağzı açık
dinleyen adam
belki arkamdan bana
bu kalbini
haykırana
kaçık
diyen, adam
sen de eğer
ötekiler
gibi kazsan
bir mana
koyamazsan
sözlerime
bak bari gözlerime
bunlar
deli gözbebekleri
gözbebekleri

erkek güzeli
"biblos ilahı genç adonis"
köprü başında karşıma çıksa
belki bakmadan geçerim de
filozofumun yuvarlak gözlüklü gözüne
ve ateşçimin
dört köşe terli bir güneş gibi yanan yüzüne
bakmadan geçemem

bıktım artık canımın sıkıntısından
içimdeki bu ruh yıkıntısından
aldı fikrim şu hisseyi
müzeyi
gezmek iyi
müzelik olmak fena

çünkü
ben o floransalı jokondum ki
floransadan daha meşhurdur tebessümüm

hayranım felemenk ressamlarına
süt ve sucuk tacirlerinin tombul madamlarına
kolay mı üryan bir ilahe edası vermek
lakin
isterse ipekli don giyinsin
inek + ipekli don = inek

benziyor günlerim
bir istasyonun
bekleme salonuna
gözlerim dikili demiryoluna

kaçma dur
her yol romaya gider
-bu belki doğrudur-
fakat
fikri evvel gören her felsefenin
safsata iklimidir yelken açtığı yer

her habbe koynunda bir kubbeyi gizler

efendiler
huzurunuzda
maznun sıfatıyla bulunan bu eser
büyük bir üstadın en manalı kızıdır

tatlı maval dinlemekten gayrı usandık

sen ey
her şey
sen ey açlık
çıplak ayaklarına alnımı koyar
andederim ki
derim ki:
dövüşeceğim
benim, bizim, onun, onların değil
senin mukaddes karnın doyana kadar

deli çığlıklar atıp avaz avaz
burnumun dibinden gelip geçti de yaz
ben, bir demet mor menekşe olsun
getiremedim
sana

içimde yaprak kımıldamıyor
deliksiz uyku gibi rahat
geniş
içim

rahat
geniş
içim
havalarda mavilikleri
yeni doğmuş bir çocuk gibi
seyrediğim-
-den

dün
ben
şehrin meydanına gidip
"onlar için
kardeşlerimizi öldürmeyelim
ölmeyelim"
dedim

şüphedeyim
şüphedeyiz
şüphe:
çıplak ayaklı bir gece gibi
ilerliyor içimde

fakat sevmek
anlamak
demek
değil

şuurun
çok uzun
bir köprüsü var
duymakla anlamanın arasında

sen de sevdin onu
onu duydun
fakat anlamadın

öldü
ağladın fakat
bizim gibi ağlamadın
onu sen anlamadın
anlamadın
anlamadın

iki serseri var
birinci serseri
köprü altında yatar
sularda yıldızları sayar geceleri

ben
ne köprü altında yatan
ne de atlas yakalı sarhoş sofralarında
saz çalıp arabistan fıstığı satan-
-ların
şairiyim
topraktan, ateşten ve demirden
hayatı yaratan-
-ların
şairiyim
ben

ben hızımı asırlardan almışım
bende her mısra bir yanardağ hatırlatır
ben ne halkın alınterinden on para çalmışım
ne bir şairin cebinden bir satır

benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım, 19 yaşım
sana anam gibi hürmet ediyorum, edeceğim
senin ilk arşınladığın yoldan gidiyorum, gideceğim
benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım, 19 yaşım

döndürmedi rüzgar beni havada yaprağa
ben kattım önüme rüzgarı

ben
24 saatte 24 saat çalışan
sarı kemikli sırtında
kırbaç izleri nasırlaşan
milyonların
evladıyım

ben onların
doludizgin feryadıyım

asyanın
sonsuz, sıtmalı, sarı
bataklıkları
vardır

madraslı bir ihtiyar
azabı azapla tedavi edin demiş

torbanı doldurmak için yaşıyorsun
sen
hayır
seninle böyle konuşmak istemem
hem
ben ki yegane asaleti
dişli düşmanla boğuşmakta bulanım
seninle boğuşmak istemem