
öz yaşam öykülerini fazla ciddiye almamamızı gerektiren ikinci neden, insanların hem geçmişteki hem de şimdiki olaylara kendi kültürlerinin gözlüğüyle bakmalarıdır. hayat deneyimlerine anlam kazandıran öyküler, o öykülerin zaman ve mekanına ait kültürel mitolojilerin ürünüdür.
bir insan kendisinin neden öyle bir insan olduğunu her zaman bilemez ve kendi kültüründe onaylanan açıklamayı kolayca kabul eder. işin tuhafı bu dersi bize öğreten kişinin kendisinin bu dersi unutmuş olmasıdır.
özyaşamla ilgili anıları kuşkuyla karşılamak zorunda olmamızın son nedeni, insan zihninin nasıl işlediğiyle ilgilidir. bu konudaki kitabında steven pinker'ın belirttiği gibi, "insan zihni modüller ya da zihinsel organlar halinde yapılanmıştır; bunların her biri özel bir amaca uygun olarak biçimlenmiştir ve dünyayla etkileşimim belli bir alanında uzmandır."
bu organlardan bazıları -örneğin, insanların adlarını, yüzlerini, ayırıcı özelliklerini kaydetmekte uzmanlaşmış olanı- bilinçli zihnimizin kolayca ulaşabileceği bir düzeyde çalışır ama çoğu öyle değildir. bilinç düzeyinin altında çalışan bir zihinsel düzeneğin etkinlikleri belleğimizde fark edilir izler bırakmaz. bugün bizi biz yapan şeyleri bilemememizin nedeni, bizi biz yapan zihinsel düzeneklerin bazılarının yaptıkları işler konusunda bizi bilgilendirmemiş olmasıdır. baştan kodlanmamış bir şeyi hatırlayamayız.