5.02.2010

sorumsuz

oğuz atay

kötü oyuncular bir süre rollerinin etkisinden kurtulamazlar.

ey talih! beni kendi ülkemde bir yabancı gibi yalnız bıraktın. bütün ümit kapılarını yüzüme kapadın. bunu neden yaptın bana? önce bilgi tanrılarının sonsuz armağanlarıyla gözümü kamaştırdın. bütün bilginlerin görkemli dünyasını tanıttın bana, en yüce bilginlerle tanıştırdın. ülkülerle besledin beni. evimde başıma buyruk ve sorumsuz yaşamama izin verdin.

kendimi aşabilecek bir sarsıntıdan yoksunum. en kötü tarafım da okurken ya da düşünürken bir kenara yazmıyorum. insanın geliştiği falan yok. yalnız kusurlarına alışıyor, o kadar.

"birey tarihi olduğu gibi kabul edemez." (belinsky) kendi varlığını kanıtlamak için onu tahrip etmelidir.

insan yarım yamalakların hikayesini ömür boyunca anlatabilir mi? bu belki de dayanılmaz bir gerginliği ömür boyunca yaşamakla mümkün olur. böyle bir sinirliliğe ne kadar katlanılabilir? insan her an kendini parçalayarak, kendi etinden kanından vererek yaşayabilir mi? gerçeği aramak bu mudur? böyle olanları görünce, bu sinirin insanı nasıl dondurduğunu gözledikçe, dehşet içine düşüyorum. her şeyi yarım yapmış olmanın dehşeti de var bunun içinde. yeni bir şık belki de tam bilmekle mümkün olur.

halit ziya uşaklıgil: ben ne yapmışsam iyi yapmak kastıyla yaptım; muvaffak olamadıysam bunun kabahati niyetimde değildir.

düşüncem geç gelişti, biraz geç başladım; biraz da erken bırakmak durumunda kalıyorum. geleceğini kaybetmek, yaşanan zamanı da boşlaştırıyor. ne yapalım, henüz biraz da ayakta durma gücüm var; deneyelim, sonuç almaya çalışalım.