1.02.2010

dünyanın hali

john berger

dünya bugün öyle bir durumdadır ki, eğer bu durumu olduğu gibi kabul eder ve kökünden değiştirme yolunda kesin ve kararlı bir sabırsızlık gösterecek olmazsak, bütün değerlerimizin anlamdan yoksun hale geldiğini göreceğiz. bugün dünya halklarının üçte ikisi soyulmakta, sömürülmekte, aldatılmakta, sürekli hakarete uğramakta, dünyanın en alçak ve yapay yoksulluğuna mahkum edilmekte ve insan olarak yadsınmaktadır. eğer bu koşullar kabul edilecek olursa -ya da birazcık reform, birazcık baskı ve birazcık daha dış yardım şartıyla az çok kabul edilirse- eldeki kanıtlardan da açıkça anlaşıldığı üzere, bu durum ileride çok daha vahim bir tabloya yol açacaktır. emperyalizm doymak nedir bilmez. belki yöntemlerini değiştirebilir; ama oburluğunu asla!

gerçi bu durum pek yeni değildir. talan yüzyıllardır sürmektedir. dünya bugün öyle bir yere gelmiştir ki, statükoyu değil haklı çıkarmaya çalışmak, böyle bir kavramdan söz etmek bile imkansızdır. eğer bu dünyada bugünkü haliyle yaşamayı seçersek, toplumsal varlıklar olarak bize miras kalan amaç ve değerlerin hepsini yadsımak zorunda kalırız.

dünyayı bugünkü haliyle kabul edenler artık mirastan yoksun kalıyorlar; öte yandan, yoksun bırakılmış olanlar miraslarını keşfediyorlar. mirastan mahrum kalanlar, her biri kendini yalnızlığıyla baş başa, ancak ölümün son verebileceği bir cehennemin ortasında buluyorlar. o cehennem, dünyanın bugünkü halidir; bu hale bir son verme çabası içinde olmayan için böyledir. orta çağ'ın cehennem görüşünü mutlak kılan sonsuzluk boyutu, yeryüzü cehennemimizde, yerini insanın eşitsizliğinin kaçınılmaz ve mutlak olduğu düşüncesine bırakmıştır. bu eşitsizliğin mutlak boyutu içindeki işkence, yok edilemez olan, daima hisseden vücutlara çektirilen acı değil, kendimizi başkalarında bulmak için ısrarla duyduğumuz yok edilemez gereksinmemizi yadsımanın acısıdır. işkence, ötekinin eşit olmayan bir kişi olarak varlığıdır.

olayların yankıları dünyayı sarmaktadır. aynı zamanda görüntüleri de; bu dayanılmaz durumu görmemiş olduğumuzu ileri süremeyiz. emperyalizm daha yoğunlaşmış ve daha pervasız olmuştur. dünya nüfusunun %6'sını oluşturan abd, dünya kaynaklarının %60'ını elinde veya denetiminde tutmaktadır. abd'nin çıkarlarının savunulması için gerekli yıllık askeri harcamaları, afrika, latin amerika ve asya devletlerinin toplam ulusal gelirlerini aşmaktadır.

ama gerçek, doğrudan doğruya bu gelişmelerden ortaya çıkmamıştır. sömürülenlerin kesin savaşma kararlılıklarından doğmuştur. üstelik bu savaş, ilk adımda ekonomik bir eşitlik savaşı bile değil, bir benliğini bulma savaşı olarak, o sonsuz yabancıdan silkinmek, o aşağılık 'ötekilik' öğretisini çıkarıp çağlardır kendilerine zorla kabul ettirilen o 'öteki'nden kurtulmak, o babadan oğula geçen insan aforozuna son vermek uğruna başlatılmıştır. emperyalizmin en son gereksinmesi hammadde, sömürülen emek ve denetlenen pazarlar değildir; hiçe sayılan bir insanlıktır.

emperyalizm için savaşmayı uysallıkla içinde yaşayanlarsa, gitgide daha çok anlamını yitiren bir hayat sürmektedirler. bu da çağdaş refah toplumlarındaki çürümenin sebebidir. intihar böyle bir uysallığın mantıksal sonucudur; ama pek az kimse mantıklı davranır. buna karşılık emperyalizmle mücadele edenler, insanlığın bütün anlamı adına savaşmaktadırlar.

bugün artık birçok -üretimsel, bilimsel, kültürel ve ruhsal- düzlemde yeti edindiğimiz bir aşamadayız. bu yetiler eşitlik dünyası istemektedir. ya bu istek karşılanır ya da biz bu yetilerimizi yadsır ve öz varlığımızı bomboş kılarız.