24.03.2008

lolita

murathan mungan

"leon" filminden kalkarak, erkeklerin "lolita" merakı üzerine konuşmaya başlamıştık o gece. filmden bu anlamda hiç hoşlanmamış, sübyancılığı bu çeşit entelektüalize etmeye çalışan çabalara duyduğum kızgınlığı dile getirmiştim. beni her zamanki gibi katı ve ahlakçı bulmuşlardı. genç kızlığa adım atmakta olan ufaklıklara duyulan o belli belirsiz ilginin, yalnızca, bir zamanlar hakkını veremediklerini düşündükleri ergenliklerini tazelemeye yarayan masum bir ilgi olmadığını iddia etmiştim. erkeklerin "lolita merakı"nı, gençlik ve körpeliğe duyulan arzu ile açıklamanın yetersizliğine dikkat çekmeye çalışmış, bundan öte düpedüz bir iktidar sorunu olduğundan söz etmiştim. bence, onları küçük kız çocuklarının saf dünyalarına yönlendiren şey, bilinci uyanmış, dikkatleri bilenmiş kadınlara karşı duydukları korkuydu aslında. erkeklerin, kendileriyle ilgili yanılsamalarını besleyecek, zayıflıklarını görmeyecek, numaralarını yutacak, her yalanlarına inanacak kadınlara ihtiyaçları vardı. bu yüzden tercihen kıt deneyimli, uzak görüşsüz kadınların yanlarında rahat ediyorlardı.

genellikle kadınlarla ilişkilerinde eşitlikten hoşlanmazlardı ama, eşitliğin en tahammül edemedikleri çeşidi, "algı eşitliği"ydi. elbette "algı farklılığı"nı anlıyor, kabul ediyor, hatta onaylıyorlardı. algı farklılığı, ilişkideki pozisyonlarını korumada onlara bir ayrıcalık da sağlıyordu; ama "algı eşitliği"ni ciddi bir alan müdahalesi olarak görüyorlardı. kadınların anlamayıp da erkeklerin anladığı şeyler olmalıydı dünyada; bu onların kendilerini daha güçlü hissetmeleri için gerekliydi. erkekler, kadınlara oranla daha uzun süre masum kalabiliyorlar, kadınlarsa erkeklere oranla daha çabuk büyüyerek masumiyetlerini daha çabuk yitiriyorlardı. bu yüzden erkekler, kadınlar tarafından hazırlıksız yakalanıyor, daha erken "görülmüş" oluyorlardı. sonraki yaşlarındaysa bir çeşit arayı kapatma duygusuyla geriye dönerek algı eşitsizliğini kendi lehlerine çalıştırabilecekleri "lolita avına" çıkıyorlardı. başka kadınlar tarafından çoktan çözülmüş bulunan kendi içi boşalmış imgelerinin, dişiliği yeni uyanmaya başlamış genç kızların bulanık hayallerinde hala bir karşılıkları olabiliyordu çünkü. yeniyetme kızların ham hayalleri, deneyimsizlikleri, bu erkeklerin içi boşalmış heykellerini hala bir şey sanabiliyordu.

dünyanın gerçekleriyle çok ilgiliymiş gibi görünen erkekler, bir tek kendi gerçeklerini öğrenmeye ilgi duymazlar.

erkeklerin kendileri hakkındaki en büyük yanılsamaları, kendilerini sahiden anlaşılmaz sanmalarıdır. erkeklerin çoğu, anlaşılmadıklarını düşünmekten hoşlanır, bunun mitolojisinden fazlasıyla beslenirler. anlaşılmamak fikri, kendilerinde hiçbir zaman sahip olmadıkları bir derinlik vehmetmelerine neden olur. oysa yalnızca bu halleriyle bile yeterince anlaşılırdırlar. anlaşılamamanın da, anlaşamamanın da önündeki engelin sahip olduklarını sandıkları derinlikleri değil de kendi malzemeleriyle yüzleşme yetersizlikleri olduğunu düşünmek bile istemezler.

erkekler için, hemen her çeşit tartışma, kısa bir süre sonra futbol tartışması kıvamındaki öfkesini dizginleyemeyen taraftar kapışmasına döner.

herkesin kendi düşüncesini "nesnelliğin sesi", karşı tarafın görüşlerini ise "at gözlüğü" ile bakmanın tek yanlı değerlendirmeleri olarak gördüğü, son sözü söylemiş olmanın o tartışmayı kazanmak sanıldığı bir ortamda, an gelir derin bir yorgunlukla susar, içe kapanır ve tamamen geri çekilirsiniz. gerçekten yenilmişsinizdir. tartışmadaki taraflardan biri olarak değil, iletişimin hala bir olanak olduğunu sanma düşüncesi karşısında yenilmişsinizdir. tartışmalarda gerçekten kazanan ve kaybeden varsa bunlar hiçbir zaman sözcükler ya da fikirler değil, hayatlardır. hayatlar kazanır, hayatlar kaybeder. lolitalar büyür, erkekler yaşlanır.