10.08.2016

kötülüğün sıradanlığı

hannah arendt

çağımızdaki totaliter hükümetlerin en çok geliştirdikleri özelliklerden biri, muhaliflerinin, kanaatlerinden dolayı bir şehit gibi, onurlu ve etkileyici bir biçimde ölmesine izin vermemeleridir. totaliter devlet, muhalifinin adsız sansız, sessiz sedasız ortadan kaybolmasını sağlar. ama her zaman geriye hikâyeyi anlatacak biri kalacaktır.

belli bir şey yapmadığı halde kendini suçlu hisseden biri, ahlaki açıdan, gerçekten yaptığı bir şey yüzünden suçlu olan ama kendisini hiç suçlu hissetmeyen birisinden daha az hatalı değildir.

adolf eichmann: pişmanlık küçük çocuklara mahsustur.

almanya'nın resmen yenilgiye uğradığı 8 mayıs 1945 tarihinin eichmann için önemli olmasının başlıca nedeni, artık şuraya veya buraya üye olmadan yaşamak zorunda olduğunun kafasına dank etmesiydi: "zorlu bir hayatı lidersiz, tek başıma sürdürmek zorunda olduğumu anladım; kimseden direktif almayacaktım, artık kimse bana emir vermeyecekti, gerektiğinde başvurabileceğim bir yönetmelik olmayacaktı; uzun lafın kısası, hiç bilmediğim bir hayat bekliyordu beni."

"insan her türlü yasanın idaresinde yaşayabilir. gelgelelim, neye izin verildiğini ve neyin yasaklandığını bilmeden yaşayamaz. faydalı ve saygıdeğer bir vatandaş bile, büyük bir halkın içindeki bir azınlığın üyesi haline gelebilir."

david rousset: ss'in zaferi, işkence kurbanının hiç karşı çıkmadan darağacına götürülmeyi kabul etmesini, kimliğini olumlamayı bırakacak kadar kendinden vazgeçmesini gerektirir. ss'ler kurbanın yenilgiye uğramasını yok yere, sırf sadistliklerinden istemezler. kurbanını daha darağacına çıkmadan yok etmeyi beceren sistemin, koca bir halkı esaret altında almak için tartışmasız en iyi sistem olduğunu gayet iyi bilirler. bu insanların kendilerine söyleneni harfiyen yapıp ölüme gitmelerinden daha korkunç bir şey yoktur.

adolf eichmann: bir insan işini severek yapmazsa yaptığı iş de bir şeye benzemez.

yasalara bağlı olmak insanın salt yasalara uyması anlamına değil, uyduğu yasaları kendisi koymuş gibi hareket etmesi anlamına da gelir. ancak görev duygusunun ötesine geçince başarılı olunacağı inancının kaynağı budur.

"bazı açılardan çok zor olan sorunların, halkımızın daimi güvenliği için, bazen amansız sertlikle çözülebilmesi eşyanın tabiatı icabıdır." (nazi parti şansölyeliği)

adolf eichmann: hayatım boyunca ne bir yahudiyi ne de yahudi olmayan birini öldürdüm. bir yahudiyi veya yahudi olmayan birini öldürme emri vermedim.

cinayet aletini kendi elleriyle kullanan kişiden uzaklaşıldıkça sorumluluk derecesi artar.

sınır dışı etme, başka ülkelere karşı bir suçtur; soykırım ise bizatihi insan çeşitliliğine, yani "insan statüsünün" belirleyici bir özelliğine yönelik bir saldırıdır; bu özellik olmadan ne "insanlık" ne de "beşeriyet" kelimelerinin bir anlamı kalır.

avukat caniyi savunur, cinayeti değil.

yogal rosat: büyük bir suç doğayı kızdırır; bu yüzden dünya intikam diye haykırır; kötülük doğal bir uyumu bozar ve bu uyum da ancak kötülüğün cezalandırılmasıyla yeniden sağlanabilir; ahlaki düzene karşı sorumluluklardan biri de, mağdur tarafın suçluyu cezalandırmasıdır.

"bir şahsın vicdanına veya inancının gereklerine göre hareket etmiş olması, fiilinin veya ihmalinin cezalandırılmayacağı anlamına gelmez." (alman iç hizmet kanunu)

insan doğası gereği, bir kere baş gösteren ve insanlık tarihine kaydedilen her fiil, gerçekliği tarihe gömülüp gittikten uzun zaman sonra bile hep ileride gerçekleşebilecek bir ihtimal olarak kalır. gelmiş geçmiş hiçbir cezanın, suç işlenmesini önleyecek kadar caydırıcılığı yoktur. bilakis, cezası ne olursa olsun, belli bir suç bir kere ortaya çıktı mı, tekrar ortaya çıkması, ilk ortaya çıkışının olup olabileceğinden çok daha olasıdır.