21.06.2013

canistan

yusuf atılgan

hava kararmadan akşam yemeğini yediler. yemek boyunca, sonra da idare lambasının ışığında konuşurlarken selim yüreği çarparak bakıyordu kadına. esma'da da bir çekingenlik, bir tedirginlik vardı; oğlanın tutumundaki değişmeyi anlamıştı sanki. bir ara elini selim'in alnına koyup:

- gözün aydın, ateşin geçmiş, dedi.

selim kadının bileğini tutup elini öptü. esma ürpererek elini çekti; ama selim bırakmadı; kadını yatağa, yanına çekti, sarıldı, yüzünü, omuzlarını öpmeye başladı.

- yapma, bırak. günaha giriyoruz.

"abacım, dayanamıyom gari, n'olursun kaçma, hiç bi kadınla olmadım daha önce, sen öğret bana."

- olur mu hiç, günah!

"olmazsa kov beni, yarın sabah çekip giderim." dedi selim bir çeşit kurnazlıkla.

- nikahsız çok günah.

"nikahı şehre inince kıydırırız."

nasırlı elleriyle kadının kalçalarını, belini, memelerini okşayıp sıkıyordu. esma'nın kasılmış bedeni gevşiyordu. selim kadının uzun donunu bir türlü sıyıramıyordu. esma "az dur" deyip uçkurunu çözdü; donunu çıkardı. selim de çıkarmıştı donunu. kadın yolunu gösterip erkeği içine aldı; selim yüklenince "ah, yavaş yavaş" dedi. az sonra selim boşaldı; ama yeniyetme diriliği inmemişti. esma da ona sarılmış "bırakma sakın" dedi. sık sık "oh, oh!" diye inleyerek katılıyordu sevişmeye. oğlanın ikinci boşalışından sonra ayrıldılar. kadın yatağın kıyısındaki donunu alıp silinirken selim öpüp okşuyordu onu.

"oh, canım abacım benim." dedi.

- abacım deme bana gari, karın oldum senin. ister esma, ister karım, ister hanımım dersin.

"canım, güzel hanımım."