8.04.2008

charles dickens

dickens 7 şubat 1812'de portsmouth'ta doğdu. dedesi hali vakti yerinde bir aileden bir bahriye subayıydı; babası ise sevimli, hoş ama ayağını yere bir türlü sağlam basmayan, yakası mali zorluklardan kurtulamayan biriydi.

aile ilk birkaç güzel yılın ardından kırsal chatham'ı terk edip londra'ya yerleşmek zorunda kaldı. bu kırsal yerleşim yeri büyük umutlar romanının atmosferine damgasını basan yerdir. dickens yaşlılık yıllarında buraya geri dönecektir.

aile 1822'de londra'ya yerleştiğinde, dickens kendini gittikçe yalnız, terk edilmiş hissetmeye başlayacak ve bir hırsız, serseri olmayışını tanrı'nın onu korumuş olmasına bağlayacaktır. özellikle babası mali kaynaklarının neredeyse tükenmiş olması nedeniyle tamamen kendi derdine düşmüş, dickens bu büyük kentin cangılında, onu yetiştirmeyi hemen hemen unutmuş olan babasının kumara düşkünlüğü yüzünden iyice batması üzerine, okulu bırakıp kundura boyası fabrikasında işe girmek zorunda kalmıştır. burada şişeleri doldurup üzerlerine etiketler yapıştırmaktadır.

dickens, romanlarından da çıkartabileceğimiz gibi kendini bu cangılda terk edilmiş, yalnız hissetmektedir; yetenek ve becerilerin eğitimle geliştirilebileceği umudunu iyice yitirmiştir. böylesine sıradan bir işe o yaşta nasıl öylesine kolayca layık görüldüğünü bir türlü anlayamayacaktır.

baba dickens borçlarından ötürü üç ay hapis cezasını çekmek üzere cezaevine konur, çıktıktan sonra oğlunun çalıştığı yere gider ve pencerelerden birinden, içeride çalışan oğlunu görünce, onu hemen işten çıkartmaya karar verir; ancak bu kararına eşi direnir. dickens gerek o işyerindeki günlerini gerekse de annesinin kendisine böyle bir iş hayatını layık görmesini bir türlü unutamayacaktır. geçmiş öylesine bir travmadır ki, dickens ileride ne eşine ne çocuklarına hayat öyküsünün bu parçasını anlatacaktır.

genç dickens artık okula gidebilecektir. bir avukatlık bürosunda çırak-kâtip olarak çalışmaya başlar. ardından parlamento muhabirliği, gazete haberciliği yapar. derken ilk edebiyat karalamalarını okurlar ile buluşturma olanağı bulur ve boz'un karalamaları'nın ardından bay pickwick'in serüvenleri ile edebiyat alanında hızla yükseleceğinin sinyallerini verir. mesleki alanda olduğu kadar para kazanma alanında da attığı başarılı adımlar, dickens'ın travmatik izler bırakmış olan geçmişiyle başa çıkmasına elbette yetmeyecekti.

büyük kentin ormanında yitip gitmek, bir iz veya etki bırakmadan, yaşadığından kimsenin haberi olmadan yok olmak, orta sınıf bir aile düzeyinden alt sınıfların, lümpen kesimin düzeyine düşme korkusundan kurtulamamak, ahlaki dayanak ve ilkelerini yitirme endişesi vb. etmenler bu travmatik çocukluk ve ilk gençlik yıllarının belirleyici olgularıydı.

anlayıştan yoksun, kendi derdine düşmüş bir yetişkinler dünyasında savrulup gitmiş, kimsesiz çocukların başlarına gelenler, sahipsiz çocuk figürleri, hemen bütün dickens romanlarında baş kişi ya da yan figürler olarak karşımıza çıkarlar: oliver twist, nicholas nickleby, antikacı dükkânı, dombey ile oğlu, david copperfield ve nihayet büyük umutlar.

dickens'ın birinci tekil kişi (ben-anlatım) tekniğiyle sunduğu david copperfield, sadist bir üvey babanın, insafsız, baskıcı bir eğitim kurumunun ve bir fabrikadaki insan onurunu hiçe sayan uygulamaların çemberinde çıkış arayan, kendi gücü ve dış destekler yardımıyla yolunu çizip hayata atılan, bütün engellere rağmen toplumdaki kendine uygun yeri bulan bir çocuğun öyküsünü anlatır. bu varoluş mücadelesinin fonunda fabrika işçiliği, öğrenim yılları, parlamento muhabirliği, maria beadnell'e duyulan aşk vb. otobiyografik olaylar yer alır. 

ahlaklı, erdemli olmanın ödülünün eninde sonunda elde edildiği, umutların boşa çıkmadığı bir hayatın romanıdır david copperfield. dickens anlatının otobiyografik özelliğini kendi içine bakışın açtığı pencereden sunar bize; kendine yönelik derin bir kavrama kaygısı taşır anlatı ve charles dickens biyografi yazarı edgar johnson'un 1952'de belirttiği gibi "özeleştiri yaparken kendine karşı müthiş insafsızdır."