12.04.2008

"fikrimin ince gülü"

adalet ağaoğlu

delice bir yarış, kişinin kendi istemi dışında engelleniverirse, durdurulursa ilk anda huysuzlanırsın. tepinirsin. koşuya yeniden başlamak için ısınmak gerek. zorunlu durmanın gevşekliğinden sıyrılmak.

hakla değil, afla kurtulmak, kendi bileğinle alarak değil, başkalarınca verilerek sahip olmaktır.

orduevi, bütün öteki yapıları sanki bir mavzer dipçiğiyle sağa sola itip kakalayarak, bu itip kakma sırasında bütün o ufak tefek yapıları eğriltip bozarak, bileği güçlü, çalımlı, güzel bir bahçenin ortasında en ön sırayı, salim muhtar caddesi'nin en güzel köşesini kapmış oluyor.

her an ayağı frende; ama her an hep aynı hızda olmak.. her an durmaya hazır bulunmak; ama asla durmamak. hep akmak. hep gitmek. hiç hızdan düşmemek.

bu aptal, dedi içinden. bok mu var da, elindekini avucundakini bir pahalı arabaya yatırıyorsun? bu hep yer be. her gün de değerinden eksilir. metresten farkı yoktur bu arabanın sana şimdi. hem yer, hem yaşlanır.

her adam, deniz gördü mü, onunla diz dize geldi mi, sevdalanırmış. küller eşelenir, korlar ortaya çıkarmış.

bir altından delmişler seni, bir üstünden; salıvermişler bu dünyaya. gayret, diye geldin; gayret, diye gideceksin köpoğlu! koyver ucunu. yaşamana bak.

fikrimin ince gülü
kalbimin şen bülbülü
o gün ki gördüm seni
yaktın ah yaktın beni

bir adamın fikrinde iki ince gül birden olmaz. birinin suyunu öteki, ötekinin suyunu beriki çalar. ne biri onar, ne öteki.

kente göçen köylünün kamburu çok olur.

bilgilerinin çokluğundan kuşkuya düşülüvereceği korkusuyla bilmedikleri bir adresi sokaktan geçenlere soramayan kişiler vardır. sokak başlarına sokak adları okunaklı bir biçimde numaralanmalı. bazı dar, bazı sıkışık anlarda, bunu dilemekle bilgilerinden kuşkuya düşülmesi pahasına hastaya yetişmek arasında, ikincisi adına bir seçim yapmak hemen hemen olanaksızdır bu tür bilgililer için. her şeyi bilmek zorundadır o. her şeyi bilmek, ulaşılması gerekli adresi bulamamaya dek uzanabilir onlar için.

"amına koduğumun!.."

bayram artık bunu güldenhouse sürücüsüne mi söylüyor, onu saygıyla kamyonetine bindirip bayram'a doğru gelmekte olan trafik polisine mi, kendisine mi, yoksa öylece, ortalığa mı, bilinmez. öteki memur, 100 metre ilerde, bir traktörü durdurmuştur. traktöre bağlı taşıyıcı sıkıştırılmış, balyalanmış samanla yüklü. traktör sürücüsünün ardını görmesine olanak vermeyecek kerte yüklü. ağzı sarmısak kokan memur, arkadaşından yana bakıyor: traktörle işi uzun onun. biz de şu işi sonuna bağlayalım.

"ortada şikayet edecek bir şey yokken elin adamını durdurtuyorsunuz bize. pes doğrusu!"

"baktım, anlaşmak zor olacak şimdi memur bey. dilimizi bilmez. yurdumuzu bilmez. el ellerinde.. içim elvermedi.. ne bileyim.."

bayram, bunları söylerken elini memurun omzuna koymaya, onunla bir olduğunu göstermeye, ona açılmaya hazırlanıyordu. memur, onun bu hevesini bıçak gibi kesti:

"maalesef 60 lira ödeyeceksiniz. 30 lirası görev başında bizi oyaladığınız için. öteki 30 lirası, size, yola devam, dendiği halde, yolu hala işgal etmekte olduğunuz için.."

öndeki kamyonetin motoru horuldamaya başlamıştı. bayram'ın beyninde de bir vınlama..

"evet, çabuk olalım lütfen!.."

memur, yan gözle traktör başındaki arkadaşına bakıyor.

"yapma allasen memur bey.. olur mu? ben..."

memur, akı kirli gözleriyle iyice gaddarlaşıyor:

"lütfen çabuk olalım.. lütfen meşgul etmeyelim.."

bu "lütfen"lerdeki lütfensizlik, bu "lütfen"lerdeki kırıp dökücülük bayram'ı, bir daha belini hiç doğrultamayacakmış gibisinden hırpalıyor, tüketiyor. diyarbakır cezaevi'nde "lütfen" eşliğindeki her başlangıcın ardından mutlak tekme, tokat, tükürük, kan, haykırma geldiğini, peşine bunlardan birini ya da hepsini birden takmamış hiçbir "lütfen"in ağızlarda harcanmadığını buluveriyor birden. beyninin derinlerinde, hep ayrı ayrı yerlerde durup durmuş olan "lütfen"lerle o tokatlar, o tekmeler, o tükürükler, kanlar, o haykırmalar ancak şimdi, şurda, memurun akı kirli gözleri önünde birbirine ulanıyor; bir bütünlük kazanıyor: "lütfen bizi yormayın!" "lütfen saklamayın!" "lütfen konuşun, konuşun lütfen!" "lütfen bizi daha fazla meşgul etmeyin!" "lütfen uzatma, it!" "lütfen boş yere oyalama orospu çocuğu!"

bayram 60 lirayı hemen verdi. sonra, çok çabuk kaçtı memurun yanından. balkız'ını hırpalayacağını, motorunu yoracağını hiç düşünmeden, cip hoplatır gibi birkaç kez hoplatarak kaldırıp sürdü yola. yol dümdüz uzanıyor. süslü kamyonet, taa ilerde, artık soluk bir leke olarak görünüyor. karşıdan gelen bir yolcu otobüsü bayram'ın başını döndürmeye yetiyor. gözleri bulanıyor: ne oluyor bana kızım? ne oluyor balkız, ha? uykumuz mu var? hap mı yuttuk?