7.05.2008

yunanlıların trajik çağında felsefe

nietzsche

bir kültürün doğası köleliği gerektirir.

güçlü dinler uzun dönemlerin ötesinde belli bir kültür derecesini taşlaştırır ve hala gür bir şekilde yeşermek isteyen her şeyi acımasız orakla biçerler. her kültürde bulduğumuz aynı acımasızlık, her güçlü dinde ve bütünüyle hep kötü olan gücün doğasında vardır.

temelinde kibir, gasp, kaba kuvvet olmayan hukuk yoktur.

eski çağda insanlar, hedefleri daha yakın ve daha ulaşılabilir olduğu için özgürdüler. buna karşılık çağdaş insan, sonsuzlukla her yerden damgalanmıştır: sonsuzluk onu engeller, bir kaplumbağayı bile geçemez.

felsefi sistemler yalnızca kurucuları için doğrudur. daha sonraki bütün filozoflar için ise normalinde büyük bir yanlıştır ve ortalama kafalar için doğruların ve yanlışların bir toplamıdır. ne olursa olsun en yüksek hedef için bir yanılgıdır ve bu nedenle de benimsemeye değmez.

bir halkı büyük adamları karakterize etmez; ama o halkın büyük adamları nasıl tanıyıp saydığı karakterize eder, derler.

önce kültür edinin, o zaman siz de felsefenin ne isteyip ne yapabileceğini anlayacaksınız.

parergis: her bir insan hakkında hüküm vermenin doğru ölçütü, aslında onun hiç hayatta olmaması gereken ve varlığını çeşitli acılar ve ölümle ödeyen bir yaratık olduğudur. böyle bir insandan ne beklenebilir? hepimiz ölüme yazgılı günahkarlar değil miyiz? doğuşumuzun diyetini önce hayatla, sonra da ölmekle ödüyoruz.

herakleitos: oluşumdan başka hiçbir şey görmüyorum. aldanmayınız! eğer oluş ve yok olma denizinde herhangi bir yerde sağlam bir kara parçası gördüğünüzü sanıyorsanız, sebebi sizin uzağı görmeyişinizdir. siz, varlıkların adını, sanki sağlam bir süreklilikleri varmış gibi kullanıyorsunuz: ama içine ikinci kez girdiğiniz nehir bile ilk seferki değildir.

herakleitos: köpekler tanımadıkları her insana havlarlar.

jean paul: kof kafanın, büyük olan her şeyi -nadir bir duygu için pek çok anlamdan birini taşıyan- kendi boş dünyasına çevirmektense anlamsız olarak ilan etmesi için, onun sadece kısa ve (bu yüzden) karanlık ifade edilmesi, aslında genel olarak yerindedir. çünkü adi kafaların çirkin bir marifeti vardır: en derin ve en zengin özlü sözde kendi sıradan fikirlerinden başka hiçbir şey bulmazlar.

sonsuz hiçbir şey var olamaz; çünkü böyle bir şey kabul edildiğinde tamamlanmış sonsuzluk gibi çelişkili bir kavram ortaya çıkar. bizim gerçekliğimiz, mevcut dünyamız o tamamlanmış sonsuzluk karakterini her tarafta taşıdığı için o, niteliği gereği, mantıki olana karşı, böylece de gerçek olana karşı bir çelişki anlamındadır ve sanaldır, yalandır, hayaldir.

insanlar aldatılmaktan pek korkmazlar; ama aldatılmayla zarar görmekten korkarlar. aslında aldatılmaktan ziyade aldatılmanın belli türlerinin berbat, kötü niyetli sonuçlarından nefret ederler. benzer sınırlı bir manada insan yalnızca hakikati de ister. hakikatin hoş, hayat koruyan sonuçlarını arzular; saf, sonuçsuz bilgiye karşı kayıtsızdır; hatta belki zararlı ve bozucu hakikatlere karşı düşmandır bile.

hayatı en güzel yaşayan, ona önem vermeyendir. sıradan insanlar, eğer bu varlık süresini öylesine karamsar şekilde ciddiye alıyorlarsa, ölümsüzlük yolculuğundaki ötekiler bunu olimpik bir kahkaha ya da en azından yüce bir alay haline sokmayı becermişlerdir; çoğu zaman mezarlarına alayla girmişlerdir; çünkü gömülecek neleri vardı ki?

onun insanlara ihtiyacı yoktu, bilgi için bile yoktu; onlara sorulacak şeyler ve öteki bilgelerin ondan sormaya çalıştığı şeyler hiç ilgilendirmiyordu onu. tek kelimeyle "kendimi aradım ve araştırdım." demişti.

biz insan onurundan ve iş onurundan söz ederiz. her şey, zavallı bir hayatı zavallıca sürdürmek için çırpınır durur; bu korkunç sıkıntı, mahvedici bir çalışmaya zorlar ki bu çalışmaya da iradesinin baştan çıkardığı insan ya da daha doğrusu insan zekası zaman zaman onurlu bir şey olarak hayret eder. ama çalışmanın şeref unvanını hak etmesi için her şeyden önce varlığın, bunu ciddiye alan filozoflara ve dinlere şimdiye kadar göründüğünden biraz daha çok onur ve değer sahibi olması gerekir; oysa çalışma, hayat için zahmetli bir araçtan başka bir şey de değildir. milyonların bu iş sıkıntısında, ne pahasına olursa olsun var olmak dürtüsünden yani güçsüz bitkilerin köklerini topraksız taşlara uzatmalarını sağlayan o aynı her şeye kadir dürtüden başka ne bulabiliriz ki?