8.05.2008

okuma uğraşı

akşit göktürk

bütünlük ile uyum, bir yazınsal metni oluşturan temel ilkelerdir.

wittgenstein: bir söz ancak yaşamın ırmağında anlamlıdır.

roman ingarden: okur çoğunlukla, bir yapıtı okumaya, yazarın, kendi yaşantı alanından birtakım ilginç şeyleri anlatacağı beklentisiyle girişir. çoğunlukla da, yazınsal yapıtlarda, kendi yaşamından tanıdığı nesnelerle durumların benzerlerini arar; bunları bulduğu anda yapıtı gerçek diye adlandırır. bunun tersi, okurda yapıtı gerçek ya da gerçek dışı diye görmek gibi toyca bir eğilim doğurabilir.

d.h. lawrence: bir kitap, iki kapaklı bir yeraltı kovuğudur. yalan söylemek için eşi bulunmaz bir yer.

hans-georg gadamer: yazınsal sözce tasarımsaldır; çünkü şimdi var olan dünyayı kopya etmez; nesneleri düpedüz var olan düzenleri içinde yansıtmaz, yazınsal buluş gücünün düşsel aracı ile bize yeni bir dünyanın yeni görünüşünü sunar.

jan mukarovsky: ölçüt-dil kurallarının kırılması, düzenli bir biçimde kırılması, dilin yazınsal kullanımını olanaklı kılar; bu olanak bulunmasa, şiir de olmazdı.

northrop frye: ne zaman bir şey okusak, ilgimizin iki yönde birden işlediğini görürüz. bunlardan dış doğrultulu, merkezkaç nitelikli olan birincisi ile okumamızın dışına çıkarız hep; bireysel yapıtlardan onların anlamlarına ya da gerçekte belleğimizdeki uzlaşımlarla ilişkilerine döneriz. ikinci yön ise iç doğrultulu, merkezcil niteliklidir. bununla da sözcüklerden, oluşturdukları daha geniş sözsel örgülerin anlamını geliştirmeye çalışırız.

octavio paz: adlandırılmayan, bilmediğimizdir.

her yazar, çizdiği dünyayı, belli bir dilin, belli törelerle yaşayan kişilerine iletmek amacındadır. bu bakımdan, ilk çırpıda seslenilen okurun kültürel yapısı ile dünya görüşü, aşağı yukarı bellidir. bu özellikle, politik söylev metinlerinde apaçık görünür. sözgelişi, dinsel duygular, alıcı kitlesinin yaşama biçimine yön veren önemli bir kültürel etkense, beklentinin ne olduğunu en kestirme yoldan bilir politikacı; bu beklentiyi karşılamayı iş edinir konuşmalarında. her türlü propaganda yazısında da açıkça görülür bu nitelik. dünyaya bakışı ilkel bir ulusçuluğun yanılsamalarıyla koşullanmış bir okur kitlesinin de beklentisi aşağı yukarı bellidir. ilkel politikacılar, nerdeyse bir içgüdüyle, çıkarlarını bu beklenti üstüne kurulmuş bir iletişimde ararlar.

t.s. eliot: coşkuyu sanat biçiminde dile getirmenin tek yolu, ona bir nesnel karşılık bulmaktır. başka bir deyişle, o belirli coşkunun örneği olabilecek bir nesneler dizisi, bir konum, bir olaylar zinciri bulmaktır. öyle ki, duygusal yaşantının içine girmeyen o dış gerçeklerin verilmesiyle, coşku hemen uyandırılmış olsun.

gabriel josipovici: her bilgi gösterişçisi bilmelidir okurun bilmek zorunda olduğu, her toy okurun da içgüdüyle bildiği şey, romanları da kapsayan simgesel dizgelerin birer anlam yığınağı değil, belli türden etkinliklere katılmaya bir çağrı olduğudur.

george poulet: gerçeği doğrudan doğruya algılayışım bir kitabın sözcükleriyle yer değiştirdiği an, elim kolum bağlı, kurmacanın egemenliğine boyun eğmiş olurum. var olandan ayrılırım, var olmayana inanıyormuş gibi davranmak için. kendimi kurmaca varlıklarla kuşatırım; dilin yemi olurum. dil beni kuşatır gerçek dışılığıyla.