27.06.2013

bir diktatörün gözyaşları

zülfü livaneli

bir orta çağ zindanına benzeyen ve kararmış taşlarıyla, uzaktan görünen ege denizi'ne hiç yakışmayan bir kale. demir parmaklıklı hücrede yatan yaşlı adam ege'yi göremiyor. sadece dalga seslerini dinliyor ve yıllardır yattığı bu hücrede her gün yakınıyor:

"tanrım beni niçin türk olarak yaratmadın?"

bu kale yunanistan'da. hücrede kaderine lanet okuyan yaşlı adam ise papadopulos: 1967'deki ihtilal lideri, yunan cuntasının başı.

ihtiyar ve yorgun kafasını, 17 senedir yattığı hücrenin taş duvarlarına vurarak parçalamak istiyor. çünkü içinde isyan duyguları kabarmakta:

"zeus'un bütün yıldırımları yunanistan'ın, ellada'nın üstüne yağsın. neden türk olarak yaratmadın beni?

17 senedir sürdürdüğü hücre hapsinin yavaş yavaş çürüttüğü bu ihtiyar asker, ege denizi'ni göremiyor ama aynı denizi bir başka ihtilal liderinin keyifle seyretmekte olduğunu biliyor. hem de "cafe turkiko"sunu höpürdeterek. ve dahi yazlık hasır şapkası ve bastonuyla çıktığı yürüyüşlerde yolu kesilip akın akın gelen halk yığınları tarafından eli öpülerek.

papadopulos'un yaşlı yüreği bu adaletsizliğe dayanamayıp çatlayıverecek bugünlerde. yalnız o mu? general galtieri de arjantin'de kıskançlıktan aklını oynatacaktı. diğerleri de. portekiz'de salazar'ın ruhu cehennem ateşleri içinde kıvranmakta. münkir, nekir topuzunu indirdikçe "yani benim bütün suçum türk olmamak mı?" diye inlemekte ki, neredeyse zebaniler bile rikkate gelip kanlı yaş dökecekler. ya yerin dibine batırılan franco? bu ispanyol generalin günahı neydi? ne istediler adamcağızın anısından? hele mussolini'ye ne demeli? ne vardı adamcağızı bacağından asacak? alt tarafı o da herkes gibi birazcık diktatörlük yapmış, biraz "vatan kurtarıcılık" oynamıştı. bunda bu kadar kızacak ne vardı canım!

anlı şanlı komutanlar pek de haksız değiller yakınmalarında. bütün bu diktatörler, ihtilal liderleri türk olsalardı, başlarına bunların hiçbiri gelmeyecekti. bir sahil kasabasında yaptırdıkları güzel köşklerinde asude bir hayat süreceklerdi. o kasabanın halkı ve yerli turistler, bu ihtilal liderinin elini öpmek için karakola başvuracak ve oradan aldıkları izinle cumartesi günleri, evinin önünde kuyruk oluşturacaklardı. okul çağındaki çocuklarını, "büyük adam"ı görmesi için kuyrukta bekleten ana babalar, sıra gelip de salya sümük diktatörün ellerine saldırırken, kendilerine bu mutluluğu bağışlayan yüce tanrı'ya ve yüce lidere minnet duyacaklardı.

eğer bu zavallı diktatörler türk olsalardı, bulvarlara, caddelere adları verilecek ve yunanistan, ispanya, italya, arjantin, almanya, portekiz gibi kendi ülkelerinin özgür ve demokrat basını onlardan saygıyla söz edecek, demeçlerini yayınlayacak, bağlılık bildirecekti. ömür boyu giydikleri üniformalardan kurtulmuş olarak, erkek moda dergilerinde gördükleri birçok kılığı uygulayarak otel, tesis açma törenlerine katılacak ve sevgili yurttaşlarının candan alkışlarıyla mest olacaklardı.

zavallı diktatörcükler!

ihtilal yapmanın meşru ve saygıdeğer olduğu bir ülkeyi seçemediler. şimdi zindanda çile doldurarak, hakaret görerek, heykelleri yıkılarak, mezarlarına tükürülerek acı çeksinler bakalım.

ihtilal dediğin türkiye'de yapılır. başka yerde yaparsan hesabını sorarlar adamdan. at, avrat, silah ve ihtilal tarihten önce de var olan necip türk milletinin yüksek karakterini simgeleyen temel taşlarıdır. bunlarsız olmaz.

peki uygar dünyanın, ihtilalcileri hapseden ülkelerle, onların elini öpen ülkeler arasında gördüğü fark mı? o da ayrı konu. bu işin sonunda, ya ihtilalciler kaybedip halk kazanıyor ya da tam tersi oluyor.