22.12.2010

yayla

fakir baykurt

birçok şey sakıncasıyla güzeldir.

ben bizim köylülerin uyanacağını sanmıyorum. dünyaya buzağı gelmiş, öküz gider bunlar. oylarını götürüp yalancı dürzülere kakarlar. ulan insan yalana bir kanar, iki kanar, sürekli kanmaz ki!

nane kokusu, ana kokusu; fesleğen kokusu, oynaş kokusu.

boş oturmaktansa boşa çalışmak iyidir.

dedikleri kadar varmışsın. gönlümün ortasına kurdun tahtını!

bozuk, hem de yorgun bir yönetim bizimki! tükenmiş bir sınıf ve onun bürokrat kadroları ancak bu kadarını yapabiliyor! tükenmiş, iflas etmişler.

acı, her şeyi bastırıyor.

"sınırlarımız ve olanaklarımız içinde cipi çalıştırıp gülcan'ı hastaneye götüreceğiz, sayın hocam! size bunun için yalvarmaya geldim. altan'a baktı. kendisinin yirmi, yirmi beş yıl öncesini buldu çırpınışlarında. bir süre böyle yalvaracak, ardından saldırıya geçecek. biliyor şimdi böyle olanın az sonra nasıl olacağını. "benim bunu istemediğimi düşünmüyorsun herhalde, değil mi altan? böyle düşünürsen, yanlıştan yola çıkmış olursun. sen de, arkadaşların da, önce doğruyu bilin. biz burda bir üniversite ekibiyiz. amacımız ve sınırımız saptanık. burda sadece bir kazı yapmakla görevliyiz. bir cipimiz var. bir de hastamız. hastanın şehirdeki hastaneye en hızlı araçla gitmesi gerekiyor. yol durumu kötü. başka araç yok. üstelik her durumda en uygun araç bir land rover cip. o da bizimki. aracı verelim, sorun çözülsün. sorun + araç = amaç! mantık böyle gösteriyor. ama işin bir yanıdır bu ve görünüşüdür. öz ise değişiktir. çünkü bu cip, halkın sağlık işleri için ayrılmış değildir. kazı hizmetleri için ayrılmıştır. lastik ve yakıt giderleri kazı hizmetleri için ayrılmıştır. şoförü de bunun içindir. biz bunu, o amaç yerine bu amaç için kullanırsak, yasa önünde sorumlu düşeriz. bunu yapamam! yapmak isterim. fakat yapamam. burda iki şeyi kesin ayırmak zorundayız: duygularımızın dediğiyle, aklımızın dediğini."

"hiçbir şey candan değerli olamayacağına göre, bütün bürokratik koşulları aşıp karar vermek gerekir, hocam. sorun budur. bir aydın ve hoca olarak bizim önümüzde böyle bir sınavla karşı karşıyasınız şimdi! özür dilerim. kusurumu hoş görün; ama açık sözle anlatılmak istenirse durum budur."

"gene aynı tezi savunacağım. duygularımla gülcan'ın tam yanındayım. ama devletin resmi cipini başka bir iş için kullanma konusunda aklımı duygularımın yanında bulamıyorum. duygularım o yanda, aklım bu yanda kalıyor. üstelik cip yalnız benim sorumluluğumda. sizin için burda sadece görüş ileri sürmek var; sorumluluk yok. yarın bir kovuşturma yapılırsa, sorular bana sorulacak. böyle bir soruşturma olabilir; iki kez iki dört! adım asım al gibi biliyorum bunu."

"daha çok gençsin! çok saf, çok arısın! herkesi kendin gibi arı, duru sanıyorsun. ama üniversitenin genellikle ne çirkin bir kurum olduğunu bilirim. yükselebilmek, daha iyi pozisyonlar ele geçirebilmek için yaparlar. başka hesapla yapanlar da çıkar. bunları bilirim ben. sizin bilmeniz gerekmez. keşke bilmeden kalsanız. bizim üniversitemizin bozulmuş yanından bütünüyle haberiniz olmasa, çok daha iyi. ülke için iyi, halk için iyi, üniversite için iyi. çünkü bu kötü özellikler yayılgandır. hemen geçer sizlere de. böylece hastalığı oluşturan mikroplar bu jenerasyondan öteki jenerasyona ulaşmış olur."

elindeki dereceyi silkti altan. "vakit geçiyor, hocam! oysa saniye yitirecek durumda değiliz! anlıyorsunuz değil mi? şehir uzak üstelik. geçten geç karar verirseniz, korkarım, işe yaramayabilir!"

"buraya kadar getirdiğim düzgün bir sicilim var. yarın dekan olmam söz konusu. rektör olmam söz konusu. bu sicili şu ya da bu duygusal gerekçeyle bozamam. söylenecek şeyleri söyledim altan, bundan sonrası söylenenleri yinelemek olur. kanımca buna gerek yoktur."

halka yarayışlı olmayan bilim, bilim değildir. bilimse bile, bizim istediğimiz bilim değildir.

"insanlar bir isteği kafalarına taktı mı, işte böyle saplantı oluyor. birden dallanıp budaklandı, sadece öğrencilerin şehre ulaştırılmasına ayrıldı, vermek yüzde yüz zorunlu; ama ben vermiyorum! görevle ilgili bir kurala uymak istediğimi kimse anlamıyor. bir kızın sağlığını kurtarmaya yardımcı olurken, bütün akademik geleceğimi sakıncaya atmamı istiyorlar. bir bilim adamının kolay yetiştiğini sanıp, kendimi harcamamı bekliyorlar. basit halkın idrakine, hele bizdeki bozkır felsefesine hiçbir zaman güvenmedim. bir parça sağduyu gösterdikleri zaman bile yalınkat ve sığ oluyorlar."

"serpil, kızım! seni ne kadar sevdiğimi, pek çok olan özelliklerini ne kadar yürekten takdir ettiğimi söylememe gerek yok, sanırım. çok duygusal davranıyorsun evladım. şu anda senin ve arkadaşlarının hocanız olarak, insan olarak, gülcan çakır'a ben hepinizden çok üzülüyorum. bay çakır kendisi de, gerçekten erdem sahibi, sevdiğim bir kimse. kızı da ayrıca çok takdir ediyorum. onlar ne güzel gözler öyle! bir insan olarak o güzel gözlerin şu dağ başında ölümün eline terk edilmesine gönlüm razı olamaz. fakat bir bilim adamı, her şeyden önce serinkanlı olur. soruna serinkanlı yaklaşır. ekibimiz buraya gelmeseydi, gülcan gene burda olacak ve sancılanacaktı. o zaman ne yapacaktı bay çakır? türkiye'de her sancılanan çocuğun yanında bir kazı ekibi bulunamaz. türkiye'nin bugünkü durumunda, yurttaşların sağlık sorununa henüz çözüm yoktur. başka ülkelerde yönetimler, bir yandan gagarin'i, titov'u, bir yandan aldrin'i, armstrong'u aya, uzaya gönderir, merih'e araç indirirken, biz daha yerleşme alanlarımızın hepsine yol götüremedik ve doktorlarımızı dürüst bölüştüremedik yurda. yüzeyden çözümlerle kendimizi tatmin olmuş sayamayız, serpil kızım! bırakalım şimdiye kadar böyle gelmiş olanı; ama birer aydın olarak, böyle gitmesin diye ne yapılması gerekiyorsa, onun savaşımını verelim. gülcan çakır konusu, duygularımızla tartılıtsa, acıdır. ama aklımızla tartılırsa, 'bütün'ün yanında bir küçük noktacıktır."

altan sürdürdü konuşmasını: "bizim daha gerçek anlamda 'gerçekçi' olabilmemiz için biraz daha deneyime ihtiyacımız var. hoca bey'i her durumda bizim gibi düşünür, davranışları da bizimki gibi olur sanıyoruz. olanak var mı? o şimdi bütün maddesel, sosyal, kültürel yaşamıyla bizlerden ve gülcan'dan ayrı bir insan. fakülte'de bir kürsünün şefi. onu elinden kaçırmak istemez. altında arabası, önünde dekanlık, rektörlük gibi parlak gelecekler var. bunları yitirmek istemez. biz genç aydınlar çok farklıyız hocamızdan. onun için, biz yaparız; onlar konuşur. biz korkmayız, onlar çekinir. onlar her zaman hesaplı davranmayı seçer. biz belki biraz paldır küldürüz; ama gerekli olanın üzerine hızla yürürüz. şimdi deöyle bir durumun içindeyiz. hiç vaktimiz yok. bu cümle çok söylendi; fakat gene de çok vakit yitirildi. hemen önerilerime geçiyorum. eğer bir şey yapacaksak. iyi düşünelim ve karar verelim. kazı işine el koyuyoruz, bir! hoca bey'i ve ali şirin bey'i, planımız sonuçlanıncaya kadar çadırlarında kapalı tutuyoruz, iki! cipe ve şoföre el koyup gülcan'ı şehre götürüyoruz; üç! eğer gerçekçiysek, yapılacak iş budur!"

şehirde çarşısı, kırda yönetimi bozuk bir ülkenin orman yolu düzgün olabilir mi?

hangi dediğini tuttum öğretmenlerimin? yaşam nereye çekerse, oraya gidiyorum.

"ben de haklıyım! elimde yetki yok! işçi sigortası'na kayıtlı, hem de karnesi yanında olmadı mı, şu kapıdan içeri babamı sokamam!"

zeke gelin'e bakıp yutkundu. "onca yolu uykusuz tüketti! günlerdir uyumadı doğru dürüst! nasıl dayandı? acıya bunca dayanıklı olması iyi mi bir halkın? acaba halkımızı anlatmak için bilmem gerekenleri biliyor muyum? acaba altan biliyor mu? halkım biliyor mu sonsuz sabırlı olmanın kötülüğünü? öbür dünyada cennet var diye başını hep eğmesi, eğmesi; başını kaldırmaktan korkması, hep korkması.."

senin onları anlayabilmen için, onların seni anlaması gerekir!

fazla mı telaşlı yüzü, yoksa kanıksadı mı? biliyor mu her yüzün anlatmakla bitmez öyküleri olduğunu? yoksa öyküleri olsa ne olacak diye geçiştirmek mi istiyor bıkıntıyla?

"başınız sağ olsun! gerek kalmadı!"

ne çok öğrendim kısa zamanda!

öksüz mıstık pınarı'nda durdular. suyunun çok güzel olduğunu biliyor uzatmalı. hemen indi. doldurup boşalttı ciğerlerini; salladı kollarını havada. sonra içti dinlene dinlene. izin verdi; jandarmalar da içti. dinlenip birer daha içtiler. uzatmalı, "sen direksiyonun başında bekle!" dedi nuri'ye. topladı erleri çevresine. fısfıs ederek yukardaki görevle ilgili buyruklarını söyledi. "şakşuk! göz açtırmak yok! karşı gelene dipçik! hem de şakşuk yere toza! iki dakikanın içinde birbirine bağlayacağız itleri! hiç yüz vermeye gelmez anarşiklere! hımmm! ulan siz devleti ne sanıyorsunuz puştlar?"

uzatmalı, yukarı düzlüğe çıkardı öğrencileri. ileri geri biraz gezindi önlerinde. ellerinin birini manevra kayışına takıp konuşmasını sürdürdü: "bütün sorun nedir, bilir misiniz sayın öğrenciler? yasaları egemen kılmak! anladınız mı? açık söylüyorum, hiçbirinizin saçında, sakalında öğrenciyi andırır görünüş yok; anlaşıldı mı? fakat şimdi bunlar söz konusu değil! çadırlara girip beş dakika içinde eşyanızı toplayın! yalnız beş dakika izin verdim, altı değil! haydin, marş marş!"