8.06.2010

rüzgârda yapraklar

adonis



kışla kısalıp katlanan kanatlar
festivalimizde yayılır
parça parça dalgalar, kanatlar arasında
hayretle çınlayarak yarar
yorgun kirpiklerle dokunduğu caddelere
rüzgârın çığlığı sallamadan
görmeden akan yarayı, bizden
uzak, sardı sararmış
buğday gibi karşılıklı göğüsleri
sarstı ve ayırdı yüzleri.

tanrının önüne uzatır avucunu toprak
çocukların avucunda birikir su
feryattan soyuldu yüksek dağların dili
dünyanın kokusu ve şairlerin ölümü
gül oldu devrimin alnında açlık içinde
soldu kirpikler üzüntüden

boğulan harflerle battık
herhangi bir çığlık yok
veya bir lügat inleyen toprağın altında
nağmelerim ölüm için
mutluluk hasta nesnelerle nesnelerle
parça parça dağılan nağmelerim
ey sözlerin korkulan ilacı
ey sözlerin ilacı!

uyur gibi düşen taşın uyandırışı
çarpar gibi nesnelere
uyur gibi yıkanır tarih gözlerimde
ellerime düşer günleri
bir değerin düştüğü gibi

yaşamdan sonra kim gördü allah'ı
gündüz gözleriyle geceyi yazar
yapraklar yok olur sıcaklığıyla

hangi ateş aksa:
"alevin kalbi göründüğüm yıldızlarda"
hangi ayrılık söylese:
"gözleri mabettir."

uyardım sizi, yangın başladı ve çoğaldı
başladı çatlaklar
başladı hayat
ey sen, ey kül, ey durulan.

taşların ağzından duydum
"istemem adımlarımda
ağırlığı, apoletlerin
bu zincirin
titreyişlerinden ölürüm-
onda zincirin demirleri"
ve dedi: yoksula verilen bir tabak yemek
tuzağın çığlığıdır:
"saatler böyle geçiyor, geçiyorsa."

"ey bu rüzgâr
ey bu çocukluk
ey bu göz yaşından daha cesur
görünen kırık kirpiklerde."

beklerim bu ürken sözcüklerde
yaşarım yüzümü dost yüzümü
yüzüm bir yol
adınla ey toprak böyle uzar
büyülenir yalnızlığım
adınla ey ölüm ey dostum.

gözlerim yatağın başında
şarkılarımda korku nabız atar
-sen kimsin?
-yolunu şaşırmış ok.
nice dost ibadetsiz yaşar.

ey ağaçların üstünde ölen
ey dostum
çiçeklerin yoluyla çizdin yüzünü
adımlarının arkasında yürüdüm yorgun.

bağdat'a geldim
nehrin suyu ve otun kokusunda
kuşların gözlerinde