12.12.2019

düşünceler

pascal

sessizlik en büyük zulümdür. azizler asla sessiz kalmamıştı.

tutkuların etkisinde değilsek, sekiz gün ile yüz yıl arasında fark yoktur. bütün ihtilaflar en nihayetinde iki yüz yıl içindir.

kötülük hiçbir zaman adalet duygusuyla yapıldığı zamanki kadar eksiksiz biçimde ve sevinçle yapılamaz.

"amirler için bilmemek bir özür değildir; çünkü bilmeleri gerekirdi."

olasılığı ortadan kaldırın, insanları hoşnut etmenin yolu kalmaz. olasılığı ortaya koyun, artık onları hoşnutsuz edemezsiniz.

hiç pişmanlık duymayacak kadar kötü olduğunuzda, kimseyi gücendiremezsiniz.

okulda size boşluk diye bir şey olmadığı söylendiğinden, bu yanlış kanıyı kabul etmeden önce boşluğu açıkça kavrayan sağduyunuz artık körelmiştir; onu ilk haline döndürerek ıslah etmek gerekir.

kleopatra'nın burnu biraz daha küçük olsa, dünyanın hali bambaşka olurdu.

tek tek bütün meşgaleleri incelemeye gerek duymadan, hepsinin oyalanmanın bir türü olduğunu anlamak yeterlidir.

tutkular efendi olduğunda, zaafa dönüşür, ruha kendi besinlerinden verirler; tutkuların besiniyle beslenen ruh zehirlenir.

kukla

milan kundera

hayatın akışı içinde insanlar karşılaşır, çene çalar, tartışır, kavga ederler; birbirlerine uzaklardan, her biri zamanın farklı bir yerine dikilmiş bir rasathaneden seslendiklerini fark etmezler. zaman akıp gider.  onun sayesinde, öncelikle yaşarız; bu da demek oluyor ki, sanık ve yargıç oluruz. sonra ölürüz ve bizi tanımış olanlarla birlikte birkaç sene daha kalırız; ancak çabucak bir başka değişiklik olur: ölüler yaşlı ölülere dönüşür, kimse onları hatırlamaz artık, hiçlikte yitip giderler; yalnızca bazıları, çok çok nadiren, isimlerini hafızalarda bırakırlar; ancak bunlar da, yaşamış tüm şahitlerinden, tüm gerçek anılardan yoksun kalmış olarak kuklaya dönüşürler.

11.12.2019

mutlak

edwin fuller torrey

geçmişte, kararları dayandırabileceğimiz mutlak değerleri veren din olmuştur. bize söylendiğine göre düşük yapmak yanlıştır, pornografi yanlıştır, esrar içmek yanlıştır, kumar oynamak yanlıştır. böyle sorunlara çözüm bulmak için psikiyatriye başvurulmasına gerek yoktur. ya doğru olanı yapardın ya da cehenneme giderdin. yaşam basitti. bununla birlikte, dinsel etkileme öldüğü zaman, yeni birtakım mutlakların bulunması için bir araştırma yapıldı. psikiyatri, tıbbın kutsal suyu ile bunu kutsallaştırmak ve akıl sağlığının gerçek kaderi olarak önermek için can atmaktadır. bu bir sahte mesih'tir.

10.12.2019

yol

søren kierkegaard

herkesin kabul ettiği ve saygı gösterdiği nesnel bir hakikati dile getirerek akıllı olduğunu kanıtlamayı uman bir adam deli midir?

marcus aurelius carus: ruhun bilinçli hayatına dair bilginin anahtarı bilinçdışında yatar.

kibirli bir tine en çok ıstırap veren -çünkü bir mikroskoptan bakmak müthiş bir üstünlüktür- o tinsel kesinlik, her şeyin en alçak gönüllüsü, mevcut tek kesinliktir.

suskunluğun iç gözlemi bütün medeni sosyal ilişkinin koşuludur; içebakışın dışavurulmuş karikatürü bayağılık ve gevezeliktir.

tevazu, nedamet ve sorumluluk her şeyin "prensip gereği" yapıldığı yerde kolay kök salamaz.

derin türler kendilerini asla unutmazlar ve asla olduklarından başka bir şey olmazlar.

her şey bir yana, yürüme arzunu kaybetme. ben her gün sağlığıma yürüyor ve her türlü hastalıktan yürüyerek uzaklaşıyorum; en iyi düşüncelerime kendimi yürüyerek götürdüm ve şimdi insanın yürüyerek kurtulamayacağı hiçbir can sıkıcı düşünce bilmiyorum.

hareketsiz oturunca, ne kadar hareketsiz oturulursa hastalanmaya o kadar yaklaşılır.

benim hayat görüşüm papazınki gibidir: "hayat bir yoldur." o yüzden yürüyüşe çıkıyorum. yürüyüşe çıkabildiğim sürece hiçbir şeyden korkmuyorum, ölümden bile. sağlık ve kurtuluş yalnızca harekette bulunabilir. insan durmadan yürürse her şey yoluna girer. her şeyden yürüyerek uzaklaşabilirim!

din

john fowles

din, insan için her zaman yoğun biçimde bir özçıkar alanı olmuştur.

insanlık yüksek bir bina gibidir. kat kat bir yapı iskelesine gereksinim duyar. din üzerine din, felsefe üzerine felsefe; yirminci kat birinci katın yapı iskelesinden inşa edilemez. büyük dinler çoğunluğu bakmaktan ve düşünmekten alıkoyar.

napolyon bir zamanlar şöyle demişti: "toplum, servet eşitsizliği olmaksızın ve servet eşitsizliği de din olmaksızın var olamaz."

olası tek cennet, içinde bir zamanlar var olduğumu bilemeyeceğim cennettir.

bir efendinin bizi yönetmesini istiyoruz, ama efendimiz yok. hep nedensel ve hiyerarşik bir tarzda düşünüyoruz.

dünyamızın çevresindeki bu gizemli duvar ve ona ilişkin algımız bizi hayal kırıklığına uğratmak için değil, bizi yeniden şimdiye, yaşama, şu anki varoluşumuza yöneltmek için oradadır.

horatius: kutsanmış ayaktakımından nefret ediyorum, benden uzak tutun onları.

şükretmenin olayların gidişini etkileyebileceğini, olmasını istediğimiz şeylere yönelik bu insani tasarımlarımızın süreç içinde bizim lehimize araya girebileceğini varsaymak, en uzak atalarımızdan miras aldığımız bir delilik, bir yanılsamadır.

niçin olduğunu hiçbir zaman bilmeyeceğiz, yarını hiçbir zaman bilmeyeceğiz, bir tanrıyı ya da bir tanrının olup olmadığını hiçbir zaman bilmeyeceğiz, kendimizi bile hiçbir zaman bilmeyeceğiz.

dizeler


pek çok şafak vardır
henüz ışıldamamış olan
(friedrich nietzsche)

bu sabah kalktım ve bir bira daha içtim
gelecek belirsiz ve son hep çok yakında
(jim morrison)

zamanın soytarısı değildir sevgi
o değişmez kısacık günlerle haftalarla
direnir ve katlanır mahşerin ucuna dek
(william shakespeare)

bendim, diyor bir eski zaman kuğusu
şahane ve umutsuz kanat sıyıran
(stephane mallarme)

anlaktır, uyanıklıktır doğuran ve düşleyen
uykudur açık seçik gören
imge ve sanrıdır bakan
eksiklik ve boşluktur yaratan
(paul valery)

şu dünyada insanca yaşamak da yoksa
ne kalıyor geriye yüzyıllardan
(behçet necatigil)

değil mi ki hayat sonsuza dek sürmez
ölüler asla dirilmezler
ve en yorgun ırmaklar bile
bir yerde ulaşırlar denize
(algernon charles swinburne)

yine özgürlük! yine senin bayrağın, yırtılmış ama uçuyor
rüzgara karşı yıldırım gibi dalgalanıyor
(lord byron)

9.12.2019

sefil

pascal

insana tüm doğası hakkında bilgi veren iki şey vardır: içgüdü ve deneyim.

insanın yüceliği, sefilliğini bilmesindedir. ağaç, sefil olduğunu bilmez. şu halde, sefilliğini bilmek sefil olmaktır; fakat insanın sefil olduğunu bilmesi onun yüceliğidir.

üzerimize çöreklenen bütün sefillikleri görmemize karşın, bize moral veren bastıramadığımız bir içgüdüye sahibiz.

insanın en büyük alçaklığı şan ve şöhret peşinde koşmasıdır. fakat bu aynı zamanda onun mükemmelliğinin de en büyük alametidir. çünkü ister mülk ister sağlık, dünyada neye sahip olursa olsun, diğer insanların takdiri olmadan tatmin olmaz insan. insanların görüşlerine o kadar çok değer verir ki dünyada ne tür bir üstünlüğe sahip olursa olsun, eğer insanların gözünde de üstün değilse hoşnut olmaz. dünyadaki en güzel konumdur bu sonuncusu; insanı bu arzudan döndürebilecek hiçbir şey yoktur. insan kalbinin en değişmez mizacı budur.

8.12.2019

detay

scott adams

ne kadar hızlı hareket edersen et, asla ufuk çizgisine ulaşamazsın.

yer kavramı, gayrimenkul mülkiyetine uygulandığında veya birine dükkana giden yolun tarifini verdiğinde faydalı bir ilüzyondur. fakat mutlak güce sahip bir tanrı'nın bakış açısından görüldüğünde, yer kavramı saçmadır.

gerginlik, tüm mutsuzlukların sebebidir ve sınırsız çeşitte, hepsi de ortak bir nedenden gelir. gerginlik, olasılıkla savaşmanın sonucudur ve yaptığın şeyle, olasılıkla uyumlu olarak yapman gerektiğini bildiğin şey arasındaki sürtüşmedir.

bir bozuk parayı yeterli sıklıkta havaya atarsan, en nihayetinde art arda bin kez tura gelecektir.

şimdiki hayatında, vücudundaki her hücre defalarca öldü ve yenileriyle yer değiştirdi. şimdiki vücudunda, doğduğun anda olan hiçbir şey yok.

bence oldukça ilginç biriyim fakat başka kimse böyle düşünmüyor.

kadınlar kendilerini ilişkileri üzerinden tanımlarlar.

dürüstlük, yemek gibidir. ikisi de gereklidir fakat ikisinin de fazlası rahatsızlık yaratır. başarılarını hafifsediğinde, insanların kendi başarıları konusunda daha iyi hissetmelerini sağlarsın.

fırsatları fark edebilme kabiliyeti başarı için elzemdir.

zeka, farkındalık seviyende işlevini ne derece yerine getirdiğinin ölçüsüdür. zekan, hayatın boyunca hemen hemen aynı kalacaktır. farkındalık, zekadan tamamen farklıdır; farkındalık, ilüzyonlarını oldukları gibi anlamayı içerir. pek çok insanın farkındalığı, hayatları boyunca bir veya iki seviye ilerler.

tıpkı noel baba gibi, tarih olarak kabul ettiğimiz pek çok şey basitçe uydurma.

dünyayı değiştirebilen tek şey fikirlerdir. gerisi detaydır.

7.12.2019

sosyal medya

guy standing

bu dijital dünyanın tefekkür ya da düşünmeye hiç saygısı yok; anlık uyarı ve tatmin sağlıyor ve beynin kısa dönemli karar ve tepkiler vermesine yol açıyor. bunun birtakım avantajları olmasına rağmen aynı dijital dünya, aydın zihin ve bireysellik fikrini zayiat hanesine yazmamızın da sebebi.

farklı bilgi, deneyim ve öğrenme biçimlerine sahip bireylerden müteşekkil bir toplumdan pek çok insanın toplumsal olarak kurulmuş ve çabucak edinilmiş, orijinallik ve yaratıcılıktan ziyade grup onayına dayalı görüşlere sahip olduğu bir topluma doğru gidişat var. ortalık sürekli kısmi dikkat ve bilişsel yetersizlik gibi havalı terimlerden geçilmiyor.

can sıkıntısının ve akıp gitmeyen zamanın tefekkür potansiyeline, düşünüp taşınmaya; geçmiş, şimdi ve hayal edilmiş bir geleceğin sistematik olarak birbirine bağlanmasına hürmeti olan aydın zihin, elektronik olarak harekete geçirilmiş adrenalin akınlarının bombardımanına maruz kalıyor.

teknolojinin iyi ve kötü sonuçlarına dair tartışmalar muhtemelen yıllar boyu sürecek ve herhangi bir sonuca da bağlanmayacak. ancak bazı endişelerin altını çizmekte fayda var. bunlardan en çok tartışılanı "kolektif dikkat eksikliği sendromu."

sürekli bağlantı halinde olmak, zayıf bağları güçlendirirken güçlü bağları zayıflatıyor. cep telefonuna gelen bir arama ya da mesaj, kişisel sohbetleri ve başka aktiviteleri sekteye uğratıyor. e-postaları kontrol etmek ya da cevaplamak konsantrasyonu bozuyor. insanların daha çok tanışmamış olduğu "arkadaşlarıyla" facebook ve başka sosyal medya aracılığıyla kurdukları bağlantı, özel hayata saldırı halini alıyor. huzursuzluk tetiklenirken sabır ve kararlılık gibi özellikler giderek aşınıyor.

evlilik

erica jong

evliliğin tehlikesi hep bir ikili çılgınlık oluşu. kendi deliliğinin nerede bittiğini, eşinin çılgınlıklarının nerede başladığını kestiremez olur kişi. ya yeterinden az, ya yeterinden fazla suçlar kendini. üstelik bağımlılığı sevgiyle karıştırma eğilimini gösterir.

zeka bölümünüz ister 70 olsun ister 170, beyniniz yıkanmıştır. davranışlarınız, konuşmanız bir liseli olmadığınızı gösterse bile, bu fark yüzeyde kalır. içten içe, en akıllı kızlar bile, tutkulu bir aşık, insanın soluğunu kesecek bir erkek özlemi; sabun köpükleri, ipekliler, satenler -ve tabii- bol para düşleri içinde yaşarlar.

aşıkların en büyük düşmanıdır sıkıntıyla bıkkınlık. ihtirası öldüren silahtır.

insan evlendiği erkeği ne kadar severse sevsin, gün gelir, kocasıyla yatmak eritme peynir yemekten fazla bir tat vermez olur. doyurucu; hatta şişmanlatıcıdır; gelgelelim ağzınızı sulandırmaz, yavandır. oysa özlemi çekilen şey, tam kıvamında bir rokfor, az bulunan yumuşacık, yağlı bir keçi peyniridir çokluk.

6.12.2019

mutluluk

alain

bir adam yapacak ya da yıkacak bir şey bulamadı mı pek mutsuz olur.

epiktetos: sen istedikten sonra karga da sana uğur getirir.

bütün güzel şeyler güç ele geçer.

neşenin nüfuz ve itibarı yoktur; çünkü gençtir; oysa keder bir tahta oturmuştur, ona herkes saygı gösterir.

la rochefoucauld: daima başkalarının dertlerine katlanacak kadar kuvvetimiz vardır.

"tek başına yaşayan ve karşılayamayacağı hiçbir ihtiyacı, hiçbir kaygısı olmayan adama acırım; bir parça hastalanmaya ya da ihtiyarlamayagörsün, hali yamandır; çünkü kendini düşünmeye çok vakti olacaktır. hep kaygılı, borçlarından kurtulmayı bir türlü başaramayan bir aile reisi, görünüşe rağmen, çok daha mutludur; çünkü midesinin iyi hazmedip etmediği ile meşgul olmaya vakti yoktur."

küçük sıkıntılarından bahsetmezsen onları unutur gidersin.

neşeyi davet eden bütün düşünceler sağlığa da yararlıdır.

bütün korkulara ve bütün zorba düşüncelere karşı ilaç aynıdır: doğruca üstüne yürümeli ve ne olduğunu görmelidir.

epiktetos: fırtınadan korkuyorsun, sanki şu koskoca denizi yutacakmışsın gibi; oysa seni boğmaya bir fıçı su yeter.

mutlu olmaya niyet etmedikçe insanın mutlu olması mümkün değildir.

le sage: önce mutlu olun; çünkü mutluluk barışın meyvesi değildir, mutluluk barışın ta kendisidir.

başkalarına ve kendimize karşı iyi davranmak. herkesin yaşamasına yardım etmek ve kendi kendimize yardım etmek: işte asıl din. iyilik mutluluktur. sevgi mutluluktur.

5.12.2019

faşizm

john fowles

faşizm ile hayal gücü bağdaşmaz.

faşistler tek kutuplu bir toplum kurmaya girişirler. herkesin yüzü güneye bakmalıdır, hiç kimse kuzeye bakmamalıdır. ne var ki, böylesi toplumlarda buyurulan şeyin karşı kutuplarına doğru kaçınılmaz bir çekim vardır. eğer insana geleceğe bakması emredilirse o şimdiye bakar. eğer ona tanrı'ya tapınması emredilirse o insana tapınır. eğer ona devlete hizmet etmesi emredilirse o kendine hizmet eder.

iyi insan toplumu, içinde hiç kimsenin niçin uzlaştığını düşünmeden uzlaşmadığı; içinde hiç kimsenin niçin itaat ettiğini düşünmeden itaat etmediği ve içinde hiç kimsenin korku ya da tembellikten ötürü uzlaşmadığı bir toplumdur. böylesi bir toplum faşist bir toplum değildir.

bütün devletler ve toplumlar başlangıç hallerinde faşisttirler. tek kutuplu olmaya, ötekileri uzlaştırmaya uğraşırlar. faşizmin gerçek panzehiri bu yüzden varoluşçuluktur, sosyalizm değil.

varoluşçuluk doğası gereği, bütün toplum örgütlenmelerine ve bireye istediği kadar ait olmayı seçme olanağı tanımayan inanca düşmandır.

varoluşçuluk insanın bütün düşünce sistemlerine, ruhbilim kuramlarına ve onu bireyselliğinden yalıtmaya girişen toplumsal ve siyasal baskılara karşı başkaldırısıdır.

kaplan

alberto manguel

buenos aires hayvanat bahçesi'ndeki kaplan, bir yazarın hiçbir zaman, düşlerinde bile ulaşamayacağı kusursuzluğun alev alev yanan bir simgesidir. kaplanlar, çocukluğundan beri borges'in simgesel hayvanıydı. bir keresinde, kipling'in, içinde kaplan ruhu geçen bir öyküsünü okurken, "kaplan olarak doğmamamız ne büyük talihsizlik!" demişti. üç dört yaşlarındayken, eve gitme zamanı geldiğinde kaplan kafesinin önünden ayrılırken yaygara kopardığını anımsıyordu annesi; ayrıca ilk karalamalarından biri de, bir müsvedde defterinin iki sayfasına birden, renkli pastel boyalarla çizdiği, çizgili bir kaplandı. daha sonraları, buenos aires'teki hayvanat bahçesinde gördüğü jaguarın lekeleri, hayvanın kürküne basılmış bir tür yazı sistemi hayal etmesine yol açmıştı: bunun sonucunda da "tanrı'nın yazısı" adlı o harika öykü doğmuştu.

kaplanlardan söz açıldığında, kız kardeşi norah'nın ikisi de küçükken yaptığı bir gözlemi aktarırdı: "kaplanlar sanki sevgi için yaratılmışlar." ölümünden birkaç ay önce, arjantinli zengin bir toprak sahibi borges'i estancia’sına davet etti ve bir sürpriz sözü verdi. yaşlı adamı bahçedeki bir banka oturttu ve yalnız bıraktı. birden borges yanıbaşında iri ve sıcak bir beden hissetti, ardından da omuzlarına dayanmış iri patiler. estanciero'nun evcil kaplanı, onu düşleyen adama saygılarını sunuyordu. hiç korkmadı borges. yalnızca çiğ et kokan sıcak nefesinden rahatsız oldu. "kaplanların etobur olduğunu unutmuşum."

4.12.2019

kadın

hüseyin rahmi gürpınar

sevildiklerini anlayan kadınlarda sizi daima arzularına boyun eğdirmek isteyen bir manyetizmacı ruhu vardır.

daha dün başkaları önünde asıl isminin söylenmesi büyük bir ayıp, hatta günah sayılan bacı veyahut eş, bugün kısacık püften bir havluya bürünmüş olarak çırılçıplak teklifsizliğiyle meydana çıkıverdi. medeniyetin coşku veren tesiri altındaki bu kabak gibi açılışa içimizde sevinenler, ağlayanlar var.

okuma yazması olmayan bir kadın, karılık bakımından kocasını âlim bir karıdan daha çok memnun ve mutlu edebilir.

kocakarılarda genç kızlara karşı kabarmaya bahane arayan sürekli bir öfke vardır.

kadın kalbinde bazen öyle şımarıklıklar kaynar ki en sevdikleri erkekten en hakaretamiz sözler ve tavırlarla hınç alırlar.

dua

emerson: sıkıcı insanlar dua eder; dahiler ise umursamaz şakacılardır.

hipokrat: duaların, nazarlıkların ve büyünün işe yaradığı tek yer, hastanın inancının dışavurumudur.

robert g. ingersoll: yardım eden eller, dua eden dudaklardan çok daha yararlıdır.

wendy kaminer: tanrı'nın var olduğuna ve onların dualarına kulak verdiğine inanan insanlar, ağaçlarla konuşan ya da amerika yerlilerinin ruhlarına kanallık ettiklerini iddia eden insanlarla alay etme haklarından feragat etmişlerdir.

jomo kenyatta: misyonerler buraya geldiklerinde, afrikalıların elinde toprak, misyonerlerin elinde ise incil vardı. bize gözlerimizi kapatarak nasıl dua edeceğimizi öğrettiler. gözümüzü açtığımızda, toprağın onların elinde, incil'in ise bizim elimizde olduğunu gördük.

gypsy rose lee: dua etmek sallanan bir sandalyede oturmak gibidir, size yapacak bir şey verir; fakat sizi hiçbir yere götürmez.

emo philips: çocukluğumda, her gece yeni bir bisiklet için dua ederdim. sonra tanrı'nın, tüm bilgeliğiyle, böyle çalışmadığını fark ettim. bu yüzden bir bisiklet çalıp ondan beni affetmesini istedim.

thomas szasz: eğer tanrı'yla konuşursanız bu, dua etmektir; eğer tanrı sizinle konuşursa şizofrensiniz demektir. eğer ölüler sizinle konuşuyorlarsa bir tinselcisiniz; eğer siz ölülerle konuşuyorsanız yine bir şizofrensiniz.

lemuel k. washburn: dua, boş bir kuyunun pompası gibidir; çok fazla ses çıkarmasına rağmen, suyun akmasını sağlamaz.

3.12.2019

niteliksiz adam

ernst fischer

niteliksiz adam, görünüşte romanın içeriğiyle hiçbir ilintisi bulunmayan küçük bir olayla başlar. bir kamyon bir yayayı ezmiştir. bir bey ile bir hanım yaklaşırlar.

"hanım, kalbiyle midesi arasındaki boşlukta acıma diye nitelendirmekte haklı olduğu nahoş bir şey hissetmekteydi; bu, ne olduğu belirsiz, felce uğratıcı bir duyguydu. bey, bir süre sustuktan sonra ona şöyle dedi: 'burada kullanılan bu ağır kamyonların fren mesafesi çok uzun.' hanım, bunu duyunca rahatladığını duyumsadı ve sıcak bir bakışla teşekkür etti. bu sözcüğü herhalde daha önce de duyduğu olmuştu; fakat fren mesafesinin ne olduğunu bilmiyordu ve bilmek de istemiyordu. bu iğrenç olayın böylece belli bir düzene yerleştirilebilmesi ve kendisini artık doğrudan ilgilendirmeyen bir teknik soruna dönüşmesi, ona yetiyordu."

bu görünüşte önemsiz olay, ortaya bir leitmotif çıkarır: insanlar ancak bir düzen içerisinde yaşayabilirler. iç düzen yitirilmiştir ama burjuva insanı kendisi için çoktan yabancılaşmış ve anlaşılmaz olmuş bir dış düzene sarılmaktadır. yeni gerçekliği algılamaksızın, özünü tekerlemenin oluşturduğu, salt görünürde var olan bir dünyada yaşamaktadır. anlamını kavramadığı ama kendisine tanıdık gelen herhangi bir söylem, onu rahatlatabilmektedir. tedirginliğin sesi bastırılmaktadır ve burjuva insanı, sorumluluğundan kurtarılmıştır. iğrenç olan, artık onu ilgilendirmemektedir. iğrençlik, teknik bir soruna dönüşmüştür. bu sorun konusunda yetkili olanlar artık uzmanlardır, teknisyenler, politikacılar, bürokratlardır, herhangi biridir, sorumlu olmayan tek kişi, "burjuva bireyi"dir.

musil, yeni ve tedirgin edici bir gerçekliğin ayrıntılarını acımaksızın, burjuvaya tanıdık gelen bir söylemle açıklamaya kalkışmaksızın, şoka uğratırcasına betimlemekte kararlıdır. ayrıntıyı en uç noktaya kadar yoğunlaştırır; çünkü amaç burjuva insanını rahat ettirmek değildir. başkaldıran yazarın görevi, burjuva insanını tedirgin etmektir.

çürüme

carson mccullers

bu dünya zulüm ve kötülükle doludur. bu kürenin dörtte üçü savaş ve baskı altında. yalancılar ve şeytanlar birleşmiş durumda, bilen insanlarsa tek tek ve savunmasız.

nereye bakarsan bak adilik ve çürüme var. insan, adiliği edilgen olarak da olsa kabul etmeden yaşayamaz. kimileri, yediğimiz her lokma, giydiğimiz en küçük şey için geberesiye çalışır ve kimse bilir görünmez bunu. herkes kördür, dilsizdir, kafasızdır; budala ve adidir.

ama de ki bir adam bilsin. dünyayı olduğu gibi görür ve o bütün bunların nasıl olageldiğini görmek için binlerce yıl geriye bakar. sermayenin ve iktidarın yavaş birleşimini, bir araya toplanışını seyreder, bugünkü zirvesini görür. insanların, yaşamak için nasıl birbirlerini soymak zorunda olduklarını görür. çocukların açlıktan öldüğünü, kadınların karınlarını doyurmak için haftada altmış saat çalıştıklarını görür. koca işsizler ordusu belasını ve boş yere harcanan milyarlarca doları, binlerce millik toprağı görür. savaşın yaklaştığını görür. insanların acı çekerken nasıl zalimleştiklerini ve içlerinde bir şeyin öldüğünü görür. ama asıl gördüğü şey, dünyadaki tüm düzenin yalan üzerine kurulduğudur. ve bu, parlayan güneş kadar açık olmasına rağmen, bilmeyenler bu yalanla o kadar uzun zamandır yaşamaktadırlar ki, görmezler bunu.

halk için tek çözüm yolu bilmektir. bir kere gerçeği öğrenir öğrenmez baskı altına alınamazlar artık. yarısı bile bilse gerçeği, tüm savaş kazanılır.

2.12.2019

alçakgönüllü bir öneri

jonathan swift

yergi öyle bir aynadır ki ona bakanlar orada herkesin yüzünü görürler de kendilerininkini görmezler; bu da şu yeryüzünde yergilerin pek etkili olmamasının, yergilerden çok az sayıda insanın gücenmesinin başlıca nedenidir.

öfke ve kızgınlık bedene güç verse de ruhu gevşetir ve onun bütün çabalarını zayıflatarak etkisiz kılar.

zaman da bizlere yaşlı insanların boş bir çabayla kafamıza sokmaya çalıştığı düşünceleri ve dersleri verir ama kulak verilen tek vaizdir.

cam fabrikalarında işçiler yanan ateşe çok az taze kömür atarlar. bunlar ilk atıldığında alevlerin keyfini kaçırmış gibi görünür; ama aslında onları canlandırır. bu da zihnin tutkulara hafifçe gem vurmasına benzer, zihin tutkuların ateşini söndürmeyecektir.

yaşamın sunduğu tüm avantajlara sahip insanlar, düzensizliğe ya da bozulmaya yol açacak pek çok rastlantının tehditkar gölgesi altında yaşarlar; oysa onları memnun edebilecek rastlantılar pek azdır.

küçük düşürmenin, korkaklar için uygun bir ceza olduğunu düşünmek akıllıca değildir; çünkü onurlarını gözden çıkarmamış olsalar korkak olmazlardı. korkaklar için en uygun ceza ölüm cezasıdır; çünkü en çok ölümden korkarlar.

bu yaptığımız gelecekte hep anılacak, gelecek kuşaklar hep bunu konuşacak. oysa, gelecek kuşaklar kendi dönemlerini ve düşüncelerini, kendilerine özgü şeyler olarak görecek, tıpkı bizim bugün yaptığımız gibi.

başkalarına çokça yararı dokunan, ancak kendisinin hiçbir yararını görmediği nice güzel özellikler taşıyan insanlar tanıdım; bu özellikler, bir evin önündeki güneş saatine benzer; komşular ve yoldan geçenler bu saatten yararlanır, ama sahibi yararlanamaz.

stoacılara özgü o gereksinmeleri ve arzuları tırpanlayarak karşılama alışkanlığı, ayakkabıya gereksinme duyduğumuzda ayaklarımızı kesmeye benzer.

insan sokakta yürürken çevresini gerçekten gözlemleyecek olsa, gördüğü en mutlu kimseler cenaze arabaları içindekiler olur.

akıllı ve basiretli davranış, en son, başına gelen bir talihsizlik karşısında utanç ve suçluluk duygusuna kapılan bir adamdan beklenir.

servetin ne denli güç getirdiğini ancak acı çekenler kabul eder; çünkü mutlu insanlar bütün başarılarını basirete ya da yeteneğe bağlama eğilimindedir.

üstün erdemleri olan birini hakkınca övmek zordur, üstün kötülükleri olan birini de hakkınca yermek zordur. ılımlı, vasat karaktere sahip insanlar söz konusu olduğundaysa her ikisini de yapmak oldukça kolaydır.

övgü, mevcut iktidarın kızıdır.

iyi olsun, kötü olsun çoğu eylemin nihai nedeninin insanın kendisine duyduğu sevgi olduğu kabul edilir; ama bazı insanların öz sevgisi onları başkalarını mutlu etmeye iter, başkalarınınkiyse yalnızca kendilerini mutlu etmeye. erdemle kötülük arasındaki ana ayrım budur.

dünya bir kez bizleri kötüye kullanmaya başlamayagörsün, sonrasında vicdan azabı ya da törenleri de azaltarak aynı muameleye devam edecektir.

ortada büyük sorunlar olmadığında küçük sorunlar da insanı huzursuz etmeye yeter. koca bir kayaya rast gelmediğinde insan küçük bir çıkıntıda bile sendeleyecektir.

apollon hem hekimlik tanrısı hem de insanları hastalıklarla cezalandıran tanrıydı. kökeninde her ikisi de aynı meslekten gelir, aynı bugün de olduğu gibi.

bazen izleyen biri, oyunu, oynayanlardan daha iyi görür.

augustus şans getiren bir adı olan bir eşekle karşılaşınca kendisini güzel günlerin beklediğine inanmış, haklı da çıkmış. ben pek çok eşekle karşılaşıyorum; ama hiçbirinin şans getiren adları yok.

gerçek anlamda çok az insan gerçekten bugünü yaşar, çoğunluğu bir başka zaman yaşamaya başlayabilmek adına bekler ve biriktirir.

bir hastayı iyileştirme yolunda atılacak ilk adım hastalığı tanımaktır.

büyük kentte ya da taşrada yürüyenler için, caddelerde, sokaklarda, derme çatma kulübelerin kapıları önünde paçavralara bürünmüş, gelen geçen herkesi birkaç kuruş sadaka vermeleri için sıkıştıran, peşinde üç, dört, belki altı çocukla dolanan bir dolu dilenci kadın, hiç kuşkusuz insanın canını sıkan bir manzaradır.

hakikat, bir kuyunun dibinde yaşar.

her zaman boş kavanozların daha çok ses çıkardığını gözlemlemişimdir.

doğanın gizli köşelerine dalabilecek olsaydık, en ince çim yaprağının ya da en küçük yaban otunun bile kendine özgü bir faydası olduğunu görürdük. doğa en çok en küçük yaratımlarında hayranlık uyandırıcıdır; en küçük ve en hor gördüğümüz böcek doğanın sanatını en derinden anlar.

29.11.2019

uzun lafın kısası

thomas bernhard: ben bu dünyada ve bu insanların arasında artık benim için değerli olan hiçbir şey bulamıyorum.

aleksandra kollontay: aşkın, içtiğimiz su gibi, doğal ve temiz olması için özgür ve paylaşılır olması gerekir. yeni bir ahlak anlayışı ve günlük hayatta radikal bir değişim olmadan tam bir özgürlük yaşanamayacaktır.

jean meslier: din, her dönemde, insan ruhunu karanlıklarla doldurmaktan, gerçek bağlılık ve ilişkileri, gerçek görevleri, gerçek çıkarları hakkında, onu tam bir cehalet içinde bulundurmaktan başka bir şey yapmamıştır.

john fowles: hiçbir şey servetten daha fazla farklılaştırmaz, hiçbir şey yoksulluktan daha fazla benzer kılmaz. yoksulluğun korkunç yanı, insanı aç bırakmasından çok aç bırakırken durağanlaştırmasıdır.

arthur koestler: kaos dünyaya egemen olduğu sürece tanrı tarihsel bir yanlıştır ve insanın kendi vicdanıyla uzlaşmalarının hepsi yalandır. içinden gelen o lanet olası ses her ne zaman yükselirse kulaklarını tıka.

william s. burroughs: fikirlerim suça, inanılmaz keşif seyahatlerine, insanın yapısını darmadağın edecek bir duygu ya da davranış aşırılığına, aşırı bir eylem olarak kendimi ifade etmeye yöneliyor.

neval el-saadavi: kadınlar işlerini kaybedip fahişe olmaktan korkarlar; çünkü fahişelerin yaşantısının kendilerininkinden iyi olduğunu bilmezler.

james connolly: savaş alanındaki ot, darağacındakinden daha çabuk büyür. özgür olmak için unutmamak zorundasınız. insanları isyan ettiren şey, özgürleşecek torunları hakkındaki düşler değil, köleleştirilmiş ataların anılarıdır.

eduardo galeano: kakao güneşe ihtiyaç duymaz; çünkü onu içinde taşır. içindeki güneşten çikolatanın bize verdiği zevk ve keyif doğar.

frederic gros: ebediyetin ağır nefesi karşısında gündeliğin kesik nefesi anlamsız ve hastalıklı bir çırpınmadır.

guy standing: hayatını sürekli olarak geçici işlerle idame ettiren bir kişinin varoluşu risklerle doludur.

jean-jacques rousseau: onca felsefenin, insaniyetin, nezaketin ve haşmetli vecizenin ortasında, yanıltıcı ve boş bir dış görünüşten, faziletsiz şereften, irfansız akıldan ve mutluluk barındırmayan hazdan başkası yok elimizde.

28.11.2019

prekarya: yeni tehlikeli sınıf

guy standing

hayatını sürekli olarak geçici işlerle idame ettiren bir kişinin varoluşu risklerle doludur.

prekarya, "precarious" (güvencesiz) sıfatı ile "proletariat" (proletarya) isminin birleşmesiyle oluşan yeni bir terimdir.

prekaryaya dahil olanların kendilerine saygısı yoktur ve yaptıkları işin de sosyal değeri bulunmaz. başarılı olsunlar ya da olmasınlar, saygıyı başka yerlerde ararlar. eğer başarılı olurlarsa, çok da kabul görmeyen ve geçici olarak yaptıkları işlerine atfedilen nafilelik duygusu azalabilir; zira statü konusundaki engellenmiş olma duygusu da aynı şekilde azalacaktır. ancak prekaryada sürdürülebilir öz saygı bulma hüneri kesinlikle yeterli değildir. sürekli olarak bir şey yapıyor olmaya karşın yalnız bir kalabalık içerisinde izole olma tehlikesi mevcuttur.

dünyanın her yerinde sağ politika, kamuda ücretleri, sosyal hakları ve istihdam güvenliğini budamaya dair saldırıları yoğunlaştırmak için ekonomik durgunluğu kullandı.

dünyada sayıları bir milyarı aşan 15-25 yaş arasındaki gençler, tarihin en geniş genç nüfusunu oluşturuyor ve gelişmekte olan ülkelerde de çoğunluğu oluşturuyorlar. dünya bir taraftan yaşlanıyor olabilir ama gençlerin de sayısı oldukça fazla ve onların canını sıkacak çok şey var.

güvencesiz çalışma koşulları nedeniyle daha fazla sayıda genç erkek, ihtiyaç olur diye aileleriyle beraber ya da onlara yakın yerlerde yaşıyor ki bunların bazıları kırklı yaşlarda olabiliyor.

"işlerimiz ve yaşadığımız evler kısa dönemli sözleşmelere dayanıyor. hayatlarımız dolambaçlı yollardan müteşekkil. birçoğumuz için hayatlarımızdaki tek sabit nokta, çocukluğumuzun geçtiği ev. ülkeyi hayata döndürecek nesil bir türlü harekete geçemiyor. bu arada borçlarımız büyüyor, işler giderek azalıyor ve hayatlar da zorlaşıyor." (ed howker & shiv malik)

çağlar boyunca eğitim, aklın olgunlaşmamış kapasitesini geliştirmesine yardımcı olacak, özgürleştirici, sorgulayıcı ve sistemi alaşağı edebilecek bir süreç olarak düşünüldü. aydınlanma'nın özünde insanın dünyayı şekillendirip kendisini de öğrenme ve tefekkür aracılığıyla daha düzgün bir birey haline getirebileceği düşüncesi yatar. piyasa toplumunda bu rol, giderek marjinalleştiriliyor.

sovyetlerdeki eski bir şakaya göre işçiler şöyle diyorlar: "biz çalışıyor gibi yapıyoruz, onlar da bize para veriyor gibi yapıyorlar." bu şakayı günümüzde eğitim için şöyle uyarlayabiliriz: "onlar öğretir gibi yapıyorlar, biz de öğreniyor gibi yapıyoruz." elitler açısından değil ama çoğunluk açısından aklın basite indirgenmesi bu sürecin bir kısmı. dersler, geçme oranları yükselsin diye basitleştiriliyor.

"yaşadığımızı kanıtlamanın tek yolu ölmek. belki de foxconn çalışanları ve bizim gibi kırdan göçüp gelen işçiler için ölüm, yaşadığımızı belgelemenin tek yolu. hayatta kaldığımız dönemde elimizde ümitsizlikten başka bir şey yoktu." (foxconn'daki on ikinci intihar girişiminden sonra çinli bir işçinin bloğundan)

iyi bir toplumun empati kurabilen ve kendisini başkasının yerine koyabilen insanlara ihtiyacı vardır. empati ve rekabet duyguları sürekli olarak bir gerilim içindedir. rekabetin başladığı dönemlerde insanlar başkalarından malumatları, birtakım gerekli iletişim bilgileri ve çeşitli kaynakları, rekabet avantajını kaybetmemek amacıyla gizlerler. başarısızlık veya sadece sınırlı bir statü elde etmeye dair korku, empati kurulmasının kolaylıkla önüne geçer.

üniversitelerin girişimcilik ve işletmelere hizmet etmesi gerektiğini savunan kişiler, geçmişin entelektüellerine kulak vermeli. felsefeci alfred north whitehead şöyle diyor: "üniversitenin varoluş nedeni, bilgi ve hayat arzusunun yanı sıra eski ve yeni arasındaki bağlantıyı, öğrenmenin yaratıcı boyutu temelinde korumasına dayalıdır."

john stuart mill de rektör olduğu yıllarda şunu söylemişti: "üniversitelerin asıl amacı, insanların geçinmesine yönelik bilgilerin öğretilmesi değildir. amaç yetenekli avukatlar, doktorlar ya da mühendis yetiştirilmesi de değil. asıl amaç, yeterli ve kültürlü insanlar yetiştirilmesidir."

prekarya, eğitimin ticarileştirilmesi ilkesini reddetmeli. kültürsüz insanların durdurulması şart.

25.11.2019

yürümenin felsefesi

frederic gros

"tanrım, soğuk çökünce çayırlara." (arthur rimbaud)

bir kez ayakları üstünde dikildi mi, olduğu yerde kalamaz insan.

ruh bedenin gururudur.

hızın zaman kazandırdığı bir yanılsamadır. hesap ilk bakışta kolaydır: yapacaklarını üç saat yerine iki saatte yapıp bir saat kazan. fakat bu, günün her saati birbirine eşitmişçesine yapılan soyut bir hesaplamadır.

aslında bizi yalnızlığa sürükleyen, çoğunlukla başkasıyla karşılaşmaktır. sohbet kendinden ve farklılıklarından bahsetmeye götürür kişiyi. ve bu başkası bizi, tarihimiz ve kimliğimiz içindeki, bencil ve yalanlar söyleyen özümüze taşır yavaş yavaş. sanki hep öyleymişiz gibi.

yalnızlıklar nasıl muhtelifse sessizlikler de muhteliftir.

düşünce ne kadar hafifse o kadar çok yükselir ve kanaatin, takdirin, yerleşik düşüncenin dipsiz bataklığından hızla uzaklaşarak derinleşir.

ebediyetin ağır nefesi karşısında gündeliğin kesik nefesi anlamsız ve hastalıklı bir çırpınmadır.

henry david thoreau: bir şeyin maliyeti aslında, ister derhal ister uzun vadede olsun, hayatta neye mal olduğuyla ölçülür.

yoksulun tek zenginliği bedenidir.

hakikat, doğayı en vahşi, en ilkel haliyle tecrübe ettiğimizde ortaya çıkar: rüzgar tenimizi dövdüğünde, güneş başımızı döndürdüğünde, şiddetli fırtınalar bizi savurduğunda.

bir gün bir çeşmede, suyu avuçlarıyla içen bir çocuğa rastlayan diogenes bir an durduktan sonra şaşkınlıkla, "diogenes", der, "aldın mı boyunun ölçüsünü?" bereketsiz heybesindeki ahşap kupayı çıkarıp muzafferane bir gülümsemeyle uzağa fırlatır. mutludur; çünkü bir yükten daha kurtulmuştur.

huzur, korku ve umudun yarattığı tedirgin dalgalanmalardan kurtulmuş olmak ve hatta kendini bütün kesinliklerin ötesine konumlandırmaktır.

can sıkıntısı, boş zihinle karşılaşan bedenin hareketsizliğidir.

24.11.2019

cümlemiz

ziya osman saba


şu garip yeryüzünde anlaşılmaz ömrümüz
gelip yanıbaşıma boynunu büken öksüz
evladı gitmiş ana, siyah yeldirmeli dul
son kalan eşyasını mezada veren yoksul
fakirin iç çekişi, zenginlerin usancı
gurbete düşmüş yolcu, yolcu bekleyen hancı
şu anda yer altına günahıyla gömülen
büyük tımarhanede kahkahalarla gülen
ölü, ölü yıkayıcı, hasta, hasta bakıcı
allahım, cümlemize acı

23.11.2019

the dark knight

christopher nolan

işler düzelmeye başlamadan önce hep kötüye gider.

insanı öldürmeyen şey tuhaflaştırır.

ya kahraman olarak ölürsün ya da yeterince uzun yaşayıp bir haine dönüştüğünü görürsün.

bir işi iyi yapıyorsan asla bedava yapmamalısın.

peşine düşülmesi insanın net görmesini sağlar. kaybetmeye dayanamayacağı şeyleri düşündürür insana. ömrünün sonuna kadar kimle olmak istediğini.

bazı insanlar para gibi "mantıklı" şeylerin peşinde değildir. satın almak, korkutmak, anlaşmak ya da pazarlık etmek mümkün değildir. bazı insanlar sadece dünyanın yandığını seyretmek ister.

gecenin en karanlık anı şafaktan hemen öncedir.

şu anda sana ihtiyaçları var ama olmadığında cüzamlı gibi dışlarlar seni. onların ahlakı, yasaları kötü bir espri gibi. ancak dünyanın izin verdiği kadar iyiler. işler yolunda gitmediğinde şu medeni insanlar birbirlerini yer.

insanlar son anlarında gerçek yüzlerini gösterirler.

bazen gerçek yeterince iyi değildir. bazen insanlar fazlasını hak eder.

arabaları kovalayan bir köpeğim. arabayı yakalasam ne yapacağımı bilemem.

delilik yer çekimi gibidir. sadece hafifçe itmek gerekir.

çarpık zamanlarda, düzgün insanlar olabileceğimizi sandın. ama yanıldın. dünya acımasız. ve acımasız dünyanın tek ahlakı şanstır. tarafsız. ön yargısız. adil.

her şey plana göre gittiğinde kimse paniklemiyor. plan korkunç olsa bile. yarın basına, bir çete üyesi vurulacak ve bir kamyon dolusu asker havaya uçacak desem kimse paniklemez. çünkü plana uygun olur. ama küçük bir belediye başkanı ölecek desem herkes kafayı yiyor. biraz anarşi. mevcut düzeni sarsınca her şey kaosa dönüyor. ben kaosun elçisiyim.

22.11.2019

şahit

ihsan oktay anar

bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor; bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. dünyaya olan kayıtsızlıkları bazen o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir alem kurup, keder ve ıstırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı. oysa uzun ihsan efendi, dünya'nın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu dünya'nın şahidi olmaktı.

21.11.2019

yağmur

hüseyin köse


takvimlerde bir yaprak herkesin ağrısıdır
bir yol, bozkırlara açılan, en son kelimelere
dudaklarda ne çok dil, ne çok birikmiş tuz
kimi sorsan uzatmalı bir aşka uğurlanmış
savaşmaktan yana hoyrat
barıştan yana müflis
kalbimiz ki, bir damla yağmura yolcu
küskün bulutlarla sürüklenen
ıssızlığın eskittiği bir gölge kızgın kumlarda

20.11.2019

inanç

karen armstrong

anselmus: inancınız olmadıkça anlamayacaksınız.

norman cohn: her akıllı yaratık kendi doğal kutsanmışlığı içindedir.

petrarca: kaç kez kendi sefaletim ve ölümüm üstüne düşündüm. nasıl gözyaşı selleriyle ağlamadan konuşabilmek için lekelerimi yıkamaya çalıştım ama şu ana kadar hepsi boş çıktı. tanrı gerçekten de en iyisidir, ben en kötüsüyüm.

gershom scholem: her insan, hepsi kendinin olan bir dünyanın kurtarıcısıdır. yalnızca ne görmeliyse onu görür ve yalnızca kişisel olarak ne hissetmesi gerekiyorsa onu hisseder.

dostoyevski: kendimi yaşlanmış bir çocuk olarak görüyorum, inançsızlık ve kuşkunun çocuğu. ölene kadar da böyle kalacağım herhalde, hayır bunu biliyorum. inanma özlemiyle çok işkence çektim ve gerçekten şimdi de çekiyorum; ikna edici entelektüel zorluklar önüme çıktıkça bu özlem daha da büyüyor.

richard s. westfall: insanoğlunun boş inançlara düşkün ateşli yönü, din konularında her zaman gizemleri sevmek ve o yüzden en az anladığından en çok hoşlanmak olmuştur.

albert einstein mistikliğin "tüm sahici sanat ve bilimin en yaygını" olduğunu öne sürmüştür: "bizim için ulaşılmaz olan gerçekliğin gerçekten var olduğunu, kendisini bize en yüce bilgelikte ve en ışınlı güzellikte gösterdiğini, bizim kaba yeteneklerimizle bunun ancak en ilkel biçimleriyle anlayabildiğimizi bilmek, bu bilgi, bu duygu bütün sahici dindarlığın özüdür. bu anlamda ve yalnızca bu anlamda, ben de dindar insanlar arasında yerimi alıyorum."

aristoteles'in dediği gibi, "öyle şeyler vardır ki onların görülmemeleri görülmelerinden iyidir."

iyi insanlar güzel atlar

yaşar kemal

urfa'da yaşlı bir adam bana bir fıkra anlattı. bir adam urfa'ya gelmiş bilmem kaç yıl önce, 20 yaşında bir delikanlı, hayran kalmış urfa'ya; herkes evine çağırıyor, herkes selam veriyor, herkes kardeş gibi davranıyor, inanılmaz bir güzellik. sonra bu adamı urfa'nın ahırlarına götürmüşler. dünyanın en güzel atları tabi. urfa tarihten bu yana çok ünlüdür atlarıyla. asurlular devrinde her yıl asurlulara 360 tane at verirmiş çukurova. adam bir ay kaldıktan sonra memleketine dönmüş, sonra 90 yaşına gelmiş, yahu şu dünyada zaten ölüp gideceğiz, ağzımın tadıyla ayrılayım şu dünyadan demiş, yeniden gitmiş bakmış ki selam verse kimse yüzüne bakmıyor. yıkılmış, bir de atlara bakayım demiş. bir sürü at, derisi kemiğine yapışmış, dağlarda yayılıyor. şaşırmış kalmış adam, keşke gelmeseydim buraya demiş. bir hanın önünden geçerken yaşlı bir adam uyukluyormuş, ağzına, yüzüne sinekler dolmuş. uyandırmış, hele kalk, yahu, demiş, burada bir zaman çok iyi insanlar, çok güzel atlar vardı, ne oldu? demiş. yanıtlamış karşısındaki: "o iyi insanlar o güzel atlara bindiler, çektiler gittiler."