5.09.2019

albert einstein

george sylvester viereck

1879'da almanya'nın ulm şehrinde doğan, kısmen orada, kısmen italya'da ve kısmen isviçre'de, isviçre ve alman vatandaşı olarak öğrenim gören einstein, uluslararası kıskançlıklara bir öğretmenin kavga eden öğrencilerine baktığı gibi bakıyor. politik olarak sosyalizme yakın. pasifizme nihai ideal olarak bakıyor.

yoksul bir yahudi, bir sosyalist ve bir pasifist olan einstein, sırtında bu dört engelin yükünü taşıyor. einstein, kendi çekingenliği de dahil olmak üzere tüm engelleri, beyin kuvveti ile fethediyor. mutlakiyet hariç hiçbir siyasi yönetimi reddetmiyor.

"bizim kendi geleneklerimizi feda etmemiz için hiçbir neden yoktur. standartlaştırma, yaşamın renklerini çalar. her etnik grubu özel geleneklerinden mahrum bırakmak, dünyayı büyük bir ford fabrikasına dönüştürmektir. otomobilleri standartlaştırmaya inanırım fakat insanlara bunu yapmaya inanmam. standartlaştırma, amerikan kültürünü tehdit eden büyük bir tehlikedir."

einstein'ın kaderle mücadelesi damağında acı bir tat bırakmamıştır. yüzünün her çizgisi bir nezaket göstergesidir. bunlar aynı zamanda boyun eğmeyen bir gururun göstergeleridir. bazı arkadaşları ve hayranları, onun birikimleriyle bir yazlık ev inşa etmeye karar verdiğini öğrendiler ve ona bir arsa armağan etmeyi teklif ettiler. ancak einstein başını sallayarak hayır demiş ve bir talmud bilgeliğiyle eklemiş:

"kabul ettiğimiz her hediye bir bağdır. bazen hiçbir şey vermeden elde ettiğimiz şeyler için en büyük ücreti öderiz."

her ne kadar dünyanın hakkında en çok konuşulan bilim insanı olsa da, einstein itibarını sermayeye çevirmeyi kesinlikle reddediyor. bir amerikan sigarasını desteklemesi istendiğinde kahkaha atmıştı. önerdikleri para, yazlık evinin masraflarını ödeyebilirdi fakat einstein, şöhretin onu diğerlerinden ayırdığını bilerek dürüstlüğünü ne pahasına olursa olsun korumak zorunda olduğunu düşünüyordu.

her fırsatta, onunla röportaj yapmak isteyenlerden kaçıyordu. utangaçlığı, inzivasını gerekli kılıyor, karısı da bu inzivayı teşvik ediyordu. kendisini zorlayan teklif ve istek yığınlarını kontrol edemiyor, ünlülerden gelen mektupları bile cevapsız bırakıyordu. ama bir arkadaşından gelecek en küçük nota bile cevap veriyordu. gelen cömert tekliflere rağmen, teorilerini ve hayatını, popüler tüketim için üretilecek herhangi bir kitapta sömürmelerine izin vermedi. her seferinde şunları söyledi:

"bilimden para kazanmayı reddediyorum. benim şöhretim, pamuk balyaları gibi satılık değildir."

einstein, kendisine sunulan matematiksel ve teknik problemleri, yaşadığı apartman dairesinin en üst katında bulunan tavan arasının ıssızlığında çözüyordu. küçük tavan arasına yıllar önce ilk kazandığı paralarla aldığı ilkel mobilyaları koymuştu.

einstein'ın bu gizli sığınağında tuhaf ve nadir eşyalar görmeyi umuyordum. bu tavan arası bir orta çağ sihirbazının laboratuvarına benzeseydi şaşırmazdım. hayal kırıklığına uğradım. einstein, doktor faust'u taklit etmiyor. birkaç kitap var, ayrıca birkaç resim. faraday, maxwell, newton.. ne bir daire ne de bir üçgen gördüm. einstein'ın tek aleti kendi kafası. kitaplara ihtiyacı yok. beyni onun kütüphanesi.

masasından sadece bir çatı okyanusunu ve gökyüzünü görüyor. burada spekülasyonları ile birlikte yapayalnız. burada, modern bilimde devrim yaratan teorileri kafasından birer pallas* gibi fışkırıyor. burada, hiç kimse onun düşüncelerinin uçuşmasını engelleyemez. eşi bile bu kutsal yere ürpermeden giremiyor.

"mutluyum çünkü kimseden bir şey istemiyorum. para umrumda değil. dekorasyonlar, unvanlar veya ayrıcalıklar benim için hiçbir şey ifade etmiyor. övgü istemiyorum. işimden, kemanımdan ve yelkenli teknemden başka bana zevk veren tek şey çalışma arkadaşlarımın takdiridir."

albert einstein, kafasını kesintisizce çalışmalarına gömmüyor. su sporlarını çok seviyor. en sevdiği oyuncağı, tüm modern teknik iyileştirmelere sahip bir yelkenli. yelkenlisiyle nehirlerde ve göllerde eğleniyor. rüzgarla savaşırken göreliliği ve dördüncü boyutu unutuyor. sprey saçlarının gümüşü içinde parıldadığında ve güneş meleksi yüzüne  vurduğunda, düşünceleri bükülen uzay-zamandan uzaklaşıyor.

profesör einstein, bir matematikçiden çok bir müzisyene benziyor. yarı özür dileyen hüzünlü bir gülümsemeyle itiraf etti:

"eğer bir fizikçi olmasaydım muhtemelen bir müzisyen olurdum. çoğunlukla müzik içinde düşünüyorum. hayallerimi müziğin içinde yaşıyorum, hayatıma müzik açısından bakıyorum."

neredeyse hiç halkın arasına çıkmıyor çünkü nereye giderse gitsin onu hemen tanıyorlar. popüler restoranlara yapılan tüm davetleri reddediyor. ancak şöhreti onu yalnızlık aramaya zorlasa da o sosyal bir insan. gerhart hauptmann ve profesör schrödinger gibi arkadaşlarıyla kendi yemek masasında sessiz sohbetler yapmayı çok seviyor. çok az okuyor. modern kurgu ilgisini çekmiyor. bilimde bile kendisini büyük ölçüde kendi özel alanıyla sınırlıyor.

"belli bir yaştan sonra okumak, zihni yaratıcı arayışlarından çok fazla saptırır. çok fazla okuyan ve kendi beynini çok az kullanan her insan, tembel düşünme alışkanlığına düşer. tıpkı tiyatroda çok fazla zaman geçiren bir adamın, kendi hayatını yaşamak yerine tiyatrodaki yaşamlara özenmesi gibi."

einstein kendi alanındaki her gelişmeyi büyük bir ilgiyle izliyor. bir bakışta bir denklem sayfasını okuma yeteneğine sahip olan einstein, yarım saat içinde yepyeni bir matematik sistemine hakim olabilir.

ona en büyük çağdaşlarının kim olduklarını sordum. esprili bir şekilde gözleri parlayarak cevapladı:

"bizim zamanımızın ruhu gotiktir. rönesans'ın aksine, birkaç öne çıkan kişiliğin hakimiyeti yoktur. 20. yüzyıl akıl demokrasisini oluşturdu. sanat ve bilim cumhuriyetinde, çağımızın entelektüel hareketlerinde eşit derecede önemli rol oynayan birçok insan vardır. önemli olan şey bireyden ziyade çağdır. galileo veya newton gibi baskın şahsiyetler yoktur. 19. yüzyılda bile diğerlerini geride bırakan birkaç dev vardı. bugün, genel düzey, dünya tarihinde hiç olmadığı kadar yüksektir; ancak duruşuyla diğerlerinden anında ayırt edilebilen yalnızca birkaç insan vardır."

"insanın en azından sınırlı bir anlamda özgür bir varlık olduğuna inanmıyor musunuz?" diye sordum. einstein hoşnut bir gülümsemeyle cevap verdi:

"schopenhauer'a inanıyorum. istediğimiz şeyi yapabiliriz ancak sadece yapmak zorunda olduğumuz şeyi isteyebiliriz. yine de pratikte, irade özgürlüğü varmış gibi davranmaya mecburum. medeni bir toplulukta yaşamak istiyorsam insan sorumlu bir varlıkmış gibi davranmalıyım. felsefi olarak, bir katilin suçundan sorumlu olmadığını biliyorum. bununla birlikte, kendimi hoş olmayan temaslardan korumak zorundayım. onu suçsuz olarak düşünebilirim ama onunla çay içmemeyi tercih ederim."

"bilinçaltına karşı tutumunuz nedir? freud'a göre, zihnimizin alt tabakasına kalıcı olarak kaydedilen ruhsal olaylar hayatımızı şekillendiriyor ve bozuyor."

"materyalist tarihçiler ve filozoflar ruhsal gerçekleri ihmal ederken freud da bu gerçeklerin önemini abartmaya meyillidir. psikolog değilim ama bana göre fizyolojik faktörlerin, özellikle iç salgı bezlerimizin kaderimizi kontrol ettiği açıktır. bütün sonuçlarını kabul etmeye hazır değilim; ancak freud'un çalışmalarını insan davranış bilimine son derece değerli bir katkı olarak görüyorum. bence onun yazarlığı psikologluğundan bile daha iyi. freud'un parlak tarzı, schopenhauer'dan bu yana emsali görülmemiş bir şeydir."

"insan çabasının hikayesinde ilerleme gibi bir şey var mıdır?"

"görebildiğim tek ilerleme organizasyondaki ilerleme. sıradan bir insan kendi deneyimlerinden önemli bir fayda sağlayacak kadar uzun yaşayamaz. öyle görünüyor ki, hiç kimse başkalarının deneyimlerinden de faydalanamıyor. hem baba hem de öğretmen olarak, çocuklarımıza hiçbir şey öğretemeyeceğimizi biliyorum. onlara ne yaşam bilgimizi ne de matematik bilgimizi iletebiliriz. her biri kendi dersini yeniden öğrenmeli."

"hayal gücünüze bilginizden daha çok güveniyorsunuz."

"hayal gücümden özgürce faydalanmama yetecek kadar bir sanatçıyım. hayal gücü bilgiden daha önemlidir. bilgi sınırlıdır. hayal gücü dünyayı kapsar."

"kendinize bir alman mı yoksa bir yahudi olarak mı bakıyorsunuz?"

"her ikisi de olmak oldukça mümkün, kendimi bir insan olarak görüyorum. milliyetçilik çocukça bir hastalıktır. insanlığın kızamığıdır."

"ben bir deterministim. dolayısıyla özgür iradeye inanmıyorum. yahudiler özgür iradeye inanır, insanın kendi hayatını şekillendirdiğine inanırlar. ben bu doktrini felsefi açıdan reddediyorum. bu bakımdan ben bir yahudi değilim."

"milliyetçiliğin yerine geçen ırka inanıyor musunuz?"

"ırk, en azından daha büyük bir birim oluşturur. yine de böyle bir ırka inanmıyorum. ırk sahtekarlıktır. tüm modern halklar hiçbir saf ırk kalmayacak kadar çok etnik karışımın bir araya gelmesidir."

ben, "alçak gönüllülüğünüz sizi yüceltiyor." deyince einstein omuzlarını silkeleyerek cevap verdi:

"hayır, ben hiçbir şey için övgü istemiyorum. her şey, başlangıç da son da, üzerinde kontrolümüz olmayan kuvvetler tarafından belirlenir. böcekler için olduğu kadar yıldızlar için de belirlenir. insanlar, sebzeler veya kozmik tozlar, hepimiz görünmez bir oyuncu tarafından uzaktan çalınan gizemli bir melodi ile dans ediyoruz."

einstein ayaklandı ve özür dileyerek ayrıldı. neredeyse gece yarısıydı. yaklaşık üç saattir konuşuyorduk. "kocamın," dedi bayan einstein, "önemli işleri var. ama gitmenize gerek yok. burada kalıp benimle konuşmaz mısınız?"

uzun süre konuştuk.

einstein tavan arasına çıktığında karısı onun kuyruğuna yapışmıyordu. einstein yalnız kalmak istediğinde ise bayan einstein kendisini onun hayatından tamamen siliyordu. bayan einstein kocasını uyumsuz temaslardan esirgiyor ve kutsal ateşi koruyan bir vesta bakiresinin bağlılığıyla kocasının zihin huzurunu koruyordu.

şüphesiz ki einstein, daha az fedakarlık yapan bir eşle, adını ölümsüzlerin arasına yazdıran böylesine keşifler yapamazdı. bu yüzden güneşi ve tüm yıldızları harekete geçiren aşk, albert einstein'ın dehasını yalnız yolunda ayakta tutar.

* pallas, zeus'un kafasından, bir balta darbesiyle dünyaya gelen yunan tanrıçasıdır. bakınız: pallas athena.

via evrim ağacı