12.11.2016

delilik

charles bukowski

insanlarla birlikteyken iyi hissetmem kendimi. benden uzak şeylerden söz ediyorlar, benim duymadığım heyecanlar duyuyorlar. ama onlarla birlikteyken kendimi güçlü hissediyorum.

şöyle düşünüyorum: onlar bütünün küçücük parçaları ile hayatlarını sürdürebiliyorlarsa ben de sürdürürüm. ama yalnız kaldığımda, kendimi bir duvarla, soluk almakla, tarihle, kendi sonumla kıyaslayabildiğimde bazı tuhaf şeyler olmaya başlıyor. zayıf bir adamım ben anlaşılan.

incil'i denedim, filozofları denedim, şairleri denedim; ama hepsi bir şekilde hedefi ıskalamışlardı. tamamen farklı şeylerden söz ediyorlardı. ben de uzun süre önce okumaktan vazgeçtim. içki, kumar ve seks biraz işe yarıyordu. yaşantımla cemiyetin, kentin, ülkenin bir ferdi gibiydim; ancak tek fark benim başarma isteği duymamamdı. bir aile istemiyordum, ev istemiyordum, iyi bir iş istemiyordum.

böyleydim: entelektüel değildim, sanatçı değildim, sıradan insanı kurtaran köklerden de yoksundum. arada derede kalmış bir şeydim, bu da deliliğin başlangıcı olsa gerek.

en iyisi birilerinin yanında olmak, durumun gerçekliğini sınamaktı. gerçeğin gerçek olabilmesi için en az iki oy gerekiyordu. yaşadıkları zamanın ilerisinde olan insanlar bunu bilirler, deliler ve sanrı görenler de. bir hayali sadece sen görüyorsan ya aziz derler adama ya da deli.

delilik mi? olabilir. ne delilik değildir ki? maval delilik değil miydi? kurmalı oyuncaklardan farksızdık. birkaç kez kuruluyorduk, sonra da güle güle. ortalıkta dolanıp varsayımlarda bulunuyor, planlar yapıyor, valiler seçiyor, bahçemizdeki çimleri biçiyorduk. delilik tabii, ne delilik değildir ki?