1.10.2014

entelektüel

alain touraine

entelektüeller bilimin ilerlemelerini geçmiş kurum ve inançların eleştirisiyle birleştirerek akılcılaştırma hareketini yürütmüşlerdi. hatta, medici'ler döneminden bu yana, otoriterliklerinden rahatsızlık duymadan, seve seve aydın hükümdarlara hizmet etmişlerdir. ama modernizmin ilk yüzyıllarından sonra, 20. yüzyılda, entelektüellerle tarihin ilişkisi tersine döner. bunun, birbirinin tamamlayıcısı olmaktan çok karşıtı olan 2 nedeni vardır: birincisi, modernliğin kitle üretim ve tüketimine dönüşmesi ve aklın saf dünyasının artık modernlik araçlarını en vasat; hatta en akıl dışı taleplerin hizmetine sunan kalabalıklar tarafından istilaya uğramış olmasıdır. ikincisi ise, modern aklın dünyasının yüzyılımızda modernleşme siyasetler ve milliyetçi diktatörlüklere gitgide daha bağımlı olmasıdır. özellikle fransa'da; ama aynı zamanda da abd'de pek çok entelektüel, "ilerleme güçleri"yle olan geleneksel ittifaklarını olabildiğince uzun süre korumaya çalıştılar. kendi ülkelerinin, özellikle de vietnam ve cezayir'de yürüttükleri sömürgeci savaşlar onları ulusal kurtuluş hareketlerini desteklemeye itti; bunu da kendi ülkelerinin yöneticilerine karşı inanç ve cesaretle gerçekleştirdiler. ama aynı zamanda, kapitalizme ya da emperyalizme karşı gerçekleşen bir devrimin doğuracağı rejimlerin "ilerlemeci" olacağı fikrine de az çok bağlı kaldılar; bu da çoğu zaman onların en baskıcı komünist rejimlere karşı aşırı hoşgörü; hatta kör bir sempatiyle yaklaşmaları sonucunu doğurdu ve bazılarının mao'nun başlattığı kültür devrimi ya da batı avrupa'daki terörist etkinlikler konusunda olabilecek en ciddi yargı hatalarını yapmalarına neden oldu. ama bir süre sonra, en geç kalmışları açısından bile artık bu kötü davaları desteklemekten vazgeçilmesinin gerektiği apaçık ortaya çıktı. bunun üzerine, özellikle de 1968 sonrası pek çok entelektüel antimodernizmde yeni bir tarih felsefesi buldu. kendi putlarını kendileri kırdılar ve modern dünyayı aklın yıkıcısı olarak mahkum ettiler; bu da onların hem kitle karşıtı seçkinciliklerini hem de modernleştirici diktatörlüklerin otoriterciliğine düşmanlıklarını tatmin etti. özellikle de 70'li yıllarda antimodernizm başat, neredeyse hegemonyacı bir hal aldı.