1.03.2013

henry james

javier marias

henry james'in hiçbir zaman yapıtlarından söz etmediği ama kütüphanesine çok özen gösterdiği, kitaplarının tozunu ipek bir bezle kendisinin aldığı kayıtlara geçmiştir. daisy miller'ın çok satanlar listesine girmesine ve ötekilerin satışlarının da son derece iyi olmasına karşın, kitaplarının neden daha iyi satılmadıkları konusunu anlamaz ve tasalanırmış. dostu edith wharton kendisinin çok daha yüklü olan telif bedelini henry james'in hesabına yatırmasını ortak yayıncılarından rica ettiğinde, james'in bundan hiçbir zaman haberi olmaz.

henry james'in maupassant'ın kişiliğine duyduğu hayranlığın sınır tanımazlığı bir ziyaret nedeniyledir. fransız yazar, james'i öğle yemeğine çıplak olmakla kalmayan, yüzünü de bir maskenin ardına gizleyen son derece güzel bir hanımın eşliğinde kabul eder. bu kabul biçimi james'i, özellikle de maupassant, bu hanımın bir fahişe, hizmetçi ya da oyuncu değil, bir femme du monde (sosyeteye mensup bir hanımefendi) olduğu açıklamasını yaptığında, nezaketin doruğunda bir davranış olarak çarpar; james söylenene inanmaya dünden razıdır.

henry james'in oscar wilde'a yaptığı ziyaretin ise pek parlak geçtiği söylenemez; estetiğin bu havarisinin amerika'da kaldığı sürede, yine bu kıtada karşılaşmışlardır. james, londra'yı çok özlediğini söylediğinde, wilde yazara hor görerek bakar ve bunun çok taşralı bir düşünce olduğunu söyledikten sonra ekler: "gerçekten mi, demek sizin için mekanların önemi var." ve ardından şu klişeyi yapıştırır: "benim evim dünyadır!" o zamandan sonra james, ünlü yazardan söz ederken "o leş yaratık" ile "beş para etmez kaçık" nitelemeleri arasında bir tercih yapmak zorunda hisseder kendini.

henry james 28 şubat 1916'da, 72 yaşında, halüsinasyonlar görmesine neden olan uzun bir hastalığın sonucunda öldü. bu halüsinasyonlardan birinde kendisini napolyon sanarak iki mektup dikte ettirdi: birinde kardeşi joseph bonaparte'tan ısrarla ispanya tacını kabul etmesini istiyordu. aylar önce, bu krizlerden birini atlatıp da artık toparlandığını sandığı bir sırada, odasında yere devrildiğini ve kesinlikle öldüğüne inandığını anlatmış, tam o sırada kendisinin olmayan bir sesin ona şöyle dediğini de sözlerine eklemiştir:

"demek son böyle geliyormuş, şu pek saygıdeğer son!"