4.03.2013

bir burjuvanın itirafları

sandor marai

yaşamın bazı anları, inancımıza ve iyi niyetimize güç veren ve çoğu zaman beklenmedik, kendiliğinden gelen bir hediyedir.

yaratıcının işi bedava değildir; yaratıcılığın şartı olan çile de bedava değildir; mutsuzluğu da bedavaya vermezler. yazarlık işi, niteliği ne olursa olsun, yüreği, sinirleri ve aklı, sıradan yaşam algısından daha kavurucu ısıda tutmayı gerektirir. pazarlık yoktur; "değer mi" diye de sorulmaz. insan, başkalarının "misyon" adını verdikleri, hoş simgelerle etiketledikleri saplantılarıyla pazarlık yapamaz. "mutlu" insan yaratamaz; mutlu insan sadece mutludur, o kadar.

çeviri özel bir ustalıktır ve iki sanatçı ister: çevirmen her zaman yitik bir yazardır; tıpkı fotoğrafçının kayıp bir ressam oluşu gibi.

zaman büyük bir duyarsızlaştırıcıdır; bazen yaralar tümüyle iyileşmiş gibi görünür ama çok sonraları, 15-20 yıl sonra şaşırtıcı biçimde "nedensiz yere" kanar ve katlanılmaz derecede ağrır; sonra yine uyuşur.

insan bir kere loş ışıkta yaşamaya alışınca, sis bir gün dağılsa da aydınlık çok işe yaramaz artık. insan niçin bir gün bir "neden" olmadan çekip gider; iyi, güvenli aileden, bu sıcak yuvadan, vıcık vıcık ve tatlı gizemden, ana rahminden başlayan ve sonra da sadık kalanları koruyan ve gizleyen aidiyet duygusundan ayrılır? aileden başlayarak, "sınıfa", devlete doğru genişleyen bu diğer daha büyük ailede kalmak varken..

güçlü bağlarımız olan insanları, ölümlerinde tam olarak anlarız.

insanın ölümcül bir doğallıkla üzerine çöken hem maddi hem manevi bir yazgısı vardır.

ne saf, ne eşsiz, ne yeri doldurulamaz bir anıdır iki erkek arasındaki ilk arkadaşlık! sonraları insanlardan bu çocukluk arkadaşlığından aldığım tadı asla almadım; başka bir dostum daha olmadı hayatımda. aile içinde ilişkileri körükleyen; kıskançlık, ihtiras ve çıkarlardır; aşkın acı tatlı, marazi, gerçek dışı ve ateşli harareti de iki erkek arasındaki ilk arkadaşlığın huzurlu, çıkar ve amaç gözetmeyen iyi niyetinin tadını karşılayamaz. hiçbiri hiçbir şey beklemez; sadakat bile.

bir kültürün ruhunun sınır bölgesi, zaman ve ülke sınırlarının üzerinde yayılır.

kendinden geçercesine yaşanan tutkuların, o dizginlenmeyen ruh halinin bedeli vardır; bu bedel tutkularımız için feda ettiğimiz saygınlığımızdır. bir insanın kendisini sınıf dayanışmasının bağlarından koparmaya ve mutluluğun bedelini ödemeye cesaret göstermesi karmaşık bir sorumluluktur.

"hiçlikten kendi suretini yaratmak" buydu işte: kusurlu da olsa yalnızca kendisine ait, önünde ve ardında başka hiç kimsenin onun yerine yapamayacağı bir şeyi. dehşetli bir duygu bu. insan bir kez bu duyguyla tanışırsa yaşamı adına kayıptır; her şeyini kaybeder ve ne yapacağını bilemez.

gülüşü bizi bir an aydınlatan bir insan hakkında ne bilebiliriz? "tanıma", karmaşık ve tehlikeli bir girişimdir ve sonuçları da çoğu zaman ilkeldir.

insanların genellikle içinde taşıdığı bir yarası vardır; bir gün buna dayanamaz olur. o zaman içmeye başlar.

hiçbir zaman esinlenme anlarında ölümsüz cümlelerini "bulan" yazarları anlayamamışımdır; iş bizi bulur, biz işi değil! ve yapabileceğimizin en fazlası, onun önünden kaçmamaktır.

yaşamda, edebiyatta olduğu gibi, çok önemli açıklama, insanı tümüyle anlatan söz ya da düşünce çoğu kez oldukça basittir.

babanın ölümü her zaman büyük bir patlamadır; aile infilak eder ve herkes bir anda kendi yoluna gider.