4.05.2010

muinar

latife tekin

heykel, olduğu yere nasıl yakışır biliyor musun? olduğu yeri inkar ederek, hiçbir yerde durmuyormuş gibi yaparak, gerçek bir sanat eseriyle karşılaştığımda dilim alttan yukarı tatlanıyor; sanat müzelerinde, galerilerde neden bir sevişme odası yoktur, hiç anlamamışımdır.

yol mu ayağına uymuyor, ayağın mı yola, toprakla mı kavgalısın, rüzgarla mı, yürüyüp gidemiyorsun doğruca..

doğdukları yerden büyük suya doğru akan ırmakları getir aklına, ağırlaşarak gidip denize dökülmezler mi, yollarını şaşırmadan, kıvrıla kıvrıla, dağ koyak haritaları varmış gibi.. sezgiler de boncuklar gibi bir ipe dizilip kolye olmak ister, duygular da; her şeyin arzusu bir düzene kavuşmaktır.

"insanoğlu, hayvan gibi, doğasının kendisine dayattığı temel gereksinimleri karşılamak zorunda. bu gereksinimler onun dünyaya bakışına biçim veriyor. savan aslanı için sevimli ceylan ilk olarak kendisini kıvrandıran açlığı dindirmenin bir aracıdır. batılı oduncu için orman her şeyden önce bir işletmedir."

dağı yanıyor hattiban'ın, yerle bir olmuş meyhaneleri, ormanı ateşe verilmiş, yıkılmış surları, çaputlara sarınmış kadınlar, taşları birbirine sürterek dua mırıldanıyor, içecek su aradım, yiyecek meyve, çarşısından yaslı çığlıklar yükseliyor, yaş süzüldü gözlerimden, taş verdiler elime, gezindim evlerin arasında taşları birbirine sürterek, bir ağaca yasladım sırtımı, dallarında elmalar ağırlaşmış, serinledim ince dumanlı ırmağında, yakılmış evlerin külü yağmış suyuna.. ayağıma batan bir dikenin acısı beni kerme duvarların dibine sürükledi, o acımı dindirmeye koştu, diliyle ıslatıp çıkardı yüreğimi sızlatan dikeni, kırılmıştı ucu dikenin, toza bulanmıştı ayaklarım, avuçları terledi, terinden ateş geçti bana, sessiz solukla inledim, süzüldü kirpiklerim, titreyip sarsıldı omuzlarımdan, soldu yüzü derin nefesle, bileğime dolandı parmakları.. kerme duvarların dibinde, ayağımı uzun uzun ellerinin içinde tutan bu erkeğin ardı sıra yürüdüm, hattiban sokaklarında ayağımda diş sızısıyla izini sürdüm, bir bulut takip etti bizi, içi boş ağaç gövdelerinin sıralandığı kırlık yerde ot serdi altıma, ateşinin tadı ağzımda kaldı, kollarında kötü düş gördüm, sarı dumanı üstümüze dağıldı bulutun, iri kanatlı bir kuş çıktı içinden, siyah tüylü, ince gagalı, yeşil yılan bükülüyordu gagasında, zussupuri'nin pullu yılanı, dili kıvrılıyordu..

ankara platoydu, set oldu, film çekmek için kurulmuş bir şehirdir. yönetmen kaçmış, yarım kalmış film, sır olmuş başlatanlar.. oyuncular, figüranlar sahipsiz, paraları ödenmiyor yıllardır.. ne işimiz var ankara'da?

erunna'ya sözümü götürün, izini sürüyorum bir erkeğin..

nereye gideceğim, huzursuzluk dizboyu, konu güncel, boşver, gönlüm yaralı döndüm zaten. ermenilerin nükleer bir santrali var, döküntünün döküntüsü, eskimiş çökecek damı, kapatılması lazım, patladı patlayacak, sınırı geç, iki adım ötede, nükleer bomba, elimiz yüreğimizde dört dönüyoruz çevresinde, kürtler devlet kuracak ölüm akacak üstlerine, sönecek gap map, dicle-fırat radyasyon, ne yapayım öyle devleti, savaş üstüne kanser, çağırıyorlar gitmek istemiyorum, meclis ışın tedavisinde, kemoterapide, manzara gözümün önüne gelip oturuyor, giremiyorsun ruhlarına kürtlerin, fışkırmışlar dağa, beklemişler bin yıl, bekleyen bir onlar değil, kapatmayacağız diyor ermeniler, para lazım kapatmak için.

biz bir şey yediğimizde onu öldürdüğümüzü düşünürdük. insanı boğazından geçen şey öldürüyor.

kadın içindeki erkeği serbest bırakıp hak tanıyacak ona, erkek de içindeki kadını serbest bırakacak, başka türlü sağlanmaz barış..

adını bilmediğim bir renk var, bir duygunun rengi bu. uzun yıllardan sonra, unuttuğum insanların yüzüne yeniden baktığım o ilk anda açığa çıkıyor. göz büyüklüğünde havada titreşiyor öyle, dağılıp yayılmadan kayarak yer değiştiriyor; acı çeker gibi koyulaşıp soluyor, olmakta olan bir şeyin işaretiymişçesine..

eski zamanla yeni zamanın karşılaşmasının, geçmişin ışığıyla bugünün ışığının ansızın birbirinin içine akışının rengi bu.. zamanla ışığın şaşkınlığından yansıyabilir böyle bir duygu ancak.

her insan bir parça kendinden nefret eder.

unuttuğun insanlarla sonra yaşadığın hiçbir şeyin seni sarsma gücü yoktur.

okurken yaşlıyım, yazarken genç. ağlarken genç, gülerken genç. uyumak üzere yatağıma uzandığımda yaşlı, sabah uyandığım anda çocuk..

nin işaru muhişar.. kokusu var zamanın.. sarar soluğunu insanın, dalı yaprağı yok, görünmez ağacı boşluğun, tüter inceden inceden tozu buharı, demişler.

mor ateşin sıçradı göğsüne, annemin sızısı gibi kokuyorsun, patlıcan çiçeğin gözyaşı senin..

dünyanın ne gücüne gidiyor biliyor musun.. senin ırmaklarının, dağlarının yeri yanlış demek istiyor bu insanlar bana, kesiyoruz ormanlarını, doldurup düzlüyoruz kıyılarını, kırıyoruz tepelerinin burnunu.. işi doğrusuna getiriyoruz biz, beğenmiyoruz aldığın biçimi, acele soğumuşa benziyorsun, güzel olmamış kabuğun.. uçaklarına pist yapacak yer bulamadılar, havalimanıymış! ölsünler, mil çekiliyor mu gözlerine, su kuşları karşılayacak onları, gagaları demir ateşi, ince dağlama geçecekler üstlerinden, sazlıkların yeri doğru muymuş, anlarlar o zaman.. içdeniz faşistleri!