3.05.2010

cinayet saati

ahmet altan

insanlar gibi cinayetlerin de karakterleri, özellikleri, benzerlikleri, kendilerine ait zamanları vardı; her ayrı karakter için ayrı bir dosya açıyordum; katilleri asla yakalanmayacak olan faili meçhul cinayetler en kabarık dosyayı oluşturuyordu; sonra sırasıyla aşk için öldürenler, para için öldürenler, hakarete uğradığına inandığı için öldürenler, zevk olsun diye öldürenler geliyordu.

cinayetlerle ilgili bilgilerim gittikçe gelişiyordu; artık hangi tür katillerin hangi saatlerde cinayet işlediklerini dahi bilebiliyordum. zaman benim için bir cinayet birimi haline gelmişti artık, saatime baktığımda işlenen ya da işlenecek bir cinayeti görüyordum yuvarlak kadranın içinde.

mesela, kalın bıyıklı, esmer adamların, güneydoğunun dar sokaklarında, kahvelerden taşan tavla şakırtılarının, meyankökü şırası satan şıracıların sarı pirinçten ibriklerinin kapaklarını vurdurarak çıkardıkları şıngırtıların, kürtçe konuşmaların, polis hoparlörlerinden yükselen marşların gürültüsü arasında yürüyen birini, herkesin gözleri önünde ensesinden bir kurşunla öldürüp sonra da herkesin bakışları arasında yürüyerek ortadan kayboldukları "faili meçhul" cinayetler her gün akşamüstü dörtle altı arasında işleniyordu. her akşam aynı saatte bir ya da iki kişinin o sokaklarda vurulacağını, sıcak nedeniyle hızla kahverengileşen bir kan birikintisinin içinde yatacağını, herkesin yerde yatan cesede dehşetle bakıp kapı diplerine sığınacağını, kimsenin tanıklık etmeyeceğini biliyordum. akşamüstleri saatime baktığımda, zaman, faili meçhul cinayet zamanı oluyordu ve o saatlerde hayatta kalmamın güneydoğu'da değil de istanbul'da yaşamama bağlı olduğunu bilmek beni huzursuz ediyordu. insanların hayatlarının nasıl sona ereceğinin yaşadıkları kentlere göre belirlenmesi benim hayata olan güvenimi hiç de güçlendirmiyordu.

aşk cinayetleri ise gece yarısına doğru işleniyordu; cinayet saati geceleyin onla on iki arasındaydı ve büyük bir ihtimalle, sigara dumanı ve rakı kokan küçük bir odadaki dağınık bir içki masasının başında geliyordu ölüm.

aşk ya da kıskançlık yüzünden cinayeti işleyen -ki bu tür cinayetlerde aşk ve kıskançlık aynı anlamda kullanılıyordu; ölüm yaklaşınca bu iki birbirine bağlı; ama ayrı duygu tek bir duygu halinde kaynaşıyordu ya da bu iki duygu birleşip tek bir duygu haline gelince cinayet ortaya çıkıyordu- kadınsa, o cinayetler öğleden sonra ve büyük bir olasılıkla, perdeleri hiç açılmayan, eşyaların bir ölü gibi ruhsuz durduğu, yerlerin halısız ve çıplak olduğu garsoniyerlerde işleniyordu.

para için işlenen cinayetlerin zamanı ise öğleden önceydi; sabah kahvaltısıyla öğlen yemeği arasında, genellikle işyerinde ilk içilen çayın ardından işleniyordu; işleyenler genellikle profesyoneller oluyordu ve bir başkası adına ölümü bir yerden bir yere taşıyorlardı.

akşam yediyle on bir arası ise, bütün ülkedeki birahaneler ve kahvehaneler birer muhtemel cinayet yeri haline geliyordu. bu saatler, hakarete uğradığına inandığı için öldürenlerin saatiydi; hemen her gün kaçınılmaz olarak ülkenin bir köşesindeki bir birahaneden ya da kahvehaneden bıçaklanmış ya da vurulmuş kanlı bir ceset taşınıyordu dışarıya. katiller ise çoğunlukla gençlerden oluşuyordu; onlar hakarete uğradığına inanmaya çok yatkındılar. akşam karanlığında, kapılarının önü, biraz önce yenmiş sosisli sandviçlerin, midye-ekmeklerin sarıldığı yağ lekeli beyaz kağıt parçalarıyla, kırık bira şişeleriyle, boşalmış içki kasalarıyla dolmaya başlayan gürültülü birahanelerin önünden geçerken içerdekiler bana muhtemel katiller ve maktuller olarak gözüküyordu.

zevk için öldürenlerin saatleri yoktu, zaman tümüyle onlara aitti, canları istedikçe öldürüyorlardı. zaman konusunda belirli bir seçimleri bulunmuyordu; ama seçtikleri mekanlar birbirine benziyordu; kaçınılmaz olarak hepsi de bu zevki ıssız bir yerde tatmak zorundaydı; onun için tenha parklar, ormanlar, ücra mahallelerin ıssızlaşan arka sokakları onların kurbanlarını aradıkları yerlerdi, cinayet işleme biçimleri de ötekilerden daha değişikti; bazıları kurbanının başına bir naylon torba geçirerek boğuyor, bazıları ırzına geçtikten sonra kadının çorabıyla boğazını sıkıyor, bazıları öldürdükten sonra kurbanının bazı parçalarını kesiyordu; aralarından bir tanesi ise öldürdüklerinin gözlerine ve alınlarına birer çivi çakıyordu, onun için ayrı bir dosya açmıştım.