6.03.2012

richard wagner bayreuth'ta

friedrich nietzsche

bir olayın büyük bir boyuta sahip olabilmesi için, iki hususun bir araya gelmesi gerekir: olayın olmasının büyük manası ile olayı yaşamanın büyük manası. kendi içerisinde hiçbir olay büyük boyutlu değildir. bu olay, takım yıldızların tümünün yok olması, halkların mahvolup tarihten silinmesi, büyük topraklara sahip devletlerin kurulması, doğaüstü güçlerle sürdürülen savaşlar, yaşanılan yenilgiler olsa bile; tarihin nefesi, bu tür birçok olayın üzerinden, gevşek dokulu bir kumaştan geçermiş gibi, geçer gider. bu, güçlü bir insanın sert bir taşa hiçbir etki yaratmayan bir darbe indirmesi, kısa, keskin bir aksi seda gibidir ve her şey gelir geçer. tarih ise, bu tür alışılagelmiş olaylardan nerdeyse hiç söz edilmemesi gerektiğini çok iyi bilir. bunun sonucunda da, bir olayın yaklaştığını gören her bir insanı bu olaydan gurur duyup duymayacağına ilişkin bir kuşku kaplar hemen. ister büyük olsun ister küçük, bir şeyler yapıldığında eylemle duyarlılığın uyumuna güvenilir ve bu uyum amaç edinilir ve vermek isteyen biri, armağanın manasını anlayacak bir alıcı bulmaya özen göstermek zorundadır. işte bu nedenle de, büyük bir insanın bile kendi başına yaptıklarının, bunlar kısa süreli, zayıf ve verimsiz ise, büyük bir boyutu yoktur; çünkü bu insanın bu işi yaptığı an, bu iş için gerekli, derin uzmanlık bilgisi olmayabilir. yeterince kararlı bir biçimde amaca yönelmemiştir, yeterince uygun zamanı belirlemeyi ve seçmeyi bilmemiştir: büyük olmakla gerekli olanı görebilmenin çok yakın ilişki içinde olmasına karşın, bu insan üzerinde rastlantı egemen olmuştur.

torquato tasso: yalnızca eski kadırgalarda kürek çeken köleler birbirini tanır; ama bizler, yalnızca başkalarını, onlar bizi gene yanlış tanımasınlar diye, kibarlıktan hep yanlış tanırız.

yükselin cesur kanatlarla
çağınızın üzerine, yükseklere
uzaklarda, aynanızın içinde ışımakta
gelen yüzyıl (schiller)

kalabalık kentlerde binlerce insanın nasıl duygusuz bir ifade ile ve telaş içinde geçip gittiklerini izlediğimde, hep şöyle derim: kendilerini çok kötü hissediyor olmalılar. bu insanların tümü için sanat, kendilerini daha kötü, daha duygusuz ve anlamsız veya daha telaşlı ve ihtiraslı hissetmeleri için vardır. çünkü hakiki olmayan duygular at koşturmakta ve hiç durmadan onları eğitmektedir ve bunun sonucunda sefaletlerini kendilerine bile itiraf etmelerine izin verilmez. konuşmak istediklerinde uzlaşı kulaklarına aslında söylemek isteyip de unuttukları bir şeyleri fısıldar; birbirleriyle anlaşmak istediklerinde ise, akıl güçleri sanki bazı büyü sözleriyle felce uğratılır, böylelikle de aslında mutsuzluklarını mutluluk olarak nitelendirirler ve bile bile mutsuzlukları içinde birbirine bağlanırlar. sonunda tamamen değişime uğrayarak hakiki olmayan duyguların köleleri haline dönüşürler.