8.02.2009

doğu ile batı

muzaffer tayyip uslu

son yıllarda sanat dünyamızda başgösteren yenilikleri muasırlaşmanın bir sosyal neticesi olarak ele almak istemeyenler, başlarından fesi çıkarırken kafalarının içinden şarkın küflenmiş düşüncelerini atamayan kimselerdir. onlar inkılabın her şeyden evvel bir dünya görüşü meselesi olduğunu idrak edemeyecek kadar zavallıdırlar.

bir an düşünelim: niçin şarktan garba döndük? bu suale verilecek cevap gayet basittir: çünkü garp şarktan üstündü.

tetkikler bize göstermiştir ki garbın bu üstünlüğü realist oluşundan ileri geliyor. hemen haber verelim ki burada realizm kelimesinden 19. asırda pozitivizmin edebiyata tesiriyle ortaya çıkan edebi ekolü değil, rönesans'tan sonra bütün avrupa'ya kök salan ve tabiatı bütün unsurlarıyla ele alan, insana değer veren dünya görüşünü anlıyoruz.

hegel der ki: şark zekası terkipçi, garp zekası tahlilcidir. tahlilci zeka garbı realizme, terkipçi zeka da şarkı romantizme götürmüştür. şu halde şöyle diyebiliriz: muasırlaşmak, romantiklikten kurtulup realist dünya görüşüne sahip olmakla mümkündür.

mistik bir dünya görüşüne varan şarkın insanı ihmal ederek mukadderatın eline teslim edeceği iki kere ikinin dört ettiği kadar basit bir hakikatti.

eğer edebiyatımız bugün cihan ölçüsünde değerlere sahip değilse, bütün suç kapılarını sımsıkı insana kilitlemesindedir. sadri ertem diyor ki:

"ne divan edebiyatçıları ne de tanzimat edebiyatının devamı olan mektep mensupları insanı tabiatta olduğu gibi gördüler. insan yerine kendi hülyalarını ve kendi tasavvurlarını seyrettiler."

insanı tabiatta olduğu gibi görmek, az evvel bahsettiğimiz realizmden başka bir şey değildir.