3.11.2008

yalnızca soytarı! yalnızca şair!

friedrich nietzsche


aydınlığı yitmiş havada
ne zaman, çiyin tesellisi düşse toprağa
görülmeksizin, işitilmeksizin hatta
-yumuşacık pabuçlar giyer
teselli eden çiy, tüm müşfikler gibi-
hatırlarsın o vakit, hatırlarsın hararetli gönül
nasıl susadığını, bir zamanlar
semavi gözyaşları ve çiy damlalarından sonra
nasıl yanık ve yorgun susadığını
otları sararmış patikada
gönlü kara akşam güneşinin nazarı
sıyrılıp kara ağaçlardan, dolaşırken üzerinde
güneşin parlak, harlı nazarı, eziyetten hoşlanan

hakikatle izdivaç talep eden
-sen misin diye sarakaya alırlardı
hayır! bir şair yalnızca!
bir hayvan, bir hilekar, çapulcu, sürüngen
yalan söylemesi gereken
yalan, kasten ve mahsus
ganimet düşkünü
güzelce; ama soluk yüzlü
maskesini düşüren bizzat kendi
yağma edilen bizzat kendi
bu mu -hakikatle izdivaç talep eden
yalnızca soytarı! yalnızca şair!

laf-ü güzaf
karnaval maskaralığı söyledikleri
yalancı söz köprülerine tırmanan
yalandan ebemkuşağına
sahte gökler arasında
gizlice dolanıp duran, sürünüp duran-
yalnızca soytarı! yalnızca şair!

bu mu -hakikatle izdivaç talep eden
değil dingin, bükülmez, pürüzsüz, soğuk
resmedilmemiş
dönüşmemiş tanrısal sütuna
dikili değil tapınaklara
değil kapı kulu, tanrıya
hayır! düşman böylesi fazilet heykellerine
evi gibi her yabanıl, tapınak nesine
hıncahınç dolu kedi muzipliğiyle
zıplayıp her pencereden
hop! düşmekte her tesadüfün peşine
almakta kokusunu her bakir ormanın
sen ki bakir ormanlarda
kılları alacalı yırtıcı hayvanlar arasında
günahkarca sağlıklı ve zarif ve mütenevvi
gezip durdun ihtiraslı ağzınla
istihfaftan, iblislikten, hunharlıktan çakırkeyif
eşkıyaca, sinsice yerde sürünerek, maval okuyarak

yahut, kartal gibi, uzun uzun
dik dik bakan uçuruma
kendi uçurumuna
-ah, nasıl inerler buradan aşağıya
aşağıya, içerlere
daima daha derine, döne döne!-
o vakit
birdenbire
dümdüz bir uçuşla
ani bir hamleyle
kuzulara çullanmak
açlıktan tutuşarak, hurra üzerlerine
kuzulara teşne
tüm kuzu beyinlilere lanet okuyarak
hiddetle kahredip herkese
faziletli koyun gibi mutedil, kıvır kıvır
kuzu sütü hüsnüniyetiyle eblehleşenlere

hulasa
kartalvari, kaplanvaridir
hasreti şairin
hasretini gizlemektedir bin surat
seni soytarı! seni şair!

sen ki bakarken insana
tanrı suretiyle koyun olarak-
insandaki tanrıyı paralamak
paralar gibi insandaki koyunu
ve paralarken gülmek-

budur, budur senin mutluluğun
budur kaplanın ve kartalın mutluluğu
budur şairin ve soytarının mutluluğu

aydınlığı yitmiş havada
orak kılıklı ay
erguvaniler arasında yeşil
ve haset içinde, ilerlerken sinsi sinsi
-gündüze düşman
her adımda biraz daha biçerken
gül tarhlarını gizlice
sararıp soldurana, çökertene dek
ben de batmıştım bir kez öyle
hakikate divaneliğim yüzünden
gündüz hasretim yüzünden
günden yorgun, ışıktan huzursuz düşmüşken
-aşağıya, akşama, gölgeye gömülü
bir hakikatten
yanmış ve susamış

-hatırlar mısın hala, hatırlar mısın, hararetli gönül
nasıl susadığını
bunu söylerken sürülmüşüm
her türlü hakikatten
yalnızca soytarı! yalnızca şair!