10.01.2008

kolları bağlı odysseus

melih cevdet anday



sözlerim varsa var demeksin

ağır bir zamandı sürekli ve anısız
gözden önceki göz içinde yalnız
somut hayvanlar yürürdü hayvanlarla
ağaçtan önceki ağaçlar büyürdü
açardı hasatsız gökyüzünü
ustan önceki sabah kanlarla
bulut tapınağında bir yıldız

evreni tostoparlak uyur böcek
düşünde gökleyin kocaman
gök mü yoksa böcek mi önce
duruşur bir anda geçmişle gelecek
"geyik akarsuları özlediğince"
hem su hem geyiktir akan
düşle gerçekleyin iç içe

"bildik bakışları ile süzerdi beni"
aynasında sarılaştığım nehir
çekirgelerle büyürdüm üç adımda bir
çekirgeler kuru yıldızları yerdi
acıkmış bir güneşin öğle dikenleri
çıngıraklarla havayı titretir
tanrısal uykularımı bilerdi

ey çocukluk, mutluluk simyacısı
alevini bul getir yanmış bakırın
batı bulutundaki alı indir yere
ne oldu tomurcuğun içindeki ısı
kırmızı yıldızla mı damladı altın
saydam sapın özündeki ambere
bul getir korkusuz büyücü, gizci başı

yerin üstünde gördük bunu unutma
herkes yeniden başladı ve unuttu
kalıntılarla uzak anılarla yakın
kendi görütünde bir kırmızı karaca
ne güzel yangındı o yangın
herkes yeniden yaşadı ve unuttu
yaktığımız mutluluğu unutma

ey doğa, büyük doğa, sağır kral
tasında mermer yaz yağmuru
kesik bacağında güneş halhal
çağırıyorsun eski bahçene çocukluğu
sendin senin mutlu uyruğundu
sonra baktım pencereme vuran dal
görünüp gönürüp yok oldu

ekşi salkımdan şarabı çıkaran kim
toprağı ateşten, ateşi sudan
bitkiyle, böcekle, benimle oluşan
sonra kitaplarda okuyup öğrendiğim
görünmez ışınlar, iç içe yörüngeler
bensiz mi yanar, bensiz mi döner
yasaların içgüdümdü benim

unutamam o güz ikindisini
her yanda alı al bir mutluluk
terli bir at gibi gülümseyiverdi
düşle gerçek arası dörtnala
bir koşudan sanki çoğala çoğala
gelip yitivermişti çarçabuk
beyaz kulelerle bayraklar ortasında

şimdi ondan ne ki kaldı
unutulmuş bir kapı belki kaldı
değişmez biçim, arı renk, ölümsüz birlik
o zorunlu kendiliğindenlik
anılarla geldi gitti kaldı
duyularda bir ürperti kaldı
artık eski bahçelerde değildik

duyular eski ağaçlarım benim
her gece bütün kuşlarını yiyen
alaca bulaca fener alayı
unutup gidilmiş körebelerim
bilinçsiz bir inatla yeniden
yeniden boyuna yeniden
kurup kaldırıyorsunuz bu sofrayı

2
büyüdük çocukluğumuzdan
büyüdük tarihe usulca
biz bir yana, doğa bir yana
doğanın yanında bir başka doğa
karşıdan bize gözlerimiz mi bakan
ve güneş altındaki ölümlü tanrılara
hala şaşkınlık içindeki yonutlarda
susar doğadan ayrı düşmüş insan
insanın boşluğunda doğa

belli değil biz mi, doğa mı
kimdi kim bu ayrılığı isteyen
belki kör bir çocuk küstü ağladı
ilk karın çılgın geyiğinden
belki de bir sakar büyücü karı
aşımıza tanyeri ağarırken
ağulu, esrik bir göktaşı
düşürdü bileziğinden
çıldırmış evrenler artığı

kaşla göz arasında oldu olan
birdenbire ilk göz süreksiz ve anısız
ilk kuş kanadınca ürkek ve yalnız
ağaçtan önceki ağaçlarla tek bir an
tüyleri diken dikendir hayvanın
ışığın püsküllü atları şaşkın
gözün gözü daha kocaman
ve hiç göz değmemiş ormanın
tembel devi boş bulundu apansız

işte o zaman bir akarsu
geçtiği yerlerden bir daha geçti
isteyerek ikiledi kendini
gök bir daha, bulut bir daha
saklı bir deniz denizin altında
yaprağının altında yaprak
göründü görünecek ucu
uçan kuş gene uçuyordu
kendi gibi olmaya çalışarak

oysa giden bulut değil, yaprak değildir
renk bir düşünce gibi büyür çünkü
tutamam tuttuğum dalda belki elim var
bakıp unutmuşum gözlerimi denizde
gökyüzü belleğim olur çünkü gittikçe
ne duyu, ne görü, sade yıldızlar
bütün müyüm, parça mıyım, kim bilir
yitmiş gitmişim güneşlerle yüklü
yiten güneş değil, toprak değildir

bağlantısız bir düzende ordan oraya
koştukça artıyordu yalnızlığım
bir dinothorium'un gözünden baktım
kendime -ne çılgınlık!- yabancı ve uzak
denizi köklerinden çıkarmış da
sallıyordu gagasında bir martı
rüzgar tüyleniyordu bir kuşta
yavaş yavaş yoğunlaşarak
gök gürültüsü az sonra artık ağaçtı

kaç kez unuttum sevinci
yağmurlu bir gezegendi çiçek
kulaklarım çiçek sesleriyle dolu
kokusunu gördüm onun giderek
geceler gündüzler yaratıyordu
gecenin gündüzün yardımı ile
madenlerin, rüzgarın, göğün yardımıyla
madenleri, rüzgarı, gökyüzlerini
çiçeği yaratıyordu kendi kendine

kendi kendine geçip giden mavi
kanatlı atında dalganın
yarıya indirgemiş daireyi
sallanın maviler sallanın
varabilir misiniz yayın ötesine
iki nokta arasında sürekli
ve sonsuz bir koşu ki tanrım
gökler de yarım, dalgalar da yarım
dalgaları gökler tamamlıyor geçtikçe

esriktim artık çalkantıdan
birlikte var olmanın rastlantısı
aldı götürdü beni bir an
değişen biçimler içinde
artık üçgen yağmurları mı
gök piramitleri mi iç içe
değirmi denizler mi istersin yansıyan
küsuf konilerinde sapsarı
gel birliği yeniden kur ey gece

ama saat kaç, kim bu başucumdaki
saf olayın yenilenmesi mi su
ağaçlar gerisin geri eski yerine
açılarla aralıklar tıpatıp doğru
ama saat kaç, kim bu başucumdaki
kim ölçüyor, soran kim, neye göre
düzen sevgisi mi, yoksa korku mu
düşünülmeyenden düşünülene
ama saat kaç, kim bu başucumdaki

3
us iki akımlıdır. ben doğayı
nesneleştirdim ve sayılarını
buldum. şimdi ne olacak idiyse
her şey onun zorunu içindedir
ağaca yeşil bakmak lazım
yan yana getirmeli yedi rengi
sessizliği yoğunlaştırmalı ki
yeri katılaştırsın ayaklarım
ey bilinç! sevgim de, hüznüm de
eski bir zamandan gelmedir
şimdi saltanatımda yapayalnızım

bulut bir biçim değildir artık, bir
tasarı, bir entr'acte, bir istektir
olumsuz bir tanımdır gökyüzü
boyuna ilkel ve matematiksiz
sıkar durur tanrıları boş yere
çünkü eski bahçelerde değiliz
eskidendi elmanın ağaçtan düştüğü
şimdi yalnız 1/2 gt²
kapsar yıldız kaymalarını
ayıklamalı evren görütünü
usa uygun bir düzene koymalı

ben bu ellerimi hiç görmemiştim
çünkü onlar benim ağaçlarımdı
şimdi ışığı söndürsem ve
kalkıp tutsam ağaçlarımı
ellerim midir, yoksa ellerimin
adları mı? çünkü şimdi ben de
bir ara renk, bir bildiriyim
ilkyaz, ilkyazın gerçeğinden
başka nedir? olağan biçimlerin
yerce yenilenmelerinden
olağanüstü yabancılıkları

kaç sabah var, yazık, onca güneş var
sayısızlıkta başım dönünceye kadar
gördüm denizi, ama ad verdim ona
durdurdum. unutkan kuşlarıyla yarın
deniz değildir artık o, uğultulu
bir varsayım, arcaique bir duyu
çoğul! tekdüze tür! sen bir kadınsın
istediğince kendini tekrarla
anımayın ey ölümlü anılar
evrenin karşı durmasıdır bu
karşı durması usumuza

kara bastın mı üşümeli
üşümek bir sözcüktür, üşümeye benzer
gecedir diye bakmalı geceye
tıpkısıdır gecenin, bir sessiz bir sesli
içtenliği kökünden yok etmeli
çünkü sen bir nesneye karşılık değilsin
yapaysın ve güçlüsün artık. benze
benzet, yakıştır, doğamsı göster
ölümsüzlüğünü yaratmak için
koru kendini bir gerçeğin
yanı başında sözcüklerle

ah olacağı buydu oldu
duygularla öyle çok uğraştım ki
artık aramızda ne bir sır
ne güven, ne inan, ne uyum
sonunda tükettim ruhumu
sevinirken sevincimi seyrediyorum
korkumla korkmuyorum şimdi
madem bir kapı aralıktır
sen sonuna kadar aç onu
artık bendeki insandan kurtuldum
sevgisiz yaşayacağım sevgiyi

kıpısızsa yörüngenin ortasında söz
devinisiz gelişim ne ki
"this is the mythology of modern death"
biçimden ayrı düzen, kalıptan ayrı biçim
bir yanda uygunluk, bir yanda uyum
varlık değil, ölüm değil, öteki
sesle sessizlik arasındaki ses
bilgisiz inanım, inansız bilim
töz bir yerde, bir yerde öz
duyumsuz duygu, duyusuz duyum
gerçekle ülkü arasındaki

sene martılardan kalma bir şey var
ellerin gece bir denize yağmur yağandaki
ıssızlığı sürdürüyor ellerinde
(ilkel ya da çocuksu hep bir)
ıssızlığı ve ululuğu ki
bilinçsiz özgürlüğün kalıntısıdır belki de
(kapımayın ey ölümsüz kapılar)
eski bilgiler saklı belleğinden
uyandır o gücü uyandırabilirsen
(usul ya da tutkulu hep bir)
bilinçli tutsaklığını tekmele

ey doğa, büyük doğa, güzel ana
sen varsın, de bana, gözlerin de var
"deniz var deniz, onu kim tüketebilir!"
bırakmaz beni tek başıma
"ağacın gövdesine güveniyorum"
arı gün bak işte değişiyorum
yeniden yaşamaya başlıyor ellerim
tanrımayın ey ölümsüz tanrılar
"ah güvercin gibi kanatlarım olaydı bir"
en kardeş yerlerimi tek başıma
"uçardım ve rahat ederdim"

hatırlar mısın? eski kokuları hatırla
ben bu çiçekleri dererdim
hangi çiçekleri? o değil, şarkılardı
şarkılar vardı can sıkıntısında
ağlayan kim? ben değilim
vardığım kupkuru bir kıyı
deniz kabukları, martı leşleri
eskiden ben bu denize girerdim
hangi denize, ölüm sessizliği
ve cırlak güneş aydınlığı
içinde dağa taşa benzemişim

4
kara gemi okeanos ırmağının
akıntısından kurtulup tanrısal
denizde ayaye adasına varınca
onu kumsala çektik ve uykuya
dalarak tanrısal şafağı bekledik
sabah sisi içinde doğan
gül parmaklı şafak
elpenor'un yüzüstü yatan ölüsünü
bulmuştu ilk önce kıyıda
martı leşleri ve deniz kabukları arasına
törenle gömdük onu kederli
gönülle ve yanık yüzle şaraptan
içerek dinledik kirke'yi

tanrıçaların en tanrısalı
güzel belikli kirke eyitti:
"sen odysseus iki ölümlüsün
hades'i gördün daha yaşarken
güneş doğmayan neşesiz ülkeyi
günlerce karanlıkta kaldın
çünkü ithaca yaşatıyordu seni
tanrısal denizde ordan oraya
bin yıldır aradığın ada
konağının sarsılmaz temeli
ikarios kızı penelopeia
ve erdemli dölün telemakhos
bütün ülkün ve sevgin olan ithaca"

"iyi dinle söyleyeceklerimi
her şeyi olduğu gibi anlatacağım sana
ki yeni uğursuzluklar yüzünden
denizler ortasında kalma bir daha
önce sirenlere rast geleceksiniz
koruyun onlardan kendinizi
yabancı ezgilerle büyüleneceksin
ordan çarçabuk uzaklaşmalı ki
büsbütün yok olmasın ithaca
sirenleri aştıktan sonra kürekçilerin
iki yol çıkacak karşına birden
acaba bunlardan hangisi
artık onu orda sen bileceksin

oysa ithaca'yı hiç görmemiştim
penelopeia yoktu, telemakhos da
ama ithaca kafamda onlardan kurulu idi
tanrıçaların en tanrısalı
kirke'nin bile söyleyemediği
bu yolu bulup geçeceğim
ama ne denli güç olursa olsun
bilerek varmak istiyorum şimdi
sirenlerin ezgilerini dinleyeceğim
dedim ve büyük bir mum peteğini
tunç hançer ucu ile ezdim çabucak
tıkadım kürekçilerin kulaklarını bir bir
orta direğe bağlattım kendimi

kürekçilerim hasatsız denizi
köpürttüler kürekleriyle
tez yürüyüşlü gemi gün batarken
ulaştı sirenlerin adasına
yüreğim kopacak gibiydi
kanatlanıp uçacak gibiydi ama
sirenlerin izi bile yoktu ortada
yalnız bir ezgi, ta derinden
ta içerimden gelen bir ezgi
başladı yavaş yavaş yükselmeye
o yabansı, o büyülü türküleri ben
söylüyordum sağır gemicilere
yalnız ben duyuyordum sirenleri
kirke, bilge tanrıça, selam sana
sağ salim geçtim kendimi