31.07.2021

paris ve londra'da beş parasız

george orwell

dış görünüş her şeydir.

patronu kolla, müşteriyi siktir et.

hemen her zaman sadaka alan, sadakayı verenden nefret eder. bu, insan doğasının değişmez bir özelliğidir.

insanın ilk on sekiz yılının satılabilecek bir yazıya ne malzeme ne de esin sağladığı pek görülmüş şey değildir.

zafer en uzun çarpışmayı yapanındır.

garsonluk kumardır. insan ölünceye kadar yoksul kalabileceği gibi, bir yılda servet de yapabilir. ücret vermezler. garson bahşişe bağımlıdır.

hiçbir vakit insan, talihin ne zaman güleceğini kestiremiyor.

zeki bir insan için olanaksız şey yoktur. bir insan akılla neler yapmaz ki! akıl, hiçten para yaratır. bir zamanlar bir arkadaşım vardı, bir polonyalı, tam bir dâhi. ne yapardı, biliyor musun? bir altın yüzük alır, sonra onu on beş franka rehine koyardı. bilirsin, görevliler o rehin makbuzlarını ne kadar üstünkörü doldururlar. adamın "altından" yazdığı yere "pırlantalı" ekler, on beş frankı da on beş bin frank yapardı. temiz iş değil mi? sonra o makbuzu başka birine rehin bırakıp bin frank alırdı. işte akıl diye buna derim.

insanlar aç birini görünce, onu tekmeleme isteğine kapılıyorlar.

oteller her ne kadar her şeyin tıkır tıkır işlediği akıl almaz yerler gibi görünürlerse de, gerçekte, önemli konularda, en kötü yönetilen evden daha kötüdürler. insan yiyeceğe ne kadar çok para verirse, yiyecekle birlikte o kadar çok ter ve tükürük de yemek zorunda kalır.

kötü bir restoranın en belli işareti, müşterilerinin tümünün yabancı olmasıdır.

insan bir sözcüğün kötü bir anlamı olduğu için hakaret diye kullanıldığını sanır ama, uygulamada hakaret değerle gerçek anlam arasında pek zayıf bir ilişki vardır. çünkü sözcükler, özellikle küfürler, kamunun genel eğilimi onları ne diye seçtiyse odurlar.

dervla murphy: zengin kitlesiyle yoksul kitlesi yalnızca gelirleriyle birbirlerinden ayrılır, başka hiçbir şeyle değil. ortalama bir milyonerle sırtında yeni bir giysi bulunan ortalama bulaşıkçı arasında hiçbir ayrım yoktur. eşit koşullarda yoksullarla yan yana gelmiş herhangi bir kimse bunu böyle bilir.

bana katıksız sevgimizin günlerini, dudaklarından aldığım o tatlı öpücükleri hatırlatan sevimli mektubunu ne büyük sevinçle aldım. böyle anılar, solmuş bir çiçeğin kokusu gibi, insanın kalbinde sonsuza dek kalır.

sana daha önce söylemiş miydim, dostum, eski rus ordusunda bir yahudinin yüzüne tükürmek görgüsüzlüktür. evet, bizce, bir rus subayının tükürüğü yahudinin suratına harcanmayacak kadar değerlidir.

yunanlıya güveneceğine yahudiye, yahudiye güveneceğine yılana güven; ama ermeniye hiç güvenme!

tam bir darbe oldu bu. korkunç bir düş kırıklığına uğradım; çünkü midemin yiyecek ummasına izin vermiştim. bu ise, bir insanın açken yapmaması gereken önemli bir yanlıştır.

kadınlar hiçbir zaman ya da hemen hemen hiçbir zaman kendilerinden fakir erkeğe tenezzül etmezler.

cinsel dürtü, hiç abartmadan, yaşamın asal dürtülerindendir. o dürtünün karşılıksız bırakılması, fiziksel açlık kadar çökerticidir.

yoksulluğun en kötü yanı insana acı çektirmesinden çok, hem fiziksel hem ruhsal olarak çürütmesidir. hiç kuşkusuz, bu çürümeye cinsel açlık da katkıda bulunur. bir insanın kendine duyması gereken saygıya bundan daha fazla zarar verecek bir şey de olamaz.

gerçekçi gözle bakarsanız dilenci, bir iş adamından başka bir şey değildir. öteki iş adamları gibi yaşamını, önüne hangi yol çıkmışsa o yoldan kazanan bir iş adamı. onurunu günümüzdeki pek çok insandan daha fazla satmış değildir; sadece zenginleşmenin olanaksız olduğu bir iş alanı seçme yanlışına düşmüştür.

meteliksiz kalmanın bana kesinlikle öğrettiği bir iki şeyi gösterebilirim. bir daha hiçbir zaman berduşların sarhoş birer ahlaksız oluğunu düşünmeyeceğim, bir peni verdim diye bir dilencinin bana minnet duymasını beklemeyeceğim, işsizler uyuşuksa buna şaşmayacağım, selamet ordusuna para vermeyeceğim, giysilerimi rehine koymayacağım, sokakta birisinin uzattığı el ilanını geri çevirmeyeceğim, şık bir restoranda yediğim yemekten tat almayacağım. bu bir başlangıç.