6.09.2012

eylembilim

oğuz atay

milliyetçilik, modası geçmiş bir gericiliktir.

ben kendim de onlardan biri olduğum için, bugünkü okuyucunun haleti ruhiyesini biliyorum. onu ürkütücü görünüşlerle yormanın tehlikelerini de gene kendimden biliyorum. en basiti, açar televizyonu, en büyük dünya klasiklerini birkaç yarım saatte öğreniverir. neden bizlerle uğraşsın?

bu toplum için yapabileceğimiz tek şey, onun çöküşünü hızlandırmaktır.

bir insan ne zaman yazmaya başlar? bilmiyorum. büyük bir acı, belki bir aşk, belki de çok başka bir sarsıntı sonucu insan kendini önemli bir kararın öncesinde; belirsiz de olsa, yaklaşan bir değişimin huzursuzluğu içinde bulabilir. korkulu bir bekleyiştir bu: insan bu bilinmeyen sarsıntının yaklaştığını hissedince bir süre ne yapacağını bilemez. sonra bütün gücüyle, belki de daha önce hiç hayalinden geçirmediği girişimlere atılır; daha doğrusu, kendini daha önce düşünmeye bile cesaret edemeyeceği bir eylemin içinde bulur.

en doğru yargılayıcı tarihtir.

insanın geçmişinden kaçabilmesi için, kendinden kaçabilmesi gerekiyor. bunu da bilinçsizce gerçekleştirirse sürdürebilir. insan hayalinin ürünlerinde, daha çok kalabalıkların yüzyıllardır usanmadan desteklediği eserlerde, kahramanları geçmişin dumanlı yaşantılarına sürükleyen rastlantılar, karşılaşmalar birbirini izler. bense yaşantılarımda tekrardan korkarım. bu yüzden, yıllardan beri tanıdığım kişileri, hayatım boyunca, hayatımla birlikte sürüklemek isterim.

neden bazı insanlar bazı şeyleri hiç bilmiyorlar? duysalar, dinleseler, hatta karşılarında görseler bile bilmiyorlar.

"neden üniversitede okuyorum?" diye sormuştu. hemen, "kapitalist topluma, yetenekli olduğumuzu göstermek için." diye karşılık verdim. kendimi tutmasını bilmezdim.

bizde insanların kendilerini öldürme yüzdesi çok düşük. bu yüzden bizde henüz roman yazılamaz. gerçek intihar, insanın köküne işleyen sorunlar yüzünden kavrulup gitmesi gibi derin sarsıntılar geçirmiyoruz henüz. intihar, kendini yetiştirenlerin eylemidir. toplumdaki yürümeyen budalalıkları, kendi kişisel dertleri olacak kadar duyanlar onlardır. işçi sınıfı henüz bu duyarlığa ulaşmamıştır.

ne kadar anlamsız sıkıntılar çekerse, bir gün başarısı o kada anlam kazanır.

özellikle ülkemizin gelişmesini engellemek korkusu dayanılır bir baskı değildi. geri kalmış bölgelerimiz -hele doğu yok mu- her yazar ve her çeşit sanatçı için zorunlu esin kaynağıydı. yalnız yaratırken mi.. hayır, günlük yaşantınızda bile bu baskıyı sırtınızda duyuyordunuz. paltonuzu giyerken, atkısı bile olmayan milyonları düşünüyordunuz. bir kitap okurken -ya da yazarken- eğitim eşitliğine kavuşamamış yüz binlerce küçük göz, öfke ya da kırgınlıkla sizi izliyordu. çatalınızı tabağınızdaki yumuşak ve iyi pişmiş et parçasına batırırken.. elimdeki tabağı kimseye sezdirmeyeye çalışarak yavaşça masaya bıraktım.

dert çok, hemdert yok, düşman kavi, talih zebun.