13.08.2012

karanlıkta kahkaha *

vladimir nabokov

en zalim düşmanımızdan bile, biletçinin hareketsiz sırtından ya da mezeci dükkanının tezgahının yolunu kesen iri yarı yabancıdan ettiğimiz kadar nefret etmeyiz.

bir yolculuğun ilk bölümü hep ayrıntılı ve ağırdır. orta saatleri uykulu, sonu hızlıdır.

insanın bir tutkusunun olması dünyanın en büyük mutluluğudur.

insan düşlerini bankaya yatıramaz. senet değildir bunlar, kar yüzdeleri sıfırdır.

hep düşünmüşümdür, insan acaba kimi daha iyi tanır? beş saat aynı odada birlikte kaldığı birisini mi, yoksa bir ay boyunca her gün on dakika gördüğü birisini mi?

ölmeyi arzulayan talebe her şeyden önce kendi iç kara tahtasına kendi kendinin zihinsel bir imgesini yansıtmayı öğrenmelidir. el değmemiş halinde siyahtan çok koyu mürdüm rengi bir saydamlığı olan bu yüzey, kişinin kapalı göz kapaklarının alt tarafından başka bir yer değildir.

arka planın pürüzsüzlüğünü tamamen sağlamak için, uyku ucubelerini ve göz içi kıvıldanmalarını bertaraf etmek gerekir, ki bunlar bir avuç metal para ya da böceğe haddinden fazla gözünü dikip bakma sonrasında kişinin yorulmuş görüşüne musallat olurlar. derin uyku ve bir göz banyosu bu mahalli temizlemeye yeterli olacaktır.

gelelim zihinsel imgeye. kendi deneylerime hazırlanırken -uzunca bir el yordamı -ki elinizdeki notlar amatörlerin bu aşamayı atlamasına yardım edecektir- oldukça detaylı, oldukça tanınabilir bir portremi çizmek istedim kendi özel kara tahtama.

"intihar eylemi, cinayet kadar "cinai" olabilir ama benim için, verdiği inanılmaz hazla arınmış ve kutsanmıştır." (philip nikitin)

şeytan, onu karalayanlar kadar kara değildir.

gerçek kelimelerin yoksul akrabaları; ne kadar da çokturlar; bu küçük, çerden çöpten kelimeler, aceleyle söylenen ve boşluğu geçici olarak dolduran.

fiziksel yorgunluk zihinsel perişanlığın yanında bir hiçtir.

zahmetle yazılan kolay okunur.

gelecek kestirilemez; ama bazen onu özel bir sis kaplar; sanki başka bir güç kaderin doğal suskunluğunun yardımına koşmuş ve düşüncelerin çarpıp çarpıp geri döndüğü bu esnek sisi yaymış gibidir.

insan her şeye bakmalı ve her şey hakkında bilgi edinirken tamamen tarafsız olmalı.

hayat, öyle bir ayarlanmıştır ki, her saniyenin bir bedeli vardır.

her sıçanın bir deliği vardır.

genç bir yazarın bir gün dönüşeceği yaşlı yazara duyduğu coşkulu aşk, ihtirasın en takdire şayan biçimidir. daha büyük kütüphanesindeki yaşça büyük adam bu aşka karşılık vermez; çünkü taze bir damak ve perde düşmemiş bir gözü esefle hatırlasa da, gençliğinin acemi çaylağına sabırsız bir omuz silkmeden başka sunacağı bir şey yoktur.

vakit erişti, sevgilim, vakit erişti
kalbim istirahat istiyor
günler günleri kovalıyor ve her saatle beraber
biraz da hayat geçiyor; ama bu arada sen ve ben
beraber yaşamak istiyoruz.. heyhat!
ancak öldüğümüzde
saadet olmayacak yeryüzünde ama
huzur ve hürriyet olacak
çok zamandır kader şöyle bir gülsün istedim yüzüme
ben bitap köle, çok zaman düşündüm bir yolculuğa çıkmayı
iş ve saf mutlulukla dolu uzaklardaki bir yuvaya

felsefi mütalaa zengin icadıdır.

şu ya da bu biçimde açıklanamayacak hiçbir şey yoktur dünyada.

her ne kadar bir insan yaşamının özeti, yosunla çerçevelenmiş olarak, bir mezar taşının üstüne kolayca sığarsa da, ayrıntılar her zaman hoşa gider.

tüm duyularımızın prensidir görme duyusu.

adamın biri, geniş mavi denize pırlantalı kol düğmesini düşürmüş bir vakitler. yirmi yıl sonra aynı gün, anlaşılan bir cuma günü, kocaman bir balık yiyormuş ve balığın içinden pırlanta çıkmamış mı! rastlantılara bu yüzden bayılırım işte!

benim için bir kadın yalnızca zararsız bir memeli hayvandır ya da keyifli bir dost, o da bazen.

insan, felaketlerin bataklığı üstünde kuramaz yaşamını. böyle bir şey, hayata karşı işlenmiş bir günah olur.

bir vakitler heykeltıraş bir arkadaşım vardı; öyle keskin bir gözü, biçimleri öyle şaşmaz bir algılayışı vardı ki, akla sığmazdı. derken, birdenbire, yüreğinin iyiliğinden olacak, yani acıdığı için çirkin, yaşlı bir kamburla evlendi. tam olarak ne oldu hiç bilemedim ama, günün birinde, evlendikten kısa bir süre sonra, her ikisi de eşyalarını küçük birer bavula doldurup en yakın tımarhaneye yürüyerek gittiler.

bir sanatçı kendi güzellik anlayışından başka kılavuz tanımamalı. onu hiçbir zaman aldatmayacak olan tek şey budur.

bence ölüm kötü bir alışkanlıktan başka bir şey değil, doğa şimdilik bunu yenmeyi başaramamış durumda.

gerçek bir aktris hiçbir zaman memnun kalmaz.

dünyada, başı dönen kör bir adamın kapıldığı kadar korkunç ve çaresiz başka bir duygu yoktur.

yaşamayı da amma yüzüme gözüme bulaştırdım.

* "cinnet", "laura'nın aslı", "lujin savunması", "rua, dam, vale" ile birlikte.