29.10.2011

dizeler

murathan mungan



bazı yalnızlıklar haysiyettir
her şey para tarafından çürütülürken

ne dinin yardım ediyor ne damarlarındaki asil kanda mevcut olan
insan gibi yaşayıp insan gibi ölmene

aynı dedikodu fosillerinden beslenirken
akraba loblarda
dinselliğiniz ve cinselliğiniz
ne tarih bildiğiniz gibi, ne coğrafya hemşeriniz
dikey imha yatay geçiş
zaman tüneline yetişmeye çalışırken
postunu deldirdiğiniz periferi
dünyanın merkezi sandığınız başkentleriniz
bütün çağlar kapandı
kan çekiyor dünyayı
şeytanın okyanusunda yüzüyoruz hepimiz

kazananlar tarihi haklı çıkarmaz
biliyorsun madalyalar yalan söyler
iktidarın sağ elinden
daha iyidir karanlığın sol eli
onunla yazılır şiir

gece uykusuzdur
çünkü herkes onu uyur

yoldan gelip geçenler yığını ile
kitle arasındaki farkı bilmek ve belirtmek gerek
ölmeden ya da yenilmeden önce

aşk, nefret bilgisi gerektirir en çok

para kimsenin geleceği değildir
para geçmiştir, yalnızca geçmiş
tükettikçe geçmiş olan şimdiki zaman
varmaya çalıştığımız hedeften
bizi hep geriye savuran
uğruna harcadığımız
bütün bir geçmiştir para

oy verme
seni daha baştan suçlu sayan
genel kabule

kaos bağışıklıktır çoğu zaman
çünkü yüzleşmeden aşılmaz hiçbir tarih
altyazı geçerken dilsiz coğrafya
dünyanın bütün kürdistanlarında

bazı salaş duygular yaşını büyütür insanın
bazı sorular yalnızca zihin yorar
güçlüler gider kendi gürültüleriyle

babandan yapılma toprağa
gömüleceksin

gençlik pazar payı demektir
sistemin gramerinde
o kendisini çılgın ve asi sanır

asma hayat, takma köprü, sanal kimlik
stüdyo malı yaşananlar
hayat sandığınız şeyleri izlediniz
şimdi reklamlar

hiçbir uygarlığın ışık düzeni büyük çöküşü aydınlatamıyor
dünya yeni bir gezegen olacak nerdeyse
insanlık mars'ın yüzeyinden bildirdiğini
şemdinli'den hakkari'den bildiremiyor

hayat gün günden toplu intihar
her devlet büyük kundaklama

çalışır durumda sınıf sayaçları
krizden yapılma bütün dinlerimiz
çıkış kapısına yığılmış milyarlarca insanla
herkese yabancı bir gezegen artık dünya
yok olmak ve yok etmek için sıraya giriniz

hangi insan doğası dayanır
çağın rekabet hırs kar ve başarı değerlerine adanmış nihilizmine
her şey cool sinik ironik ve steril küresine içimizi azaltarak
yamanmaya çalıştığımız yeni dünya deseninde

hayat birçok şeyi kabul etmeye razı olmamızdan ibarettir
kusursuz bir gün razı olmamak için
kusursuz bir gün başka şeylere başlamaya

kimi sevsem büyük geldi yüreğim

diyelim buldun sonunda
kendin olmanın hayalini
yeni bir başlangıca imkan kalmış mıdır
acaba, oraya vardığında

bazen ömür yetmez
bazen izin vermez yaşadığın coğrafya

yetmez seni gündeliğin
karantinasından çıkarmaya
geçici körlüğe yol açmayan aşk

kalındır bazı aşkların sisi
yolunu saklar yolcusundan

bazılarının kaderidir
karıncanın bilgeliği
öldükten sonrasını yaşamak
ölmeden önce

şairlerin arasına karışan kısıtlanmışlardan korkulur
üç boyutta delemedikleri şiirin hıncını dünyadan alırlar

her şiir var olduğu dile aittir
çeviri odasıysa platon'un mağarasına benzer
yalnızca bir kez girilir

eksiksiz kavrayış anında şiir sahibine gülümser

susmaktan yapılmıştır bazı anlar
yüksek sesle okunduğunda dağılırlar

olanaksızlıkta söylemektir şiir
gün günden olanaksızlıkta
önceden kaybetmiş olmakla
yeniden kaybetmiş olmak
arasında

şiirin işi olanaksızlıktır
yahut kendi zıddına inanmak tekrar

yalın bir hassasiyete sahip yasalarda işler
adalet ve asalet isyanın ilk öğretmenleri
sularının kaynağı öfkeden önce iner
yaslanmadan küfrün çürük kolaylığına
öğrenir başkaldırmanın gramerini
delinmiş dağ, geçilmiş deniz, aşılmış uçurum
hayatta kalmak ne ki
sonuna dek direnmedikten sonra

deniz kokulu taşlar döşenmişti yollara
ben bile bilmiyordum nerde ayrıldık
söndür küllenmiş sözcüklerini geçmiş zaman
sararan firezleri geç
yorumu gökyüzüne bırakılmış uçurtmalı tepeleri
uzun bir yol için aldığın ne varsa bırak ardında
saklayabilseydim dalgın bakışlarımı böyle zamanlar için
saçlarını taradığım sular, rüzgar ve karanlık
bak adın yazılı yeşim taşından örülü duvarda

bazı sözler karanlıkta söylenir
bazı sözler hiçbir zaman

neden anlamıyorsun sevgilim
benim çocuk yüreğim aşkta cesur ayrılıkta korkak

yaz geçer yine gelir
yaz geçer iyi gelir sözcükler

yaz başıydı gittiğinde. ardından, senin için üç lirik parça yazmaya karar vermiştim. kimsesiz bir yazdı. yoktun. kimsesizdim. çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum. çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.

hayalet gemileri geçerdi
uykularımızın içinden

uzun denizlerde yorulmazdı gözlerimiz
birbirimizin güneşine baktıkça
en yeni yerlerimizi birbirimize borçlandık
çünkü aşıktık, kararlıydık, haklıydık
bir denize kaç dalga sığarsa

bir aşk birçok aşktan yapılıyor
ve ayrılınmıyor hiçbir seferinde

çarşafını değiştir denizin sevgilim
tropikal yaprakların, ayın
yüzüne düşen perçemlerini kaldır
hafızandan bütün lekeleri sil
alışmak çürütür gövdenin derinliğini

avcumda tenimin taç yaprakları
kalbimde kalabalık yeminler
vahşiyim, vahşiyiz
bu defne günlerinde

yaz başıydı gittiğinde. sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti mayıs. seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.

sevişmek için değil
yaşamak içindir çıplaklığın önemi

zamanı bizden ayrı parlayan bir şeydi
kanımda kımıldayan tutku
gecenin sözleşmesindeki mürekkep
derin bir ayindi
sen gittin
buluştuğumuz körfezler şimdi başka denizlerin çekiminde
sen gittin
ama doksan dokuz adın kaldı kalbimde

elim çoktan düşmüş kalbimin üzerinden
gözlerim yabancı hatırladıklarına
üzeri tırnak izleriyle kaplı bakır çanın
dağıtacağı hiçbir sis kalmamış oysa
ne burada ne hayatımda
dibi görünen bir sarnıcın çiğ kuraklığıyla
bakıyor gözlerim anlamından çıplak kalmış dünyaya
neden dönüşler loş zamanlara saklanır
neden kimse yola çıktığı gibi dönmez geriye

yaz başıydı gittiğinde. bir aşkın ilk günleriydi daha. aşk mıydı, değil miydi? bunu o günler kim bilebilirdi? "eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. altına saat: 16.00 diye yazmıştın ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.

kimsenin kendinden başkası olamadığı
o derin yalnızlık

el yazısı çocukluğudur insanın

bir aşk birçok aşktan yapılıyor
ve ayrılınmıyor hiçbir seferinde

solgun yollardan geçtim, bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarla bayındır kentler gibiyim
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzun uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
duyarlığın gece mekteplerinden geldim
bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim

dönüp ardıma bakıyorum
yoksun sen
ey sanat! her şeyi hayata dönüştüren

ayların en zaliminde doğmuşum
okuma yazma öğreniyorum yıllardır
başka çağlardan kiraladığım odalarda
çalışıyorum geleceğe
ve şimdiki takvimin duvarındayım
zamansız pencerede

etimden uçurduğum uçurum
meşhurdum, meçhuldüm, mahsurdum
bir hafızken eskiden
mecnun kaldım şimdi
aşktan, senden, kendimden
n'olur sevmeden öldürme beni
alacânım
söyle, indi mi göğsüne heves

doğru okunmuşsa kitaplar -bir hayat, 'çok kişi' yaşanmışsa
artık her çelişkide bir dram güzelliği, bir ağıttan silkinen tragedya inceliği

bir yanımda o yaman geyik -ormansız gezdiremediğim-
sonra mürekkep karanlığı -yazarken yalnızlığım-
tenimde buram buram sahtiyan -arta kalan avlardan, avcılardan
ve kaşımın tetiğinde titreşip duran nişan
yani ki eksik babalardır bazı çocukların bütün eşcinselliği

ay battı batacak, deniz uykusuz
harmaniyemin etekleri dalga beyazı
aldırma be sevdiğim
her hasrette vardır elbet yarım kalmış bir yaz fırtınası

çünkü hiçtir bütün duygular
korkunun verimi yanında

yedi rekat günah kıldım bedenimde
dizlerinde yedi zikir secdeye vardım
ihmalin uzak meleğine teninde aldandım
yapayalnızdım kendi kalabalığım içinde
tarih kadar yalnız
aşka aşina, acıya unutkandım

bazı sözler karanlıkta söylenir
bazı sözler hiçbir zaman

kil ve dilden yapılıyor bütün putlar
kötülük her çağda din değiştiriyor
güncelin argosu tutsak alıyor herkesi
silahlar ve bankalar konuşuyor gün ortasında

tedirgin ruhlardır
başkalarının zamanlarını değiştiren
kendi bedenleriyle

güzelliğin ön şartı kayıtsızlıktır

kalıntıları ne kadar ipucuysa bir antik kentin
o kadar biliyoruz nedenlerini ve sonuçlarını
ayrılınca adını aşk koyduğumuz o şeyin

masumlar ne anlatır yüzlerinde
cennet, neyi yitirdikten sonra aramaya başladığımız şeydir
içimizdeki boşluktan başka nedir ki ölüm
bu boşlukla nereye gidilebilir

ne kadar sevsek o kadarız

sözlerini giyinmediğimiz şehirler bizi almazken
surların uyruğuyuz hepimiz
susuzluğa dayanıklı sesimizde
hülyalı adamların mırıldandığı
çöl şarkıları, su yorumları, bozulmamış yeminler
bütün zamanlarda birden yaşayanlar bilir
zaman geçirgendir
büyük rüyalar uzun sürer

büyük umutsuzlardır dünyayı değiştirecek olan

bazı erkekler meçhuldür daha yaşarken
ötekilerden
adımları yollarınızdan eksilir
kıyamazsınız köprülerine
konuları dağınık suçlar
mümkünsüz tariflere çıkar
yol soramazsınız hiçbirine
avuçları sızılı tütün ve kehribar gizi
gözlerinde dalgın uzaklıklar

hangi insan sonuna dek şair kalabilir ki

babası cüce olanlar
gün gelir başkasının yoluna duran dev olurlar

ortalamanın iktidarı her şeyi böylesine kirleten, sevgilim
budala çoğunluğun öldürücü hakları
tarihin yatay eğrisi
sığda sertleşmenin çelik suları
ortalamanın iktidarı bizi böylesine öldüren, sevgilim

insanlar ya ölürler ya terk ederler bizi
yalnızlık
yalnızca yalnızlık çizer kaderimizi

aşk da bir çeşit intikam, insan bunu da öğreniyor öldürüldükçe

ette dönen bıçak, şiirde akan kan
kalpte büyük zaman durmadıkça

bir tek gece vardır insanın hayatında
ömür boyu sürer nöbeti

çöl doğrudandır. insanın teniyle doğrudan ilişki kurar. çöle bakmayı bilmek gerek. çöle boş bakanlar, çölün boşluğundaki yoğunluğu göremezler. kendini durgunluğuyla saklayan güzelliği çölün, ağır ağır kıpırdar. çöl kendi ölümsüzlüğüyle ölümü yumuşatır. ölüm çölde gençliğini hatırlar. bu yüzden her şey sonunda çölleşir.

izin vermiyor içimdeki eşik
onca yol tarif ettim, şimdi bilmiyorum
araf mı dumrul mu geçemediğim
yürüyüp geçsem içim duracak sanki
dursam, kederimden öleceğim

kağıttan önce içinde acır insanın
beklemiş şiir
kafes örgüsünün dilimlediği dilde
sözcükler gafil niyetler galat
ne söylesen eksiktir
ilk hecenin bulunuşundan beri
dil fezada tek başına
payına düşen
nereye kadar
gidebildiğindir
onunla

kalbe yakın şiirlerin uzak görüşlü
okurlarını yeğlerim ben
pirinç ayıklamasını bilenleri
soğanı zarından soyabilen
anlamı kemiğinden ayırabilenleri
taşa, ağaca, kuşa, çiçeğe bir görümde
ad verebilenleri
diğerleri, sadece diğerleridir
gelir geçerler bir göz değimi

iyi ol, sağ ol, uzak ol
ama bir daha görme beni