6.02.2008

ortak kimlik

carl gustav jung

gizli örgütler bireyselliğe giden yolun yarısıdır. birey, bireyselleşmesini sağlayabilmek için ortak bir örgüte bağımlıdır; yani bireyin esas görevinin başkalarından kendi farklılığını ayırmak ve ayakları üstünde durmak olduğunun bilincine varamamıştır. hangisi olursa olsun, örgütlerden birine üye olmak ve "izm"leri vb. desteklemek ortak kimlik anlamına geldiği için, bireyin bu görevine engel olur.

bu tür ortak kimlikler, bir yandan sakatlara değnek, utangaçlara kalkan, tembellere yatak ve sorumsuzlara bakım yeri işlevini görürken; öte yandan da zayıflara, yoksullara ve gemisi batanlara barınak, yetimlere bir ana kucağı ve düş kırıklığına uğramışlara ve bezgin hacılara ümit vaat eden ülkelerdir. yolunu kaybetmişlerin bir sürünün içinde güven bulmalarını sağlarlar; beslenmelerini ve gelişmelerini sağlayan anneleri olurlar.

bu ara dönemi bir tuzak gibi algılamamak gerekir. tam tersine, günümüzde her zamankinden çok, kimliği olmamak tehlikesiyle karşı karşıya kalan bireyin, varlığını temsil etmesinin tek yolu örgütlerdir. ortak yapılanmalar bugün öylesine önem kazanmıştır ki, birçokları, biraz da haklı olarak bunu tek amaç olarak görmeye başladılar. bağımsızlığa doğru atılan adımlar, küstahlık, gurur, hayal dünyasında yaşamak ya da aklı başında olmamak diye düşünülüyor.

durum ne olursa olsun bir insan, yeterli nedenlerle, kendine daha geniş ufuklar açmak yolunda kendi ayaklarının üzerinde ilerlemesi gerektiğini hissedebilir ve yaşamın önüne koyduğu tüm biçimlerde, koşullarda ve tarzlarda aradığını bulamayabilir. böyle durumlarda tek başına yürür. arkadaş olarak kendini seçer ve sırasında, tümü de aynı yönde olmayan değişik düşünceler ve eğilimlerle dolu kendi grubuna hizmet eder. aslında, bazen kendini bile tanıyamaz ve ortak hareket edebilmek için çoğul amaçlarını birleştirmede çok zorlanır. bu aşamada toplumsal biçimlerce dıştan korunsa da, içindeki çoğula karşı savunmasızdır. içindeki kopuklukların, onun vazgeçmesine ve çevresinin kimliğine kaymasına yol açması da olasıdır.

gizli bir örgütün ayrıcalığı olmayan ortaklığından kendisini kurtarmış bir üyesi gibi, yolunda yalnız yürüyen bir bireyin de, birçok nedenle açıklayamayacağı ya da açıklamaması gereken bir gize gereksinimi vardır. böyle bir giz, bireysel amaçlarındaki yalnızlığına karşı onu güçlendirir. birçok birey bu yalnızlığa dayanamaz.

oyunlarını ciddiye alamayan, kendileriyle ve başkalarıyla saklambaç oynama gereksinimini duyan nevrotik insanlar vardır. bu insanların bireysel amaçları, çevrelerinin desteklediği tüm düşüncelerden, inançlardan ve ideallerden oluşan ortak uyumu paylaşmak isteklerine yenik düşer. bu bir kuraldır. üstelik, hiçbir mantıklı sav çevreye karşı üstün çıkamaz. yalnızca, bireyin açıklamaya korktuğu ya da sözlere dökemediği için açıklayamadığı bir giz, delice düşünceler sınıfına girse bile, o bireyin geri çekilmesini önleyen tek etken olabilir.

hem topluluğuna uymaya çalışan hem de kişisel amacını izlemeye çalışan bir insan nevrotik olur. modern yakup'umuz, meleğin kendisinden daha güçlü kuvvetli olduğunu gizlemeye çalışacaktır. meleğin de topalladığını iddia eden olmadığına göre işin doğrusu da budur. şeytanının gösterdiği yolda giden insan, ara aşamanın sınırlarını aşmış olur ve gerçekten "ayak basılmamış ve basılmaması" gerekli bölgeye girer. artık ne yol tarifleri ne de üzerinde onu koruyan bir çatı kalır. daha önceden göremediği bir durumla, örneğin görev çelişkisiyle karşılaştığında, ona yol gösterecek kurallar da yoktur artık.

çoğu zaman bu "hiç kimsenin olmayan topraklar"a gezintiler, çatışma ortaya çıkmadığı sürece sürer ve uzaktan çelişki kokusu alındığında da hızla sona ererler. arkasına bile bakmadan kaçan birini suçlayamam ama zayıflığını ve korkaklığını da onaylayamam. hor görmemin ona bir zararı olmayacağına göre, böyle bir teslimiyeti övgüye değer bulmadığımı söyleyebilirim.

oysa görev çelişkisi içindeki bir insan tüm sorumluluğu üzerine alıp gece gündüz onu yargılayan bir hakimin karşısında uğraşmaya başlarsa, kendisini çok yalnız hissedebilir. kendi kendisinin acımasız denetmeniyse ve sonu gelmeyen içsel hesaplaşmalardan geçiyorsa, yaşamında kimselere açamadığı gerçek bir giz var demektir ve ne bir dünya hakimi ne de bir ruh hekimi, uykusuz geçen gecelerini ona geri veremez. bu tür yargılamalardan zaten bıkmış olmasaydı kendisini çelişki içinde bulmazdı; çünkü bu tür çatışmalar daha yüksek düzeyde bir sorumluluk duygusunu gösterirler. bu duyguya sahip olan bireyin toplumun ortak kararlarını kabul etmemesinin nedeni de budur. böyle bir insanda, mahkeme içsel dünyaya taşınır ve karar kapalı kapılar ardında verilir.

bu aşamaya gelindiğinde, o bireyin ruhu daha da önem kazanır ve yalnızca çok iyi bilinen toplumsal açıdan tanımlanmış bir benlik olmakla kalmaz, kendi içinde ve kendisi için ne değerde olduğunu ölçebilecek bir araca dönüşür. hiçbir şey, içsel zıt kutuplarla yüzleşmek kadar, bilincin gelişmesini sağlayamaz. suçlamalarda o güne dek kuşku duyulmayan noktalar ortaya çıkar, savunma o zamana kadar bilmediği savunmalar keşfetmek zorunda kalır. bu süreçte dış dünyanın belirli bir bölümü içsel dünyaya ulaşır ve bu durum dış dünyanın zayıflamasına ya da ondan kurtulunmasına yol açar. öte yandan, iç dünya ahlaksal kararlara varabilecek bir yargı organı düzeyine ulaşmakla, bir o kadar daha ağırlık kazanmış olur ve geçmişte bütünlüğü olan benlik, yalnızca savcı olma niteliğini yitirip avukat rolünü de üstlenmek zorunda kalınca, karmaşık duygular içinde bocalamaya başlar. belirginliğini yitirip iki ateş arasında kalır ve karşıtın altında, karşıt bir ögenin daha yattığının farkına varır.

hiçbir görev çelişkisi, büyük bir olasılıkla biri bile sonsuza dek tartışılsa da, ölçüp biçilse de çözümlenemez. er ya da geç karar, yani ürün kendiliğinden oluşur. günlük yaşam, bu çelişkiler yüzünden sonsuza dek durdurulamaz. yaşam sürerken, karşıtlar ve çelişkiler, bir anlığına, bir harekete geçme dürtüsüne boyun eğseler de, yenik düşmezler. bireyin kişilik bütünlüğünü sürekli tehdit etmeyi sürdürürler ve çapraşık varlıklarıyla yaşamı bir karmaşaya dönüştürürler.

böyle bir durumda, doğan tehlikeler ve çekilen acılar bir insanın neredeyse evde oturmaya karar vermesine neden olabilir. ev güvenli bir barınak, sıcak bir kozadır ve insanı koruyacağına söz veren yalnızca bu güven duygusudur. annesinden ve babasından ayrılmak zorunda olmayanlar en güven içinde olanlardır. birçok insan da, kendisini bireyselleşme yolunda ilerlerken bulur ve insan doğasının olumlu ve olumsuz yönlerini kısa bir süre içinde öğrenir.