13.11.2020

emek ve eğitim

albert einstein

üretim araçlarını elinde tutan biri, emekçinin iş gücünü satın alabilecek bir durumdadır. emekçi, üretim araçlarını kullanarak yeni yeni mallar üretir ve bunlar kapitalistin malı olur. bu olayda en önemli nokta, emekçinin ürettiği şeyle aldığı ücret arasındaki orandır. burada her ikisini de gerçek değeri ile ölçmek gerekir.

iş sözleşmesi serbest olduğu ölçüde, emekçinin aldığını, ürettiği malların gerçek değeri belirlemez. onu belirleyen, ihtiyaçlarının en aşağı çizgisi, bir de kapitalistin ihtiyaç duyduğu emekçi sayısı ile iş arayan emekçi sayısı arasındaki orandır. şunu da anlamak gerekir ki, teoride bile, emekçinin ücretini ürettiği malların değeri belirlemez. özel sermaye, gerek kapitalistler arasındaki yarışma yüzünden, gerekse -teknik gelişme ve gitgide genişleyen iş bölümü dolayısıyla- küçük üretim birliklerinin zararına daha büyüklerinin doğması ile daha az elde toplanmaktadır. bu gelişmelerden ortaya bir kapitalistler oligarşisi çıkmaktadır ki bunun korkunç gücünü hiçbir şey dizginleyemiyor; hatta politik düzeni demokrasi olan bir toplum bile. bu böyledir; çünkü yasama kurulunun üyelerini politik partiler seçmektedir. istedikleri pratik amaçlar uğruna seçmen topluluğunu yasama kurulundan ayıran kapitalistler bu partileri etek dolusu paralarla beslemekte ya da başka yollardan etkileri altında tutmaktadırlar. bu yüzden de halkın temsilcileri dar gelirlilerin çıkarlarını yeterince gözetemezler.

ayrıca bugünkü koşullar altında kapitalistler, doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak başlıca haberleşme kaynaklarını da denetlemektedirler. bu bakımdan yurttaş için nesnel sonuçlara varmak ve politik haklarını akıllıca kullanmak son derece güç, çoğu hallerde de büsbütün imkansızdır.

sermayenin özel sahipliğine dayanan bir ekonominin ağır basan yönü iki önemli ilkeyle dile getirilebilir: öncelikle üretim araçları özel kişilerin elindedir ve bu araçları ellerinde tutanlar onları canlarının istediği yolda ve yerde kullanırlar. sonra, iş sözleşmesi serbesttir. bu anlamda "su katılmamış" bir kapitalist toplum yoktur elbette. özellikle şunu unutmamak gerekir ki, emekçiler uzun ve çetin politik savaşlar sonunda, bazı emekçi grupları için daha iyi bir "serbest iş sözleşmesi" biçimi elde etmişlerdir. ne var ki, bütünü ile alınacak olursa, bugünkü ekonominin saf kapitalizmden pek farklı olmadığı görülür.

üretim faydayı değil, kazancı gözeterek yapılmaktadır. çalışma gücü ve isteği olanların her zaman iş bulacaklarını önceden kestirmek kimsenin elinde değildir. bugün bile bir işsizler ordusu ile karşı karşıyayız. emekçi sürekli olarak işini yitirme korkusu içindedir. işsizler ve az ücret alan emekçiler büyük tüketici olmadıklarından, tüketim maddelerinin üretimi sınırlanmakta ve bu yüzden büyük sakıncalar doğmaktadır. teknik ilerleme herkesin çalışma yükünü azaltacağına, işsiz sayısının artmasına yol açmıştır. kazanç dürtüsü ile kapitalistler arasındaki yarışma sermaye birikimi ve kullanımındaki kararsızlıktan sorumludur. gittikçe tehlikeli olan ekonomik çöküntülerin kaynağı işte bu kararsızlıktır. sınır nedir bilmeyen bu yarışma, büyük ölçüde emek kaybına yol açmakta ve yukarıda değindiğim gibi, insanların toplumsal bilincini budamaktadır. insanların böylesine budanıp yıpratılması, kapitalizmin getirdiği kötülüklerin en büyüğüdür. 

bütün eğitim sistemimiz bu kötülüğün acısını çekiyor. aşırı bir yarışma tutumu aşılanan öğrenci, ilerideki mesleğine hazırlık olarak, kazanma başarısına tapınacak biçimde yetiştirilmektedir. bu büyük kötülükleri ortadan kaldırmanın bir tek yolu, toplumsal amaçlara yönelmiş bir eğitim sistemini içine alan bir ekonomi düzeni kurmaktır. böyle bir ekonomi düzeninde üretim araçları toplumun malı olacak ve planlı bir biçimde kullanılacaktır.

üretimi toplumun ihtiyaçlarına göre ayarlayan planlı bir ekonomi, yapılması gerekli işleri bütün çalışabilenler arasında dağıtacak ve her erkeğe, kadın ve çocuğa geçim güvenliği sağlayacaktır. kişinin eğitimi, doğuştan getirdiği yetilerin gelişmesini kolaylaştırmalı ve onda, bugünkü toplumda olduğu gibi güç ve başarının yüceltilmesi yerine, benzerlerine karşı bir sorumluluk duygusu yaratmalıdır.

insan ancak kendini topluma adayarak kısa ve tehlikelerle dolu hayatta bir anlam bulabilir.