30.12.2012

yakalanan zaman

marcel proust

insan sevdiği şeyi yeniden yaratmak için, önce onu reddetmek zorundadır.

hepimiz gazeteleri aşık kadar kör, gözlerimiz kapalı okuruz. olayları anlamaya çalışmayız. başyazarın tatlı sözlerini metresimizi dinler gibi dinleriz. mağlup ve mutluyuzdur; çünkü kendimizi mağlup değil, galip zannederiz.

la bruyere: insanlar çoğunlukla sevmek ister; ama bunu nasıl yapacaklarını bilmezler; yenilgi peşinde koşar; ama bulamazlar; deyim yerindeyse, özgürlüğe mecbur olurlar.

dünya bir tek hamlede yaratılmadı; her gün yeniden yaratılmak zorunda.

aşklarımızı çevreleyen sosyal ve doğal ortamı neredeyse hiç düşünmeyiz. denizde fırtına ortalığı kasıp kavurur, gemi beşik gibi sallanır; gökyüzünden, rüzgarın savurduğu çığlar yağar ve biz, yaklaşmaya çalıştığımız bedenle birlikte minnacık bir yer kapladığımız bir muazzam dekora sırf yarattığı rahatsızlığa bir çare bulmak için, en fazla bir saniye dikkatimizi yöneltiriz.

sevdiğimiz insanlar, her zaman açıkça seçemesek de peşinde koştuğumuz bir hayali özlerinde barındırırlar.

korkunun boyutunun korkuyu yaratan tehlikenin boyutuyla orantılı olduğunu zannetmek yanlıştır. insan uyuyamamaktan korkup düellodan hiç korkmayabilir, sıçandan korkup aslandan korkmayabilir.

sapkınlıklar, marazi kusurun her yere yayıldığı, her şeye hakim olduğu aşklara benzer. en çılgınca olanında bile, aşkı görmek mümkündür.

bazen her şeyin bitmiş gibi göründüğü bir anda, bizi kurtarabilecek bir uyarı gelir; hiçbir yere açılmayan bütün kapıları çalmışken, yüz yıl boyunca nafile aradığımız, istediğimiz yere açılan yegane kapıya bilmeden çarparız ve kapı açılır.

zihnin tam aydınlıkta, doğrudan kavradığı gerçekler, hayatın biz istemeden, bir izlenim aracılığıyla ilettiği, duyularımız aracılığıyla içimize nüfuz ettiği için somut olan; ama zihinsel anlamını da çıkarabileceğimiz gerçekler kadar derin ve zorunlu değildir.

sinema perdesindeki görüntü, gerçekte algıladıklarımıza en benzemeyen şeydir.

muammadan hoşlanan bazı kişiler, nesnelerin içlerinde kendilerine bakan gözlerden bir şeyleri koruduğuna; anıtların, tabloların bize asırlar boyunca, sayısız hayranın bakışlarıyla, sevgisiyle dokunmuş, algılanabilen bir tülün ardından göründüğüne inanma eğilimindedirler.

yaşam sanatı, bize acı çektiren insanları tanrısal biçimlerine ulaşmamızı sağlayacak bir basamak gibi kullanmak ve böylece hayatımızı mutluluk içinde, tanrısal varlıklarla donatmaktır.

beden için sağlıklı olan tek şey mutluluktur; ama zihni güçlendirip geliştiren, kederdir.

mutlu yıllar kayıp yıllardır; çalışmak için bir ıstırap bekleriz. çalışma kavramı, önkoşul olarak ıstırap kavramıyla bağdaşır; yeni bir eseri hayal etmek için öncelikle çekilmesi gereken acıları düşünüp her yeni eserden korkarız. hayatta karşımıza çıkabilecek en iyi şeyin ıstırap olduğunu anladığımız zaman da, hiç korkmadan, adeta bir kurtuluşu hayal eder gibi ölümü düşünürüz.

hayatımın bir tek saati yoktur ki, bana sadece kaba ve yanlış algılamanın her şeyi nesneye yüklediğini, aslında her şeyin aksine, zihinde olduğunu öğretmiş olmasın.

kıskançlık, tablomuzda bir boşluk olduğunda, sokağa çıkıp gerekli güzel kızı arayan başarılı bir personel şefidir. gözümüzde güzelliğini yitirmiş olan kız, onu kıskandığımız için tekrar o güzelliğe kavuşur ve o boşluğu doldurur.

yeryüzünde haz ve ahlaksızlık kadar sınırlı bir şey yoktur.

imgelerin güzelliği nesnelerin ardında, fikirlerin güzelliğiyse önünde bulunur. dolayısıyla, imgenin güzelliği nesneye ulaştığımızda artık bizde hayranlık uyandırmaz; oysa fikrin güzelliğini ancak nesneyi aştığımızda anlarız.

kaygısızca kabullenilemeyecek kadar büyük bir utanç yoktur.

savaş bir açıdan insanidir; bir aşk veya nefret gibi yaşanır, bir roman gibi anlatılabilir ve dolayısıyla, stratejinin bir bilim olduğunu sürekli tekrarlayan kişi savaşı anlayamaz; çünkü savaş stratejik değildir. nasıl sevdiğimiz kadının amacını bilemezsek, düşman da bizim planımızı bilmez; hatta kendimiz de planımızın ne olduğunu bilemeyebiliriz.

bir mala bağlılık, malın sahibine daima ölüm getirir.

alışkanlıklarımız, ilk bakışta imkansız görünen bir hayat tarzına ayak uydurmak konusunda bize, hatta organlarımıza büyük ölçüde imkan tanır. kalp hastası yaşlı usta bir biniciyi, kalbinin bir dakika bile dayanamayacağını zannettiğimiz cambazlıkları peş peşe yaparken görmeyenimiz var mıdır?

bazı kadınlar her on yılda bir adeta yeniden doğar, yeni aşklar yaşar, bazen öldükleri zannedilirken, kocasını elinden kaptıkları genç bir kadını umutsuzluğa düşürürler.

hayat hiç durmadan insanlar arasında, olaylar arasında yeni bağlar kurar, bu bağları birbiriyle kesiştirir, ikiye katlayıp örgüyü sağlamlaştırır ve sonuçta, geçmişimizin en uzak noktasıyla diğer bütün noktalar arasında zengin bir hatıralar örgüsü örerek sonsuz bağlantı imkanları sunar.

kürkten güveler kadar anlayan kürkçü yoktur. hep en güzel kumaşları bulurlar.

en büyük korkularımız da, en büyük umutlarımız da, gücümüzü aşan şeyler değildirler; zamanla korkularımızı yenebilir, umutlarımızı gerçekleştirebiliriz.

birini tanımak, hele tanıyamayıp kim olduğunu saptamak, aynı isimle ilgili olarak iki zıt şeyi düşünmektir; eskiden var olan, hatırladığımız kişinin artık var olmadığını, şimdi var olan kişinin de, bizim tanımadığımız biri olduğunu kabullenmektir; neredeyse ölüm kadar anlaşılmaz bir muammaya kafa yormak demektir ve zaten bu ölümün bir önsözü, habercisi gibidir.

gerçek hayat, nihayet keşfedilip açıklığa kavuşturulan hayat, dolayısıyla dolu dolu yaşanan tek hayat, edebiyattır.