28.12.2012

albertine kayıp

marcel proust

aşkta kötü seçimden bahsetmek hatadır; çünkü seçim söz konusuysa, kötü olmak zorundadır.

bütün vaktini yanlış birtakım küçük tahminlerde bulunmakla geçiren kıskançlığın gerçeği keşfetmeye gelince ne yoksul bir hayal gücü sergilediği şaşılacak şeydir.

bir acı sonuna kadar yaşanmadıkça geçmez.

bir hastalık, bir düello ya da kontrolde çıkan bir at bizi ölümle burun buruna getirecek olsa, ebediyen mahrum olacağımız hayatın, tenselliğin, yabancı ülkelerin tadını çıkaramadığımıza hayıflanırız. ama tehlike geçtikten sonra, bu hazların hiçbirinin yer almadığı durgun hayatımıza geri döneriz.

insanoğlu kendi dışına çıkamayan, başkalarını ancak kendi içinde tanıyabilen ve aksini iddia ettiğinde yalan söyleyen bir yaratıktır.

en sıradan nesnelere bile bir büyü ve esrar kazandıran tek şey sanat değildir; nesnelerle aramızda mahrem bir ilişki yaratma gücüne ıstırap da sahiptir.

hatıralarımız bize aittir elbette; ama küçük, gizli kapıları bulunan kimi mülklere benzerler; çoğu kez bu kapılardan bizim bile haberimiz yoktur, bir komşumuz bize bu kapılardan birini açtığında, daha önce hiç görmediğimiz bir köşesinden kendi evimize girmiş oluruz.

bir kadın, hayatımızda bir mutluluk unsuru değil de keder vesilesi olduğunda bizim için daha faydalıdır ve sahip olabileceğimiz hiçbir kadın, o kadının acı çektirmek suretiyle gözlerimizin önüne serdiği gerçekler kadar değerli değildir.

çoğu kez, aşık olduğumuzu anlamamız; hatta belki aşık olmamız için, ayrılık gününün gelip çatması gerekir.

talihsiz bir olayın -olayların dörtte üçü talihsizdir- birebir çaresi karar vermektir; çünkü verilen karar düşüncelerimizde ani bir yön değişikliği yaratır; geçmiş olaydan kaynaklanan ve o olayın titreşimini uzatan düşüncelerin akışını durdurur ve dışarıdan, gelecekten gelen zıt düşüncelerin tersine akışıyla böler. ama bu yeni düşünceler, bilhassa geleceğin derinliklerinden bir umut getirdikleri zaman bize iyi gelirler.

acı, gerçekliği sarhoşluk kadar çok değiştiren, güçlü bir etkendir.

kıskançlığın yeteneklerinden biri de, dış gerçeklerin ve duyguların yüzlerce tahmine açık, bilinmez şeyler olduğunu bize göstermesidir. sırf aldırmadığımız için, olayları ve insanların ne düşündüğünü tam olarak bildiğimizi zannederiz. ama kıskanan bir insanın öğrenme arzusuna kapıldığımız andan itibaren, hiçbir şeyin açıkça seçilemediği, başdöndürücü bir kaleydoskopun ortasında buluruz kendimizi.

insanlara duyduğumuz sevgi onlar öldüğü için değil, biz öldüğümüz için azalır.

gilberte insan kılığındaki devekuşlarının en yaygın türüne aitti; bunlar görülmemek için değil, görüldüklerini görmemek için kafalarını kuma gömerler; görülmemeleri zaten imkansızdır; görüldüğünü görmemek ise hiç yoktan iyidir; gerisini de şansa bırakırlar.

hayata bağlılığımız, başımızdan nasıl atacağımızı bilemediğimiz eski bir ilişkiden başka bir şey değildir. gücünü sürekliliğinden alır. ama bu ilişkiyi koparan ölüm, bizi ölümsüzlük arzusundan kurtarır.

ıstırap insan psikolojisine psikoloji biliminden çok daha derinlemesine nüfuz eder.

zekamız ne kadar keskin olursa olsun, kalbimizde yer alan tek tek duyguları algılayamaz; çoğu zaman uçucu halde var olan duygularımız, onları ayrıştırabilecek bir olgu tarafından katıştırılmadıkları sürece kendilerini belli etmezler.

alışkanlığın tanrıçası bize sımsıkı bağlıdır; anlamsız çehresi kalbimize öylesine gömülüdür ki, neredeyse farkına bile varmadığımız bu tanrıça bizden kopmaya, uzaklaşmaya kalktığında, akla gelebilecek en dayanılmaz acıları yaşatır bize; ölüm kadar acımasız olur.

her şeyin yıprandığı, her şeyin sönüp gittiği bu alemde, güzellikten daha çok solan, paramparça olan, daha az iz bırakan bir şey varsa, o da kederdir.