29.01.2013

bakış

mihail lermontov

bütün dünyayı sevmeye hazırdım, değerlendiren çıkmadı; böylelikle de nefret etmeyi öğrendim. renksiz gençliğimi, kendime ve dünyaya karşı giriştiğim savaşta tükettim. alaya alınmaktan korktuğum için en iyi duygularımı yüreğimin derinlerine gömdüm, orada silinip gittiler. hep doğru söyledim, inanılmadım. o zaman kandırmaya başladım. kibarların dünyasını, toplumun işleyişini iyiden iyiye kavrayınca, hayat biliminde ustalık kazandım; başkalarının bu ustalığı kazanmadan mutluluğa nasıl ulaştıklarını gördüm; benim hiç yılmadan erişmeye çalıştığım önceliklerin tadını, onlar kendilerini hiç yormadan çıkarıyorlardı. o zaman içimi bir karamsarlık kapladı; tabanca kurşunuyla giderilecek türden bir karamsarlık değildi bu: soğuk, çaresiz, sevimliliğin, iyi niyetli bir gülümsemenin altına gizlenen bir umutsuzluktu. ruh yönünden sakat olmuştum. ruhumun yarısı yoktu; solmuştu, uçmuştu, ölmüştü. ben de o yarıyı kestim attım.

azgın bir at üstünde uzun çimenler arasında, bozkırın rüzgarına karşı dörtnala gitmeyi severim; güzel kokan havayı iştahla içime çeker, gözlerimi mavi engine diker, nesnelerin her an biraz daha kesinleşen belirsizliğini saptamaya çalışırım. yüreğim her ne kadar keder dolu olursa olsun, zihnimi hangi düşünce ezerse ezsin, hepsi bir anda dağılıverir. içim hafifler, vücut yorgunluğu aklın kaygılarını bastırır. bana sık yeşillerle donanmış güney güneşiyle aydınlanmış dağları, mavi gökyüzünü ya da kayadan kayaya akan suyun şırıltısını unutturacak bir kadın bakışı yoktur.