5.10.2017

borges'in evinde

alberto manguel

borges için epik tema, yaşamsal bir açlıktır, aşka, mutluluğa ya da kötü talihe duyulan türden bir açlık.

unutulmasında sakınca olmayan bir geçmişe aitlermiş gibi davransa da kendi yazdığı her şeyi anımsardı. yazdığı kitapların nüshalarına ihtiyacı yoktu: unutulmasında sakınca olmayan bir geçmişe aitlermiş gibi davransa da, kendi yazdığı her şeyi ezberden okuyabilir, düzeltebilir ve değiştirebilirdi; bu becerisi onu dinleyenleri şaşkınlığa düşürür, eğlendirirdi.

bazen aklına bir anısı geliyor, benden çok kendisini eğlendirmek için bir hikaye anlatmaya başlıyor ve bir itirafla bitiriyor. yüzyıl başında buenos aires'teki bıçakçıların "cesaret kültü” olarak adlandırdığı kurallarından söz ederken, soto adında profesyonel bir silahşoru anımsıyor borges, bir gün han sahibi ona, kasabada aynı adı taşıyan başka bir adam daha olduğunu söylüyor. bu diğeri bir aslan terbiyecisi, bir gösteri için oralara gelmiş gezgin bir sirkin üyesi. soto, aslan terbiyecisinin içki içtiği bara girip adama adını soruyor. "soto," diyor aslan terbiyecisi. "buradaki tek soto benim." diyor silahşor, "bir bıçak al, dışarı gel." dehşete kapılan aslan terbiyecisi buna uymak zorunda kalıyor ve hakkında hiçbir şey bilmediği kurallar yüzünden öldürülüyor. "bu hikayeyi çalıp," diyor borges, 'güney' adlı öykümün sonunda kullandım."

"liste yapmak şairin en eski işlerinden biridir."

borges söz konusu olduğunda, ölümsüz olan onun yapıtı, malzemesi, evrenini kurmakta kullandığı şeylerdi; bu yüzden de kendisi için sonsuz bir varoluş arama gereği duymuyordu. "temaların, sözcüklerin, metinlerin sayısı sınırlıdır. o yüzden hiçbir şey yok olmaz. bir kitap yok olursa, elbet bir gün başka biri onu yeniden yazar. bu kadar ölümsüzlük de herkese yetmeli." demişti bana bir keresinde, iskenderiye kütüphanesinin yıkılışından söz ederken.

bütün dünyayı bir kitaba sokmaya çalışan yazarlar vardır. daha az rastlanır bazı yazarlar içinse dünyanın kendisi bir kitaptır, kendileri ve başkaları için okumaya çalıştıkları bir kitap. borges bu yazarlardandı. her şeye rağmen mutlu olmanın ahlaki görevimiz olduğuna inanırdı. mutluluğun da, nedenini açıklayamasa bile, kitaplarda bulunabileceğini düşünürdü. "bir kitabın bize mutluluk olasılığını sunduğuna neden inandığımı tam olarak bilmiyorum." demişti. "ama bu alçak gönüllü mucize için gerçekten minnettarım." yazılı söze, tüm kırılganlığına rağmen güveniyordu.

borges 14 haziran 1986'da cenevre'de öldü. heine ve vergilius'u, kipling ve de quincey'yi keşfettiği, baudelaire'i ilk kez okuduğu şehirdi cenevre - o zamanlar baudelaire'i seviyorduysa da (kötülük çiçekleri'ni ezberlemişti) sonraları nefret etmişti.

merdivenleri çıkan çocuk geçmişte bir yerde kaybolmuş, hikayeleri seven bilge ihtiyar da öyle. eski metaforları -bir nehir olarak zaman, bir yolculuk ya da savaş olarak yaşam- severdi ve o savaş, o yolculuk borges için artık bitti; "yaşamsal olan, her zaman sözcüklerin kavrayışının ötesinde olan şey gittikten sonra geriye kalandır edebiyat." (diye verlaine'den alıntı yapardı); işte o nehir de gecelerin içinden aktı, her şeyi önüne katıp götürdü, geriye yalnızca edebiyat kaldı.

her yazarın geriye iki yapıt bıraktığını söylüyor: yazılı yapıt ve kendisinin imgesi; her iki yaratımın birbirini sonuna kadar kovaladığını ekliyor. "bir yazar, bunlardan hiç değilse birini kayda değer bir sonuca ulaştırmanın tatminini yaşamayı umabilir en fazla, değil mi?" sonra da, gülümseyerek: "ama ne kadar inançla?" ayağa kalkıyor. ikinci kez uzatıyor elini. beni kapıya kadar geçiriyor. "iyi geceler." diyor. "yarın görüşürüz, değil mi?" bir yanıt beklemiyor. ardından kapı yavaşça kapanıyor.