10.09.2017

bir insanı bilim adamı yapan şey

v.s. ramachandran

bilim adamlığını meslek olarak seçmeniz için sizde olması gereken en önemli nitelik nedir? insanlar bu soruya çoğu kez "araştırma merakı" diye yanıt verirler ama bütün hikaye bundan ibaret olmasa gerek. ne de olsa herkes bir dereceye kadar meraklıdır ama herkesin yazgısı bilim adamı olmak değildir. ben saplantılı, tutkulu, neredeyse hastalık derecesinde araştırıcı olmak gerektiğini iddia edeceğim. ya da bir zamanlar peter medawar'ın dediği gibi, "anlaşılmayan bir şey karşısında fiziksel bir rahatsızlık duymanız" gerekir. merak hayatınıza egemen olmalıdır.

bilim doğayla aranızda yaşanan bir aşktır -bir aşk serüveninin bütün tutkulu niteliklerine sahiptir; çalkantı ve insanın genellikle romantik aşkla birleştirdiği tutkulu özlem. ama bu özlem nereden gelir? bir yere kadar bu belki de doğuştan gelen bir kişilik özelliğidir. ama daha önemlisi, sizin ilk ilişkilerinizden doğar. başarının en iyi formülünün, yaptıkları işe tutkuyla bağlı olan, o işten heyecan duyan insanların çevresinde bulunmak olduğunu; çünkü heyecan kadar bulaşıcı bir şeyin bulunmadığını ben çok erken keşfettim. bu bakımdan çok şanslıydım.

benim annemle babam gibi, insanı sürekli arkasından iten, doğal merakını boğmak yerine dürtüleyen bir annesi ve babası olmasının da yararı yok değildir. benim bilime olan ilgimi bildiği için annem, bana dünyanın her yerinden deniz kabukları ile -küçük bir denizatı da içinde olmak üzere- başka hayvan örnekleri getirirdi ve merdiven altına bir kimya laboratuvarı kurmama yardım etmişti. on bir yaşındayken babam bana carl zeiss marka bir araştırma mikroskobu aldı. daha da önemlisi, birbiriyle uzlaşmaz iki düşünceyi kafama soktular. birincisi, ben seçilmiş biriydim, en iyiydim; ikincisi, asla onların istedikleri kadar iyi olamazdım. çocuğunuzun, belki nevrotik ama mutlaka başarılı biri olmasını sağlayacak garantili bir formül.

insanın aklına bertrand russell'ın bir sözü geliyor: "çoğumuz için gerçek hayat ideal olan ile gerçek olan arasında sürekli bir uzlaşmadır; ama saf akıl dünyası uzlaşma diye bir şey tanımaz; böylece soylu itkilerimizden hiç değilse bir tanesinin gerçek dünyanın can sıkıcı sürgününden kaçmasına izin verir."

bilimin himaye gördüğü, büyük zenginlik dönemlerinde doruğuna ulaşmasında şaşılacak bir şey yoktur. bilimin en iyi gelişeceği ortam tam bir özgürlük ve parasal bağımsızlık ortamıdır.

bilim adamlığını meslek olarak seçmiş pek çok kişi ünlü olmak umuduyla bunu yapar. ben de bu boş gururlara karşı herhangi bir meslektaşımdan daha fazla bağışıklı değilim. ama hiç değilse bu tür düşünceler artık zihnimin baş köşesini işgal etmiyor; çünkü iki şeyi çok iyi biliyorum: bilim yaparak hiç ummadığım kadar eğleniyorum. o kadar ki, protestan iş ahlakı anlayışına sahip bir meslektaşım bir keresinde bana kuşkuyla sormuştu: "bu kadar eğleniyorsan yaptığın iş gerçekten bilim olabilir mi?" diye. ikincisi algı ve nörolojiyle ilgili olarak yaptığım deneylerin çoğu, bu alandaki meslektaşlarımın hiç değilse bazılarının düşünce tarzını etkiledi.

sherlock holmes'ün watson'a dediği gibi, "sıradanlık, kendinden daha yüksek bir şey tanımaz; dehayı fark etmek yetenek ister."

son çözümlemede geriye dönüp hayatınıza baktığınızda, yalnızca şu iki soru önemlidir: ne kadar etkim oldu? ne kadar eğlendim?