31.05.2016

uzun lafın kısası

chateaubriand: insanlar vardır, imparatorluklar çökerken çeşmeleri ve bahçeleri ziyaret ederler.

gustave flaubert: şekilce güzel olmayan güzel düşünce olamayacağı gibi, ifade ettiği düşünce güzel olmayan güzel şekil de olamaz.

anatoli ribakov: gerçek devrim neyi yıktığıyla değil, kimi yarattığıyla büyüktür.

jane austen: neden bekledik sanki? neden aklımıza gelir gelmez yapmadık? karşımıza çıkan mutluluk anlarını hemen yakalamak gerek. uzun uzun hazırlanıp beklemek her şeyi bozuyor çok zaman.

alexandre dumas: çoğu zaman mutluluğun yanından onu görmeden, ona bakmadan geçeriz; onu gördüysek ya da ona baktıysak bile onu tanımayız.

william faulkner: insanlar sorunlara muhtaçtır. ruhu keskinleştirip kuvvetlendirmek için biraz yenilgi ve umutsuzluk gerekir. mutluluk sadece sebzelere özgüdür.

maya angelou: asla sızlanma. sızlanmak, bir zalime etrafta bir kurban olduğunu haber verir.

orhan pamuk: okulda ilk öğrendiğim şey bazılarının aptal olduğu, ikinci öğrendiğim şey ise bazılarının daha da aptal olduğuydu.

romain gary: sirkler kapanır, müzikholler iflas eder; ama soytarılar ezeli gösterilerine devam ederler.

sylvia plath: nefret ettiğim bir şey varsa, o da insanların kendinizi berbat hissettiğinizi bildikleri halde neşeyle hatırınızı sorup "iyiyim" demenizi beklemeleridir.

epikuros: yeterli olanı çok az bulan kişinin gözünde hiçbir şey yeterli değildir.

wilhelm reich: önemli olan bir tek şey vardır: sakıngan ve korkak kimselerin ayak basamayacağı bir yolu önerse, seni sürüden ayırsa bile, yüreğinden gelen sesi dinle.

30.05.2016

yalnız bir opera

murathan mungan



ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim

imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. ve elbet üzerinde durulmuyordu. sense kendini hâlâ
hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.

başlangıçta doğruydu belki. sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan, benliğimi kavrayıp varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
ve hâlâ bilmiyordun sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim
anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
bütün kazananlar gibi
terk ettin

yaz başıydı gittiğinde. ardından, senin için üç lirik parça yazmaya karar vermiştim. kimsesiz bir yazdı. yoktun. kimsesizdim. çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.

sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu

yaz başıydı gittiğinde. sersemletici bir rüzgâr gibi geçmişti mayıs. seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.

yaz başıydı gittiğinde. bir aşkın ilk günleriydi daha. aşk mıydı, değil miydi? bunu o günler kim bilebilirdi? "eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. altına saat: 16.00 diye yazmıştın ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.

daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
takvim tutmazlığını
aramızda bir düşman gibi duran
zamanı
daha o gün anlamalıydım
benim sana erken
senin bana geç kaldığını

gittin. koca bir yaz girdi aramıza. yaz ve getirdikleri. döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıştı.

kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza. adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.

sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü, güvenle ilerledik birbirimize.

gittin. şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. biliyorum ne sen dönebilirsin artık ne de ben kapıyı açabilirim sana.

şimdi biz neyiz biliyor musun
akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz
birbirine uzanamayan
boşlukta iki yalnız yıldız gibi
acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
ne kalacak bizden
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
bizden diyorum, ikimizden
ne kalacak?

şimdi biz neyiz biliyor musun?
yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
artık hiçbir duygusunu anlayamayan çocuklar gibi
ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime

kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak..

böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara, çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
bir ayrılığın ilk günleridir daha
her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta

gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saat tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar

denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar

bana zamandan söz ediyorlar
gelip size zamandan söz ederler
yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. dahası onlar da bilirler. ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek. zaman alır.

zaman
alır sizden bunların yükünü
o boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
o boşluk doldu sanırsınız
oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper
dilerim geri teper. yoksa gerçekten
bitmişsinizdir.

zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi kavranır. bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır. yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır

ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
bunlar da bir ise yaramadıysa
demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda

bu şiire başladığımda nerde
şimdi nerdeyim
solgun yollardan geçtim, bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarla bayındır kentler gibiyim
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzun uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
duyarlığın gece mekteplerinden geldim
bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgâra verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim

bu şiire başladığımda nerde
şimdi nerdeyim
yaram vardı. bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
ilerledikçe.. kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
aşk ve acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
daha şiir bitmeden. karardı dizeler
aşk.. bitti. soldu şiir
büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden

daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
aşk yalnız bir operadır, biliyordum: operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. terli ve kirliydim
sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu
buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri.. panayır yerleri
ölü kelebekler.. ölü kelebekler
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim
adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim
yoksa bu kadar konuşabilir miydim

ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı

aşkın bir yolu vardır
her yaşta başka türlü geçilen
aşkın bir yolu vardır
her yaşta biraz gecikilen
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
sen de değilsin. o da değil
kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. bitmemiş bir şiirin ortasında
darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey

şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden

dönüp ardıma bakıyorum
yoksun sen
ey sanat! her şeyi hayata dönüştüren

28.05.2016

ikilem

özdemir asaf


sevgi ise, sevişeceğiz seninle
kavga ise, dövüşeceğiz seninle
ölümü de paylaştığımız yaşamda
ortaklaşa bölüşeceğiz seninle

27.05.2016

çekilme suları

şükrü erbaş

insan, hangi insansız cehennemle cezalı olursa olsun, soluk aldığı sürece var olmak için kendisini yıkıp yıkıp yeniden kuracaktır. yaşama mucizesi dediğimiz şey, onun, çift ağızlı bıçak gibi iyiliğe de kötülüğe de işleyen yetisindedir.

bellek, bir anlamda insanın hayat bilgisidir. bilgisinden de öte hayat bilincidir.

bu ülkede kuracağınız herhangi bir muhalif cümle, masum ve haklı bir eleştiri cümlesi, bu yasalar böyle durduğu ve devletin yapısı böyle sürdüğü sürece, sizi bir günde "terörist", "vatan haini", "bölücü" yapabilir.

budala ciddiyeti, değersiz büyüklüğü, saygısız gücü, derme çatma inceliği, kendi boşluğu ile yüzleştirerek gülünç düşüren karikatür, insanı içine düştüğü değersizlik duygusu ve yabancılaşmadan kurtaracak en özel olanaklardan birisidir.

öğrenmek pahalıya mal olur.

aşkla susmak arasında kurulan ilişki, edilgin, yalnızca iki insandan oluşan ve kendi üstüne kapanan, dolayısıyla dünyayı silen bir ilişki değil, tam tersine, olumsuzluklarına olan onca itirazına rağmen, toplumla ve doğayla örülmüş, her ikisini de dayanak noktası yapmış, yapıcı ve yaratıcı bir ilişkidir.

yazının, şiirin yalnızlığından başka bir kalabalığa inanmıyorum.

dönüp geriye bakıyorum da, kişi ya da kurum, küçümsediğimiz ne varsa hepsi bizi, haydi yendi demeyelim; ama yönetti, yönetiyor. hayata beraber başladığımız, bizden önce başlayan, bizden sonra bu uzun yolculuğa katılan arkadaşlarımı düşünüyorum; sonra dönüp bu ülkeyi yönetenlerin çapına, düzeyine, donanımına bakıyorum. içim acıyor.

26.05.2016

cisim

pascal

bütün cisimler, gökyüzü, yıldızlar, dünya ve dünyadaki krallıklar bir dirhem akla denk olamazlar. çünkü akıl bütün bunları ve kendini tanıyıp bilendir; ama cisim hiçbir şey bilmez.

bütün cisimler ve bütün zihinler ve bunların bütün ürettikleri bir dirhem iyilik hareketine denk olamazlar. çünkü iyilik sonsuzca yüksek başka bir düzene aittir.

tüm cisimleri bir araya getirsek, tek bir dirhem düşünce elde etmeyi başaramayız. bu imkansızdır; çünkü düşünce başka bir düzene aittir.

bütün cisimler ve zihinleri bir araya getirsek, onlardan gerçek bir iyilik hareketi çıkaramayız. bu imkansızdır; çünkü iyilik başka, doğaüstü bir düzene aittir.

24.05.2016

kırlaştı saçlarım

ahmet oktay


seviştik. sonra sokuldum kokuna
su orguydun, efsaneni dinledim
"ayrılık günü bir gül getir bana"
diyen karlamış sesinle ürperdim

kırlaştılar; saçlarımı okşadın
şefkatle; ışıdı o solgun suret
bir ormanın ruhuydu parmakların
dağıldı sesimdeki şikayet

ayrılık bilemem ne zaman gelir
sen bir okul defteri getir bana
çünkü sadece yazmak tesellidir
çektiğimiz acıya bu dünyada

kırlaştı saçlarım, yakınmıyorum
ölüme yargılı insan doğumda
yeraltı mı daha korkunç bilmiyorum
dünya mı? yaşadım yaşadığımca

sen de erken dolarsa vade eğer
ne olur "beyaz bir gül at" ardımdan
bomboş sokağa; dağılsın her keder

23.05.2016

karışık duygular

stefan zweig

hiçbir şey, genç bir adamın ruhunu ağırbaşlı, erkekçe bir acı kadar sarsamaz.

biz milyonlarca saniye yaşıyoruz; ama gene de biri, ancak bir tanesi tüm iç dünyamızın kaynaşmasına neden oluyor: daha önce bütün öz suları içmiş olan benlikteki çiçeğin, bir şimşek gibi billurlaşmasını gerçekleştirdiği dakika; yaratma anına benzeyen ve onun gibi kendi bedeninin sol göğsüne saklanmış olan sır. hiçbir zihin onu hesaplayamaz. hiçbir önsezi simyası onu keşfedemez ve ancak seyrek olarak içgüdünün kendisi onu anlayabilir.

iki kişi arasında söylendiğinde ve duyarlığın beklenmedik uğultusundan fışkırdıklarında, ancak bir kereliğine derin gerçeklik taşıyan bazı sözler vardır.

bir delikanlının saygısından daha yakıcı, kaygılı utangaçlığından daha kadınca bir şey yoktur.

tutkulu olmayan, en fazla bir pedagog olur; her şeye karşı, içten gelen hazla ve her zaman tutkuyla yola çıkılarak gidilmelidir.

kendi öz suyu ile sarhoş olma, boşa vakit geçirmek için kendi kendine karşı öfkelenme biçimi, belli bir ölçüde, çılgın bir gençliğin isteklerindendir.

ateşli bir arzunun ani gerçekleşmesi kadar kuvvetle içten duyuşunuzu allak bullak eden bir şey yoktur.

22.05.2016

seyir defteri

ilhan berk

maurice merleau-ponty'nin baba bir sözü var: "ressam, gövdesini dünyaya vererek dünyayı resme çevirir." bu bütün yaratıcılar için geçerlidir. benim dünyaya bakışım da böyle bir şeydir. varlığımın bütün antenleri açıktır. her şey ona vurur, yansır. kalır. bu yüzden gövdenin yazıcılarıdır sanatçılar. hem ondan daha yüce, daha tükenmez ne vardır? bunun için nietzsche, "şimdilerde bedenden daha sağlam inanılacak ne var?" demez mi? dünyayı depolar gövde. oraya kurulur. her türlü değişimi gövde yaşar. gövdeyi dinlemek yeter hem. her türlü duyum, daha dünyanın yabancısı olduğu, bilmediği duygular, yeni algılar, sesler, renkler onda yansır. geçmiş, gelecek, şimdiki zaman olarak vardır gövdede. imgeleyen tek yaratık, tek yaratıcıdır. bu şeyleşmiş, kokuşmuş yaşamı daraltmak, genişletmek gövdenin elindedir. hem dünya gövdenin tasarımından başka nedir ki? her şeyi dile çeviren de odur. sözsel, yazınsal tarihin seyir defteridir gövde. bilinen, bilinmeyenin kütüğüdür.

21.05.2016

nasib ve gabriela

jorge amado

susamıştı; mutfağa gidip testiden su doldurdu. amcasının dükkanından getirdiği elbise ve sandalet paketini görünce bir duraksama geçirdi. en iyisi bunları yarın vermek ya da noel hediyesi gibi kapısının önüne bırakıvermekti; hizmetçi bunu uyanınca görürdü. gülümsedi ve paketi aldı. mutfakta kana kana su içti. o gün servise yardım ederken içkiyi fazla kaçırmıştı.

ay ışığı, gökyüzünün tepesinden papaya ve guava ağaçlarının yetiştiği bahçeyi aydınlatıyordu. hizmetçi odasının kapısı açıktı. sıcak yüzünden belki. filomena'nın zamanında hep kilitli olurdu. ihtiyar kadın, bütün serveti olan aziz resimlerini çalarlar diye hırsızlardan korkardı. ay ışığı odayı aydınlatmıştı. nasib ilerledi. paketi yatağın başucuna bırakacaktı. uyanır uyanmaz görür, yerinden fırlar ve belki yarın gece..

bakışlarını loş odada gezdirdi. ay ışığı yatağa vurmuş, bacağının bir kısmını aydınlatmıştı. nasib o gece risoleta'nın koynunda uyuyacağını ummuştu. bu umutla kabareye koşmuş, kızın bu işteki kent fahişelerine taş çıkaran ustalığını anımsayarak düşlere kapılmıştı. ama hevesi kursağında kalmıştı. şimdi gabriela'nın esmer bedenini, yataktan sarkan bacağını görüyordu. yalnız bunları mı; yamalı örtünün altından karnının ve memelerinin şeklini seçebiliyordu. memelerinden biri örtünün altından fışkırmıştı. nasib gözlerini kırpıştırdı. karanfil kokusu başını döndürüyordu.

gabriela uykusunda kımıldadı, arap odaya girdi, elini uzatmıştı; fakat uyuyan bedene dokunmaya cesaret edemiyordu. acele gereksizdi. ya haykırırsa, ya rezalet çıkarırsa, ya çekip giderse? yeniden aşçısız kalır ve bunun gibisini bulamazdı. paketi bırakıp çıkmak en iyisiydi. yarın işe biraz geç gider, güvenini kazanır, sonunda gönlünü fethederdi.

paketi koyarken eli neredeyse titriyordu. gabriela irkildi, gözlerini açtı, tam bir şey söyleyecekti ki, ayakta durmuş kendine bakan nasib'i gördü. içgüdüsel bir hareketle örtüyü çekti; ama şaşkınlıkla ya da kurnazlıkla kayıp düşmesine yol açtı. doğruldu, çekinerek gülümsedi. ay ışığında iyice görünen memesini saklamaya kalkışmıyordu bile.

nasib, "size hediye getirdim." diye kekeledi. "yatağınızın üzerine bırakacaktım. henüz içeri girmiştim.."

kız gülümsüyordu. korkudan mı? yoksa ona cesaret vermek için mi? ikisi de mümkündü. çocuksu bir duruşu vardı; bunda hiçbir kötülük yokmuş gibi, böyle şeyler hakkında hiçbir şey bilmiyormuş, baştan ayağa safmış gibi memelerini ve bacaklarını hiç gizlemiyordu. elini uzatıp paketi aldı.

"teşekkür ederim bayım. tanrı da size versin."

sicimi söktü. nasib onu dikkatle süzüyordu. aynı güler yüzle elbiseyi üzerine tuttu, eliyle okşadı.

"ne güzel.."

sonra ucuz ayakkabılara baktı. nasib soluk soluğaydı.

"öyle iyisiniz ki, bayım."

istek nasib'i sarıyor, boğazını tıkıyordu. kızın görünümü başını döndürüyor, karanfil kokusu sarhoş ediyordu. kız elbiseye bakarken o saf çıplaklığı bazen kapanıyor, bazen ortaya çıkıyordu.

"ne güzel!" sizi epey bekledim, yarınki yemekler için bilgi almak istiyordum. ama geç olunca gelip yattım."

"çok işim vardı." nasib güçlükle konuşuyordu.

"zavallı efendim.. yorgun değil misiniz?" elbiseyi katladı, ayakkabıları yere bıraktı.

"verin, çiviye asayım."

eli, gabriela'nın eline değdi. kız gülmeye başladı.

"bu el ne kadar soğuk!"

nasib kendini daha fazla tutamadı. kolunu kavradı, öbür eliyle de ay ışığında görünen memesini aradı. kızı kendine doğru çekti.

"benim güzel efendim."

karanfil kokusu odayı doldurmuştu; gabriela'nın bedeninden yayılan sıcaklık nasib'i sarıyor, tenini yakıyordu. ay ışığı, yatağın üzerinde solup gidiyordu. bir solukta, öpücükler arasında gabriela'nın baygın sesi, "benim güzel efendim." diye yineliyordu.

20.05.2016

mad men

yatağa öfkeli girmeyeceksin.

erkekler sürprizlerden nefret eder. sorarsan kimse sevmez gibidir ama gerçekleştiğinde mutlu olur herkes.

istikrar, başarmakla başarmamak arasında geriye atılmış bir adım demektir.

annem hep derdi ki bir kadın eşini her gün şaşırtmalıdır. bu yüzden evdeki tuvalette kilit yoktu.

evliliğin ilk yılında her sefer için kavanoza bir peni koysan, sonra ikinci yıl her seferinde bir peni alsan elinde ne kalır biliyor musun? bir kavanoz dolusu peni.

"ben en iyiyim." böyle konuşuyorsan, değilsin demektir.

eski bir deyiş vardır: kızılderili topraklarına gidenlere, kızılderilileri tanıyan biri gerekir.

"kim ki yargılar başkasını, gün gelir yargılanır kendisi."

köylünün biri yeni komşusunun kapısını çalmış. "n'aber komşu?" demiş. "yakınıma taşınmanın şerefine senin için parti vereceğim. içki su gibi akacak. bol bol dans edip bol bol oynaşacağız." komşusu, "eğlenceli olacağa benzer, ben ne getireyim?" demiş. köylü şöyle demiş: "istediğini getir. sadece ikimiz olacağız."

piyanist

elfriede jelinek

istemeyen, sahiptir zaten.

önlem almak pişman olmaktan daha iyidir.

neden her zaman bu kadar ciddi? spor yapmalı; spor kahkahaya fırsat yaratır ve insan üzerinde genellikle olumlu etkisi olur.

her çocuk, eğer engellenmezse, içgüdüsel olarak pisliğe ve boka eğilimlidir.

tasarruf taksiye binmemekle başlar, ev alınmasıyla biter.

bedava olan sadece ölümdür, o da hayata mal olur.

acının kendisi zevk, yıkma, yok etme arzusunun sonucudur ve en yüksek biçimiyle zevkin bir türüdür.

duygu ve tutku, bir ruh kazandırmanın yedek güçlerinden başka bir şey değildir.

tek başına güzel bir yüz, çabuk tüketir kendisini.

eğer yetkisiz kişiler tarafından ele geçirilmişse bütün duygular her zaman gülünçtür.

tutku, prensip olarak daimi başarısızlığa duyulan aşktır.

aşk ancak sevilen varlık kıskanıldığında sevinir.

güven iyidir, kontrolse ondan daha iyi.

aşk her zaman kadının bütününü ele geçirir.

çok az kadın kendisi için doğru olanı sonuna kadar bekler; çoğu ilk geleni, çok azıysa iyi olanı alır.

bütün başlangıçlar zordur.

aşık olanlar birbirlerinin en derin bölgelerine girebildiklerini, açıklanabilecek sırlarının kalmadığını sanırlar.

bütün mülk sahiplerinin, ilk önce ve acılar içinde kıvranarak öğrendikleri şey şudur: güvenmek iyidir; fakat kontrolü elden bırakmamakta her zaman fayda vardır.

insan, sahip oldukları kadardır.

karşı cinsler aslında her zaman karşıt şeyler ister.

insanın kendisini başkasından gelen talebe göre değerlendirmesi sevginin ön koşullarından biridir.

keçiyle karşılaşmadan önce kurdun en iyi arkadaşı kendisidir.

aşk her zaman kadının bütününü ele geçirir. aşkı tamamen harcamak ve kalan bozuk parayı tezgahın üzerinde bırakmak kadının dürtüsüdür.

çabalarımız için hep ödül bekleriz; ama başkalarının çabalarının ödüllendirilmesine gerek olmadığına inanırız nedense; onları daha ucuza elde etmeyi umarız her zaman.

kadın gitti, erkek de gitti; yeryüzüyle gökyüzü, bir an gevşettikleri ellerini karanlıkta yine sıkıca tuttular.

18.05.2016

yanlışlıklar komedyası

william shakespeare


felakete uğramış bir zavallının ağladığını görünce
ona susmasını öğütleyip sabır dileriz
ama aynı ağırlıkta bir acı bizim üstümüze çökse
onun kadar, belki de daha fazla, dizimizi döveriz

şu gökkubbenin altında, toprakta, denizde, havada
sınırsız olan hiçbir şey yoktur

o sensin, benim en değerli parçam
gözümün daha parlak gözü, gönlümün en aziz yüreğisin
besinim, servetim, tatlı umutlarımın hedefi
dünyamın tek cenneti, göklerden tek isteğimsin

kıskanan bir kadının zehir saçan dırıltısı
daha öldürücü bir zehirdir kuduz köpeğin dişinden

ne olur tatlı dinlenceler engellenince
ne olacak, çılgınlık ve umutsuz bir melankoli
ardından da haşin ve huzursuz bir umutsuzluk

yemekte, eğlencede ve hayatı koruyan dinlencede
rahatsız edilmek insanı da, hayvanı da deli eder

bir iftira başka iftiralar doğurur
bir yerleşti mi sonsuza kadar kalır

american beauty

sam mendes

örnek bir babaya ihtiyacım var. eve ne zaman kız arkadaş getirsem külotuna boşalan bir abazana değil.

erkeklerin beni arzulamasına alışkınım. daha 12 yaşımda başladı. ailemle yemeğe giderdim. her perşembe akşamı, red lobster'a. bütün erkekler bana bakardı. ne düşündüklerini bilirdim. okulda oğlanların mastürbasyon yaparken beni düşündüğü gibi. hoşuma giderdi. hala da gidiyor. tanımadığım insanlar bana bakıp, beni becermek istiyorlarsa gerçekten manken olma şansım var demektir ve bu harika. çünkü hayatta en berbat şey, sıradan biri olmaktır.

olması gereken her şey, er ya da geç, oluyor.

"orduya nasıl katıldın?" "bakın çavuş. 3 nedenim vardı. bir: vatanseverim, iki: ülkemi seviyorum ve üç: beni enselediler."

"ne yapıyorsun?" "hiçbir şey." "mastürbasyon yapıyordun." "hayır yapmıyordum." "evet yapıyordun." "tamam, o zaman vur beni. mastürbasyon yapıyordum. doğru, maymunu tokatlıyordum. elden bozduruyordum. canavarıma merhaba diyordum."

gerçekleri inkar etmenin gücünü asla hafife alma.

görevim temelde nefretimi maskelemekten ibaret, yetkili pisliklere olan nefretimi. ve günde en az bir kez tuvalete kapanıp mastürbasyon yaparak cehenneme bu kadar yakın olmayan bir hayatın fantezilerini kurmak.

başarılı olmak için sürekli başarılı bir imaj yaratmak zorundasın.

kar yağışına dakikalar kalan günlerden biriydi. hava elektrik yüklüydü. neredeyse duyabiliyordun. ve bu torba oradaydı. benimle dans ediyordu, oynamam için yalvaran küçük bir çocuk gibi. 15 dakika için. işte o gün fark ettim; her şeyin ardında hayat vardı ve iyilik dolu, inanılmaz bir güç. korkmak için hiçbir neden olmadığına inanmamı istiyordu. hem de hiç. video, zavallı bir bahane, biliyorum. ama hatırlamama yardım ediyor. hatırlamaya ihtiyacım var. bazen.. öyle çok güzellik var ki dünyada. dayanamayacağımı hissediyorum. ve kalbim içine kapanacak.

bugün hayatınızın geri kalanının ilk günü.

"sorunları bulup bizi korkutma güçlerini yok etmek. benmerkezci hayatın sırrı bu. yaptıklarınızın sorumluluğunu kabullenip, çözümleri bularak sürekli kurban olma kısır döngüsünden kurtulursunuz. kurban olmayı seçmişseniz kurbansınızdır." "kurban olmayı reddediyorum."

sanırım başıma gelen şey için fena halde kızabilirdim; ama dünyada bunca güzellik varken kızgın kalmak oldukça zor. bazen hepsini bir anda görüyormuşum gibi geliyor ve bu çok fazla. kalbim, patlamaya hazır bir balon gibi doluyor. sonra sakinleşmeyi hatırlıyorum, tutunmaya çalışmaktan vazgeçmeyi. o zaman yağmur gibi üstümden akıp gidiyor. ve sonsuz bir minnet duyuyorum küçük, aptal hayatımın her bir anı için. eminim neden bahsettiğim hakkında hiçbir fikriniz yok. ama merak etmeyin. bir gün anlayacaksınız.

17.05.2016

bir yazarın güncesi

virginia woolf

ilk dilim her zaman en lezzetlisidir.

gitgide daha çok, dürüst kalmış yegane insanlar sanatçılarmış gibi geliyor bana; sosyal reformcular ve hayırseverler insan kardeşlerini sevme kılıfı altında nice haysiyetsiz arzuyu barındırıyorlar.

montaigne: önemli olan hayattır.

usta bir yazarın ustalığının işareti, döktüğü kalıbı fütursuzca kırabilmesindedir.

kendini yeniden yazının kayasına bağlamanın yolu şu: önce açık havada egzersiz. ikincisi iyi edebiyat okumak. edebiyatın ham malzemeden yapıldığını düşünmek hata. insan hayattan dışarı çıkmalı, insan dışsallaşmalı, çok çok yoğunlaşmalı; hep tek bir noktada, karakterinin sağa sola saçılmış parçalarından beslenmek zorunda olmamalı, beyninde yaşamalı.

john keats: övgü ya da yergi, soyut güzellik aşkı, dolayısıyla kendi eserlerinin en acımasız eleştirmeni olan kişi üzerinde sadece anlık bir etki yapar.

hiçbir yaratıcı yazar çağdaşı bir yazarı kaldıramaz. yaşayan eseri kabul edebilmek çok zor; yanlı oluyorsun, eğer sen de aynı işi yapıyorsan.

dostoyevski: insan yazarken derin duygulardan yola çıkmalı.

insanın gözü önünde beliren bir fikir ne kadar karmaşıksa hicve o denli az uygundur; insan ne kadar çok anlarsa, özetlemeye ve çizgiselleştirmeye o denli daha az yatkın olur.

shakespeare: asıl sevinç, bir şeyi yapmaktadır.

insan zihnin incisini salgılamasını istiyorsa onun, nesnesinin üzerine rahatsız edilmeksizin yerleşivermesine izin vermeli.

övgü olmadan da yol alabilirim.

e. f. benson: insan kendi içinde yeni derinlikler keşfetmelidir.

ardı arkası gelmek bilmeyen arkadaş ziyaretleri de tek başına eve kapanmak kadar kötü.

charlotte bronte: kitaplarım bana sadece ıstırap verdi.

yalnızlıkta yaratılacak hiçbir şey kalmıyor. bu kadar hızlı ve çekici olmasının nedeni bu. insanı kitabı elinden bırakıp düşünmeye götürecek bir şey yok.

nasıl da sürü hayvanlarıyız hepimiz; en çok hayal kırıklığına uğramışlarımız bile.