31.03.2015

uzun lafın kısası

konfüçyüs: iyilikseverlik, bütün insanları sevmektir. bilgi, insanları tanımaktır.

tagore: bir insan ne kadar büyük olursa olsun bir ülkenin kaderine hükmedememeli.

andre maurois: bir kadının bizde uyandırabileceği düş kırıklıklarının en kötüsü, bizi rakiple düş kırıklığına uğratmasıdır.

cicero: adaletten yoksun olan hiçbir şey ahlaken doğru olamaz.

bilge karasu: siz kadınlar bir şeye bağlanınca kusurları mil olup gözünüze çekilse gene de görmezsiniz.

oscar wilde: hiçbir şey yapılmaya değmez, dünyanın yapılamaz dediklerinden başka.

ernest hemingway: başkasından üstün olmanın onurlu bir yanı yoktur; asıl onur, kişinin eski halinden üstün olmasından gelir.

salah birsel: insanları en iyi nişanlar uyutur.

henry david thoreau: insan vazgeçebildiği eşya oranında zengindir. lüks ürünlerin ve sözümona bize rahat yaşamlar sunan hizmetlerin çoğu, hiçbir biçimde vazgeçilmez değildir. bütün bunlar insanlığın gelişimine ket vurur.

jeannette walls: eğer emin değilseniz, muhtemelen kötü bir fikirdir.

alfred north whitehead: bir toplumun gerçeği, sözü edilemeyen şeylerde yatar.

melih cevdet anday: benim içimde hiçbir inanç yok, hiçbir sevgi yok. insanları da, memleketimi de sevmiyorum. şu son yıl içinde ne yaptıysam hepsi zoraki idi. kendimi oyaladım, aldattım; fakat korkunç gerçek ağır bastı sonunda.

29.03.2015

van gogh

henry miller

"kendim için hiçbir şey beklemiyorum. biz mahvolduk. biz dünyamızın dışında yaşıyoruz." (van gogh)

van gogh'un uzun zamandan beri boyayı bırakıp kara kalemle, kömürle, mürekkeple çalıştığını biliyoruz. ayrıca, onun doğadan öğrenmeye çalıştığı insan vücudunu incelediğini de biliyoruz. evet, kabuğun altında ne gizlendiğini okuyabilmek için kendi kendisini eğitiyordu. her zaman fakirlerle, düşkünlerle arkadaşlık ederdi. kültürlü kimselerden çok köylülerden hoşlanırdı. nesneyi hissetmeye, şeklini incelemeye çalışıyordu. her güne ait, en basit şeylere öylesine alıştı ki, nihayet tecrübe ve teknik gerektiği zaman, bu basit dünyasını gerçek canlılığıyla kullanacaktı. dünyanın giyimli şeytanlarla dolu olmadığını, çirkinliğin olmadığını göstermeye çalışıyordu. dünyanın hiçbir zaman sıkıcı olmadığını, seven gözlerle her şeyin insana güzel görüneceğini kanıtlamaya çalışıyordu. bu arzularını gerçekleştirdiği, bize yeni bir dünya verdiği zaman, dünyayla artık geçinemeyeceğini anladı: kendi arzusuyla bir tımarhaneye yatırıldı.

van gogh'un ölümüne neden olan ihtişamı unutarak, elem verici sonuna ağlarız. güneş okyanusa battığı zaman ağlar mıyız? güneşin tüm ihtişamı, kaybolurken izlediği birkaç dakika içinde gözlerimizin önüne serilir. gün ağarırken yine ortaya çıkacak, başka bir ihtişam, başka bir güneş ama hiçbirimiz ona önem vermeyiz. orada olduğunu bilir, güvenir; ama teşekkür etmeyiz. nietzsche, rimbaud, van gogh gibi büyük güneşler, kutsal gök gibi aynı kaderle ıstırap çekecek insan güneşleridir. ancak batıp kaybolduktan sonra onların parlaklıklarını fark ederiz. onların batışlarından ötürü döktüğümüz gözyaşları, yeni güneşlerimizi görmemizi engeller. geriye, ileriye bakar fakat hiçbir zaman gerçeğin gözüne bakmayız. eğer arada sırada bizi ısıtan, aydınlatan kütleye sevgi gösterirsek, bu sevgimizi, ezelden beri parıldayan güneşlere yöneltmeyiz. hiç düşünmeden tüm boşluğun güneşlerle dolu olduğu gerçeğini kabul ederiz.

tüm evren ışık içinde yüzmektedir. her şey canlı ve hareketlidir. insan da tükenmez enerjiyle yüklü, yorulmak bilmeyen bir varlıktır. karanlığın ve tutukluğun sadece insanların zihninde bulunması gariptir.

biraz fazla ışık, dünyada biraz fazla enerji ve nihayet o kişi insanlık toplumu için uygunsuz görünür. ilhamın karşılığı ya tımarhane ya da mezardır. gri, doğal dünya, bizim doğal yetişme yerimizmiş gibi görünür. uzun zamandan beri böyleydi. fakat dünya, içinde bulunulan koşullar değişiyor. ister kabul edilsin ister edilmesin yeni bir dünyanın eşiğinde bulunuyoruz. anlamaya ve kabul etmeye zorlanacağız. çünkü aramızdan fırlatıp attığımız büyük güneşler görüşümüzü şiddetle sarsmıştır. ihtişama ve dehşete tanık olacağız, sıra ile ve aynı zamanda. tanrıça indra gibi, binlerce gözle göreceğiz. yıldızlar üzerimize geliyor, en uzaktakiler bile.

"katedrali göstereceğime insanların gözlerini göstermeyi tercih ederim; çünkü insanların gözlerinde olan bir şey, her ne kadar çekici ve güzel görünürse de katedralde yoktur." (van gogh)

28.03.2015

şeytan ve genç kadın

paulo coelho

iyi diye bir şey yoktur. erdem, dehşetin değişik yüzlerinden biridir. bunu kavradığımız zaman, dünyanın, tanrı'nın bir eğlencesinden başka bir şey olmadığını da anlarız.

dünyada pek çok insan böyledir: mutlu olmayı hak etmediklerini sanarak en büyük sevinci bulabilecekleri yerlerde keder ararlar.

hayat, bize meydan okurken beklemez. hayat geriye bakmaz.

kusursuz bir yerde çok uzun süre kalanlar sonunda sıkılmaya başlarlar.

eğer kışkırtılırsak sonunda bu kışkırtmaya karşı koyamayız. koşullara bağlı olarak, dünyadaki herkes kötülük yapmaya hazırdır.

iyi ile kötünün yüzü aynıdır. her insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır her şey.

usta avcılar böyle yaparlar: av kendilerine gelsin diye koşulları belirlerler.

iki tür ahmak vardır: tehdit edildikleri için bir şey yapmayanlar ve tehdit edildikleri için bir şey yapmak zorunda olduklarına inananlar.

insanın özü kötüdür; taşranın bir köşesindeki basit bir garson kız, para uğruna suç işlemeye hazırdır.

"tanrı'nın bile bir cehennemi vardır: insanlara duyduğu sevgi."

insanın özünde kötülük yatar. hiç kimse iyi değildir. iyilik taslamaktan vazgeçmeliyiz. hatalarımızı kabul etmeliyiz.

"en iyi tarafımıza ulaşmak için en kötü tarafımıza da ihtiyaç duyarız."

bir insanın üzerinde egemenlik kurman için onu korkutman yeterli.

her şey bir özdenetim sorunudur. ve insanın nasıl bir karar vereceği sorunu. başka bir şey değil.

zafer abidesi

erich maria remarque

ilham veren daima küçük şeylerdir.

bugün dünya birçok istenmedik maceralarla dolu. bütün mülteci otelleri bunlarla dolu. herkesin hikâyesi alexandre dumas veya victor hugo için bir sansasyon olabilirdi. halbuki daha söylemeye başlamadan esniyoruz. zamanımızın en büyük macerası basit, durgun bir hayattır.

yaşayan, yer değiştiren şeyde kudret, zarafet, saçmalık olabilir; fakat bir daha asla canlanmayacak olanda ihtiram ve azamet hiçbir zaman! ancak yaşayan, bu büyüklüğe sahiptir. insan ise bu tamlığı ancak ölümde buluyor, o da o kadar kısa bir zaman için ki!..

insanın hiçbir mukaddes şeyi kalmazsa insani her şey daha başka türlü mukaddes oluyor. bazen bir solucandaki hayat kıvılcımına dahi saygı duyuyor.

hakarete karşı insan kendini müdafaa edebilir; ama merhamete karşı hayır.

her şey sallanırken sallanan bu şeye dayanmaya çalışmamalı. o zaman daha çabuk düşülür.

pişmanlık dünyada en işe yaramayan şeydir. insan her şeyi geriye çağırıp onu düzeltemez. öyle olmuş olsaydı hepimiz ermiş veya aziz olurduk.

kuvvet dünyanın en sari hastalığıdır. hem de insanı en çok değiştiren hastalık.

insanlar niyetinde kuvvetli fakat tatbikatına geçince zayıf oluyorlar. zaten sefaletimiz de büyümüz de bundan ileri geliyor.

hayat o kadar büyük bir şeydir ki nefesimiz kesilmeden bitemez.

yardım edebileceğin zaman yardım et, o an elinden gelen her şeyi yap. fakat bir şey yapamayacak hale gelince unut ve başını çevir. kendini topla. merhamet durgun zamanlar içindir, hayat bahis konusu olduğu zaman asla. ölüyü göm ve hayatı parçala! ona ihtiyacın olacak. keder başka bir şey, olaylar ise yine başka. insan, durumu olduğu gibi görür ve kabul ederse az kederlenir. ancak böyle yaşayabilir.

hiçbir adamla yatmamış olan kadınlar arasında daha çok orospular vardır.

bize bakıyorlar ve değiştiğimizi anlamıyorlar. işte dünyanın en büyük budalalıklarından biri bu. ister melek ister deli veya cani olun, kimse farkına bile varmaz. halbuki üzerinizden eksilen bir düğmeyi herkes görür.

insanın yaşayabilmesi için ne kadar az şeye ihtiyacı var!

insan bağsız olmalı. her şey ufak bağlılıklarla başlar, onlar önce fark edilmez, birdenbire adeta ağın içine düşülür.

bu işin iki şekli vardı: birisi aşk, ikincisi alışmamak; hatta bir vücuda bile alışmamaktı.

sahte etiketli konserveler. sahtekârlık! bak şunlara! cephane fabrikası kuruyorlar; çünkü barış istiyorlar; toplama kampı hazırlıyorlar; çünkü doğruyu seviyorlar. doğruluk, particilik, deliliğin bir örtüsüdür. politika gangsterleri birer kurtarıcı, hürriyet iktidarın eline verilen büyük bir kelime. sahte para! sahte para ruhu. yalan bir propaganda mutfak makyavelizmi. idealizm öteki dünyanın elinde. hiç olmazsa dürüst olsalar.

en ihtimali olmayan şeyler en mantıksal olanlarıdır.

aşk, bu da aşk, eski mucize, hakikatlerin soluk göğü üzerinde yalnız hülyalar gökkuşağı yapmakla kalmıyor; aynı zamanda bir yığın kötülüğe romantik bir hava da veriyor. bir mucize ne fena bir hadise.

hayat bizden mükemmellik bekliyor. kusursuz olanlar müzeye yakışır.

yalnız basit şeyler bizi hayal kırıklığına uğratmazlar. mutluluk gelince çok aşağısından başlayamazsınız.

hareketli şeyler kımıldamaz şeylerden çok daha kuvvetlidir. suyun kayadan daha kuvvetli olduğu gibi.

aşk, daima aksini arayabileceğimiz bir kapris değildir. aşkın çekilmesi ve akması vardır. parçalanmaları, batmış şehirleri, ahtapotları, fırtınaları ve altın, inci dolu sandıklar vardır. fakat incileri daima derinlerdedir. aşk ebediyyen birbirine ait olmaktır.

bir şey beklemeyen bir adam, hiçbir zaman hayal kırıklığına uğramaz.

mülteciler daima taşlar arasındaki taş gibidir. kendi memleketinin haini, dışarda ise hâlâ kendi memleketinin vatandaşı.

aşk; kadını açıkgöz, erkeği de kör eder.

kalbin huzursuzluğu gizlenemez. insan kollarında tuttuğu şeyi çok kolay kaybeder, bıraktığı şeyi asla!

insanın bütün ruhuyla yaşaması en mükemmel bir şey. son katresine kadar tatmin edilmek, vereceği başka bir şey olmayınca insanın durgunlaşması.

yeteneksizlik, insanların tek silahıdır.

insan bir yere yeni geldiği zaman ilk gece sarhoş oluncıya kadar içmeli kardeşim. geçmişin gölgelerine ayık kafa ile bakmak gereksiz bir kahramanlıktır.

erkekler zayıftır. öyle olmasa cazibeleri nerede kalır?

insanlar doktorların iç yüzlerini bilmemelidirler. yoksa onlara olan güvenleri azalır. seninle sarhoş oldum, ben sana kendimi nasıl ameliyat ettirebilirim? senin diğerlerinden daha usta bir operatör olduğunu bildiğim halde, ötekini tercih ederim. doktorlar hastanelerde yaşayıp diğer ölümlülere hiçbir zaman karışmamalılar. sizin cedleriniz büyücü ve hekimler bunu bilirlerdi. ben ameliyat olurken insanüstü şeylere inanmak isterim. hiçbir doktor kardeşini ameliyat etmek istemez.

bazı insanlar niçin biraz daha akıllandıkları zaman ölüveriyorlar?

bütün kabahatimiz, düşünmek yeteneğimizin olmasında. eğer yalnızca yiyip içip yatmayı düşünseydik bunların hiçbiri başımıza gelmezdi.

1933'te berlin'de avukat arensen: "aşkta mucizeye inanmayan adam mahvolmuştur." demişti. iki hafta sonra sevgilisi onu ele vermiş ve ölüm kampına yollanmıştı.

bir zaman geliyor ki insan artık kaçmaktan bıkıyor.

bir kadından ayrılmanın en basit çaresi, ara sıra onunla beraber yatmaktır. yoksa hayal işe karışır.

bazen hiçbir şeyin önemi olmuyor. vücutta kanser olunca birçok şey önemsiz görünüyor.

bu sınıf halk, burjuvazi, her asırda aynıydı. fakat hararetin ne demek olduğunu ve çürüğün semptomlarını biliyordu. ufak maceralar; zayıflığın hoşgörürlüğü, küstah alaylar; gizlenmemiş zeka; nükte için nükte yapmalar, yorgun bir kan, parlaklığını alayla, oburlukla, cilalanmış bir fatalizm ve yorgun bir neticesizlikle kaybetmiş insanlar.. dünya bu sınıfın insanları tarafından kurtarılamaz.

insanın unutma kabiliyetinin ne kadar derin olduğunu bilemezsin. bu büyük bir lütuf olmakla beraber büyük bir felakettir de.

hayır, dostluk formülünü ortaya atma. ölmüş hisler üzerinde zerzevat bahçesi yetiştiremeyiz. ufak tefek şeyler olsa bile aşk, dostlukla karıştırılıp bayağılaştırılmamalıdır.

altmışında aşk kovalayan, ötekiler işaretli kâğıtlarla oynadıkları halde kazanacağını ümit eden bir budaladır. iyi bir orospu insanın kafasını dinlendirir.

gülünç olabilmesi için insan hem cesur olmalı hem de kendini bilmemeli.

ne önemi var? orospu veya aziz. insan bunu kendi yapar. sen bunu on altı kadınla anlayamazsın. sakin orospular patronu, aşk, sermayesine karşılık bekleyen bir iş adamı değildir. hayal ise tüllerini açmak için sadece birkaç çiviye ihtiyaç gösterir. bunlar ister altın, ister teneke, ister paslı olsun, fark etmez. nerede yakalanırsa yakalanır. çalılık veya gülistan üzerine ay ışığının perdesi veya inci düşerse binbir gece masallarından bir peri hikâyesi olur.

26.03.2015

sözler

jacques prevert



ey
kaybolmuş bahçeler
unutulmuş çeşmeler
güneşli çayırlar
ey
felaketin acısı, ihtişamı, gizemi
kan ve parıltılar
ey
vurulmuş güzellik
kardeşlik

her kilometrede bir
her yıl
kıt akıllı ihtiyarlar
doğru yolu gösterirler çocuklara
kaskatı bir jestle

ne kadar çok şey icat etmiş insanoğlu
insanı mahvetmek için
ve bütün bunlar sessizce olup bittiği için
yaşadığını sanıyor insan
oysa farkı yok bir ölüden
ve çok uzun bir zamandan beri
koşuşturuyor
aile hayatına bürünmüş
hüzün verici bir dekor içinde
duvarda büyükannenin
büyükbabanın
ve kulakları kir dolu
tek dişli ferdinand amcanın portresi
insan bir mezarlıkta dolaşıyor sanki
can sıkıntısını kendisiyle birlikte gezdiriyor
ne bir şey söyleyebiliyor
ne de bir şey yapabiliyor
bir an önce buna son vermek istiyor
derken savaş başlıyor
öldürülmeye can atıyor
ve yılgınlığı geçince
öldürülenin
bir oh çekiyor
size teşekkür ederim diyor
işte kurtulmuş oldunuz benden

artık kimse bakmıyor güneşe
insanlar bu hale geldiler işte
akıllı insanlar
yere bakarak dolaşıyorlar
ceketlerine iliştirdikleri kanserli
yumrulu bir çiçekle
ve tanrıyı düşünüyorlar
boyuna düşünüyorlar
düşünmeden edemiyorlar
sevemez oldular artık sahici, gerçek çiçekleri
solmuş kurumuş çiçekleri
saman çiçeklerini ve düşünceleri seviyorlar
hatıraların pişmanlıkların çamurunda yürüyorlar
bata çıka güçlükle yürüyorlar
geçmişin bataklıklarında
zincirlerini sürüklüyorlar
uygun adım sürüyorlar ayaklarını
güçlükle yürüyorlar
ve cenaze marşını söylüyorlar bağıra bağıra
ama atmak istemiyorlar kafalarının içinde çürümüş olanı
atmak istemiyorlar bir türlü

adıyla sanıyla söylemek gerek her şeyi
köpek köpektir
ayçiçeği ayçiçeğidir
luxembourg parkında çember çeviren küçük kız
luxembourg parkında çember çeviren küçük kızdır
luxembourg bir parktır
bir çiçek bir çiçektir
ama papa nedir papa iğrenç bir ihtiyar

san

cemal süreya


kırmızı bir kuştur soluğum
kumral göklerinde saçlarının
seni kucağıma alıyorum
tarifsiz uzuyor bacakların

kırmızı bir at oluyor soluğum
yüzümün yanmasından anlıyorum
yoksuluz gecelerimiz çok kısa
dörtnala sevişmek lazım

24.03.2015

kapan

vüs'at o. bener

pek sorgulamaya gelmez hayat.

yaşam bir deha işi değil. bir sürgün, köle düzeni. kurtuluşu ummak safdillik. intihar seçimi bu yüzden gerekli. ne ki yürek isteyen bir eylem. hep tasarladım salt. kendiliğinden oluşmasına bel bağlıyorum. lucretius, "ölüm ben varken yok. ben yokken de onun var olması anlamsız." demiş galiba. nasıl inanabilir, bekleyebilirim. hemen tüm yazarların ölüm beklentisine bel bağladıkları gerçek. virginia woolf, ernest hemingway, daha niceleri. bitti'yi algıladıklarında bu yolu seçtiler. gerçekten yürekliydiler. bencileyin zayıf, korkak değil.

insan tragedyasının özü bilinmezliktir. hangi ölçüte vurursan vur doğru ya da yanlış seçeneklerini kestiremezsin.

oduncasına yaşa ahmak. durduramıyorsan bile beynin işlevlerini, en aza indirge. örneğin acıkıyorsan, bırak, acık. işeyebiliyorsan, bırak, işe. bitkisel yaşama en yakın biçimde sürdür canlılığını.

bunca vurdumduymaz olunabiliyorsa, algıların, sanatın, daha nice uğraşların anlamı ne?

..mın sapını gülle donatırdım, sevseydim.

öğretilenlerin hiçbir işe yaramayacağını anlayacaksınız ileride.

şen, kaygısız, görmüş geçirmiş suratımı takındım. gülünç tutkulara dönüştürdüm, gençliğimin sözde sevdalarını.

din

mustafa kemal atatürk

ölülerden yardım ummak uygar bir toplum için ayıptır. var olan tarikatların amacı, kendilerine bağlı kimseleri "dünyevi" ve "manevi" olan hayatta mutluluğa ulaştırmaktan başka ne olabilir? bugün bilimin, tekniğin bütün genişliğiyle uygarlığın aydınlatıcı varlığı önünde falan veya filan şeyhin yol göstermesiyle "maddi" ve "manevi" saadet arayacak kadar ilkel insanların türkiye'nin uygar topluluğu içinde varlığını asla kabul etmiyorum. efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki türkiye cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. en doğru, en hakiki tarikat, uygarlık tarikatıdır. uygarlığın emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.

23.03.2015

underground

vladimir makanin

çehov, tımarhaneyi bizzat görmüş rus yazarların sonuncusudur. diğerleri, onun samimi bilgisini tükürükleyip tekrarladılar yalnızca.

belki de o eski acı uğruna başlar insan öyküler yazmaya. o acıdan ötürü. ve bu hal, acıyı uzaklaştırır, şeklini değiştirir; ama bir türlü geçirmezken, insanı, olacağı şey ve kişiye dönüştürür.

yazan insanın ruhu, metne kiralanmış bir gemi gibidir.

insan ilkeldir ve başlangıçtan ihtiyatlı bir yapıya sahiptir. bizi böyle örseleyen de bu gerçekleşmeyen pişmanlıktır.

münzevi, bir iç mülteci gibidir. münzeviler devri biter bitmez hemen mülteciler devri başlar zaten.

insanlar tasasızlardır, insanlar unuturlar. televizyon ekranı, küçücük böceğin üzerine sarkmış dev bir büyüteç gibidir.

anlaşılma arzusu özel bir sarhoşluk türüdür.

kehanet, homurdanmanın yüksek bir seviyesi gibidir.

durumu karmaşıklaştıran, bir dünyalının en samimi olduğunda bile pek nadir yüzde yüz pişman oluşudur.

yaşam, kendi yapışkan çimentosuna sahiptir.

22.03.2015

yolcu

albert camus

adamın biri para kazanmak için bir çek köyünden ayrılmış. yirmi beş yıl sonra, zengin olarak, karısı ve bir çocuğuyla birlikte köyüne dönmüş. annesi kız kardeşiyle birlikte, doğduğu köyde otel işletiyorlarmış. adam onlara sürpriz yapmak için, karısıyla çocuğunu bir başka otele bırakıp annesinin oteline gitmiş. içeriye girince annesi kendisini tanımamış. o da, şaka olsun diye bir oda tutmuş, paralarını da göstermiş. geceleyin, annesiyle kız kardeşi, paralarını almak için kafasına çekiçle vura vura adamcağızı öldürmüşler, cesedini de nehre atmışlar. sabahleyin, karısı gelip olup bitenden habersiz, yolcunun kim olduğunu söylemiş. anne kendini asmış, kız kardeşi de kendini kuyuya atmış.

20.03.2015

yasak sevişmek

attila ilhan


öteki kapımdan gel bunu açamazsın
eski gözlerinle gel öldürmek vakti gel
hem tetik bulun ardında biri olmasın
hanidir ben bu evde saklanıyorum
adımı değiştirdim başka bir adla yaşıyorum
gece gündüz siyah gözlük kullanıyorum
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
sabaha karşı gel bütün gözlerinle gel
pancurların gerisinde kararıyorum
içime belalar doğuyor sonbahar doğuyor
telefonda sesini tanıyamıyorum
yüzün parmaklarımdan akıp kayboluyor
böyle hep bir şey kopuyor bir şey kırılıyor
sabaha karşı gel eski gözlerinle gel
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
hem tetik bulun ardında biri olmasın

artık hiç kimse beni yaşamıyor
aşklarımı büyük kemanlarla çizdiler
korkularım oldum bittim kimsesizdiler
yalnız bir mısra mıyım ıslanıyorum
bir revolver romanımı tamamlıyor
oyun bitti ışıklarımı söndürdüler
yokmuşsun gibi gel öldürmek vakti gel
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
üzerime kilitleyip mühürlediler
hem tetik bulun ardında biri olmasın

19.03.2015

bekleyiş unutuş

maurice blanchot

sadece tanrılar unutmaya muktedirler; eskiler uzaklaşmak için, yeniler geri dönebilmek için.

bekleyişte her söz ağır ve başına buyruk hale gelir.

zamanın yokluğunun yarattığı baskının doğrulandığı yerde, zaman olanaksız bekleyişi olanaklı kılar.

bekleyişte, her zaman beklenen şeylerden daha fazla beklenecek şey vardır.

sizinle konuştuğumda sanki beni sarmalayan ve koruyan parçam beni terk ediyor ve dışarıya karşı beni çok zayıf ve korunmasız bırakıyor. benim bu parçam nereye gidiyor? bana karşı dönen sizin içinizde mi?

unutulmuş mevcudiyet her daim engin ve derindir.

gidebilirdi, kalabilme gücünü bu güvenceye borçlu olduğunu biliyordu. kelimelerin içinden hala birazcık gün ışığı sızıyordu. sanki acı, mekan olarak düşünceyi tutmuştu. dikkatsiz sözlerin tehlikesinden başka bir tehlike yoktu artık.

18.03.2015

günlükler

franz kafka

uyudum, uyandım, uyudum, uyandım; kepaze bir yaşam.

yaşamaktan kıvanç duyan, başkalarında da aynı kıvancı görmek isteyenler, gece bir düğünden dönen ve karşılarına çıkan insanları, kim olduğunu bilmedikleri gelinin sağlığına içmeye zorlayan sarhoşlar gibidir.

aranan kişi, çokluk bitişikte oturmaktadır.

kendisiyle bir yıl aynı kentte yaşadığım bir kızla dünyada evlenmezdim.

kötü yapıtlarını değişik yollardan saklayıp gizlemek, yazarların en saygın özelliğidir.

yalnızlık her şeyden güçlüdür ve kişiyi yeniden insanlara yaklaştırır.

ölmek isteğini hep içte yaşatmak, beri yandan kendini henüz ayakta tutuyor olmak, işte yalnız budur sevgi.

sevgiden daha tatlı, işvebazlıktan daha eğlendirici bir şey yok.

herkes bir başkasını olduğu gibi kabul edip sever; ama olduğu gibi kabul edip kendisiyle yaşayabileceğine inanmaz.

bilinç kapsamının darlığı, toplumsal yaşamın bir gerçeğidir.

bütün erdemler kişisel, bütün kötülükler toplumsaldır. toplumsal erdem gözüyle bakılan şeyler; örneğin sevgi, bencillikten uzaklık, hakkaniyet duygusu, özveri, gücünü şaşılacak ölçüde yitirmiş toplumsal kötülüklerdir.

insanın yetenekleri sınırlıysa, düzensizlikten kötü bir şey yoktur.

olumsuzlamaya, durmadan değişen, yenilenen, ölerek dirilen savaşçı insan organizmasının bu doğal dışavurumuna her vakit yetenekli durumdayız; ama işte göze alamayız bunu; oysa yaşamak olumsuzlamak, dolayısıyla olumsuzlamak onaylamaktır.

barışta ilerleyemez, savaşta kırılıp gidersin.

her şey hayaldir: aile, büro, arkadaşlar, sokak, zevce, her şey gerçeğe biraz daha uzak, biraz daha yakın bir hayal; en yakın gerçek ise, senin başını penceresiz ve kapısız bir hücrenin duvarına bastırmandır yalnız.

dünya tarihindeki en büyük savaşlarda hep böyle olmuştur: küçük ayrıntılar, küçük ayrıntılar üzerinde söz sahibidir.

muhammet, kadınlarda ruh yok der haklı olarak.

korku mutsuzluktur; ama bu yüzden cesaret mutluluktur denemez. cesaret değil, korkusuzluktur mutluluk; dingin, gözlerini hiçbir şeyden kaçırmayan, her şeyi göğüsleyebilen korkusuzluk.

eşiği aştın mı her şey yoluna girmiş demektir.

ruhgöçü diye bir şey varsa ben henüz merdivenin en alt basamağında bile sayılmam. yaşamım, doğum karşısında bir duraksamadır.

bu şekilde de yaşayabilirsin belki; ancak söz konusu yaşamı kadınlardan korumaya bak.

beklemek yalnızca bitip tükenmeyen bir çaresizlik.

buruşmuş kalçalarıyla pasaklı, yaşlıca, tümüyle yabancı bir kadının, menisini bir anda uzaklaştırıp parayı cebine atarak çoktan bir başka müşterinin beklediği bitişik odaya seğirtecek kadının üstüne yoktur.

"bütün bu evren ne kadar tiksindiriyor beni!"

günlüğü artık bırakmayacağım. sımsıkı tutunmam gerekiyor ona; çünkü tutunacağım başka bir şey yok.

kingdom of heaven

ridley scott

"din" kelimesi bana sadece bir sürü bağnaz fanatiğin yaptığı çılgınlıkları ve sonra bunu "tanrının isteği" olarak adlandırmalarını hatırlatıyor. kutsallık, yaptığın doğru işlerdedir. yiğitlik ise, kendini koruyamayanların yanında olmaktır. ve erdem.. tanrının arzusu, kalbinde ve kafanın içindedir. ve her geçen gün, yaptığın işler sonucunda, ya iyi adam olursun ya da kötü!

"dünyayı iyiliğe götürmeyen bir adam ne işe yarar?"

keskin olan kenar, kılıcın tek kenarı değildir.

orayı evi olarak görmeyen insan, bu kutsal topraklarda, şehrin sahibi olur. eski sahibi de sefalet içinde yalvarır. sona geldiğinde insan doğduğu gibi kalmaz; ama, aslında ne olmak istediğini anlamış olur.

meziyetlerin, sen daha onlarla karşı karşıya gelmeden, düşmanların tarafından bilinecektir!

işlerim dolayısıyla doğuya gidiyorum. karım yokluğumun farkına bile varmaz. bu, ya eşlerin en iyisi olmasındandır ya da en kötüsü.

krallar, insanları gayrete getirebilir. bir baba oğlundan taleplerde bulunabilir; ama unutma ki, sana tesir edenler kral da olsa, güç sahibi insanlar da olsa, ruhunu içinde yaşayan, kendinsindir. tanrının huzuruna çıktığında "ama bana öyle emretmişlerdi" ya da "ama şartlar o dönemde müsait değildi" diyemezsin. bunlar yeterli olmaz. bunu unutma!

burası benim vatanım! eğer onu daha iyi bir duruma getirmeyeceksem, ne işe yararım ki?

iki insan arasında ihtiyaç duyulan tek şey ışıktır.

"sorun, seni teslim almaya hakları olup olmadığı değildi. isteyiş tarzlarıydı."

insanları öldürmek yerine, onlarla yaşamayı yeğlerim.

savaşların sonuçlarına, tanrı tarafından karar verilir ama aynı zamanda hazırlanma, asker sayısı, hasta olanların yokluğu ve su durumu da bu kararda etkilidir. düşmanı arkalarından kuşatmak da önemlidir.

bir gün gelecek, daha iyiyi bulabilmek adına birazcık şeytani işler yapmadığın için pişmanlık duyacaksın!

- mutlak ölüme gidiyorsun!
- bütün ölümler mutlaktır!

hangisi daha kutsal? ağlama duvarı mı? cami mi? isa'nın mezarı mı? kim hak iddia ediyor? kimse etmiyor! herkes ediyor!

ben hayatımı, her şeyimi kudüs'e adamıştım. önceleri tanrı için savaştığımızı sanıyordum. sonra farkına vardım ki, servet ve toprak için savaşıyoruz.

17.03.2015

utangaçlık

balzac

iki tür utangaçlık vardır: zihinsel utangaçlık, sinirsel utangaçlık; fiziksel bir utangaçlık ve tinsel bir utangaçlık. biri ötekinden bağımsızdır. tin dingin ve cesur kalırken vücut korkup titreyebilir, tersi de olabilir. bu, birçok tinsel tuhaflıkların ipucunu verir.

iki utangaçlık bir insanda bir arada bulunursa, bu insan bütün ömrü boyunca bir hiç olacaktır. böyle bir tam utangaçlık "bu bir budala" dediğimiz kişinin utangaçlığıdır. bu kişide çoğu zaman bastırılmış büyük nitelikler saklıdır. belki esrime içinde yaşamış kimi keşişlerin varlığını bu çifte kusura borçluyuz. bu üzücü fiziksel ve tinsel durum, organların ve ruhun kusursuzluğuyla, aynı zamanda henüz görülmemiş kusurlarla da ortaya çıkar.

16.03.2015

ecinniler

dostoyevski

korku insanın lanetidir.

bir kadın hiçbir zaman tam pişman olmaz.

mutlulukların en büyüğü, kendini feda etmekten duyulan mutluluktur.

"dünyayı dize getirmek istiyorsan önce kendini dize getir."

kadın, her yerde hazır ve nazır olanı bile aldatır; hem de gözünün içine baka baka.

sık görüyor olsanız da ömrünüz boyunca her görüşünüzde daha önce farkına varmadığınız yeni bir yanını gördüğünüz, yepyeni bir şeyler keşfettiğiniz yüzler de olabiliyor hayatta.

iyi yürekli bir aptaldan daha aptal bir şey olabilir mi?

gerçek, dolu dolu bir acı, bazen en aklı havada insanı bile -geçici bir süre için de olsa- ciddi, sebatlı biri haline getirebilir. hakiki bir acının bir aptalı bile akıllandırdığı olur; elbette bir süreliğine.

tüm insanlık mutluluğa eriştiğinde zaman artık olmayacak; çünkü zamana gerek olmayacak.

insanoğlu mutlu olduğunu bilmediği için mutsuz; yalnızca bu nedenle mutsuz. hepsi bu! her şey bundan ibaret! bunu öğrenen hemen o anda mutlu olur.

insan bilmediğini sevemez.

-insanlara herkesin iyi olduğunu öğreten kimse, dünya tarihine son noktayı koyar.
-vardı öğreten biri, çarmıha gerildi.

gerçek büyük ulus, insanlık için ikinci dereceden bir rol üstlenmeyi kesinlikle kabul etmez; birinci dereceden bir rol bile onun için kabul edilebilir değildir; o, biricik olmayı ister.

eğileceksen çarığın değil, çizmenin önünde eğil.

sağduyu karşısında bile direnebilmek için gerçekten yüce insan olmak gerekir. 

herkes bir şekilde kendi yüzyılının insanı olmalı, kendi yüzyılını yaşamalı.

tuhaf dostluklar vardır: iki dost birbirini paralamaya hazırdır; ama yine de yaşam boyu birbirlerinden ayrılamazlar. hatta neredeyse olanaksızdır ayrılmaları. kim şımarıklık edip dostluk bağlarını koparmaya yeltenirse hemen ertesi gün hasta olup yataklara düşer; hatta bu nedenle ölebilir bile.

dünyayla ilgimizi kesmek ve tümüyle özgür olmak için bağışlamak, bağışlamak ve bağışlamak gerekir.

tam bir ateist, inancı bütünlük aşamasından bir önceki aşamada bulunan insan demektir. umursamaz adamınsa, berbat bir korkudan başka hiçbir inancı yoktur.

içten, güzel olan her şey daima bağışlatır kendini.

aile

bertrand russell

geçmişten zamanımıza değin sürüp gelmiş kurumlar içinde, bugün aile kadar bozulmuş ve yoldan çıkmış olanı yoktur. ana-babaların çocuklara, çocukların ana-babalara karşı sevgisi, mutluluğun en büyük kaynaklarından biri olabilir; ama bugün gerçek şudur ki, ana-babalar ile çocuklar arasındaki ilişkiler, onda dokuz bir çoğunlukla her iki taraf için, %90 bir çoğunlukla da taraflardan birisi için mutsuzluk kaynağıdır.

ana-babalar ile çocuklar arası ilişkilerde görülen değişiklik, demokrasinin genel yayılışına bir örnektir. ana-babalar, çocukları üzerindeki haklarından artık emin değildirler; çocuklar, ana-babalarına karşı saygı borçlarını artık hissetmemektedirler. önceden hiç duraksamadan gösterilen itaat, şimdi eski moda sayılmaktadır ve doğrusu da budur. psikanaliz kültürlü ana-babalar arasında, çocuklara bilmeden zarar verme korkusu yaygınlaşmıştır. onları öperlerse oedipus kompleksi meydana getirebilirler; öpmezlerse kıskançlık öfkesine neden olabilirler. çocuklarına her şeyi emirle yaptırırlarsa, onlarda suçluluk duygusu yaratabilirler; emretmezlerse, çocuklar ana-babanın iyi saymadığı alışkanlıklar edinebilir. çocuğun parmağını emdiğini görünce bundan türlü türlü korkunç sonuçlar çıkarırlar; ama çocuğun parmak emme huyunu kesmek için ne yapmak gerektiğini bilmezler. eskiden tam bir egemenlik sahibi olan ana-baba, bugün çekingen, endişeli ve vicdan kuşkuları ile dolu bir hal almıştır. bekar kadınların özgürlükleri gözönüne getirilecek olursa, bugünün annesi, anneliğe karar verirken eskiye göre çok büyük özverileri göze almış olduğu halde, anneliğin eski yalın zevki kalmamıştır. bu koşullarda düşünceli anneler, çocuklarından pek az şey istemekte; düşüncesizler ise, gerektiğinden de çok şey beklemektedir. düşünceli anneler, doğal sevgilerini zorla sınırlandırmakta ve çekingenleşmektedirler; düşüncesizler ise, feda etmek zorunda kaldıkları zevklerin karşılığını çocuklarından almaya çalışmaktadırlar. çocuğun sevgi gereksinimi, bu iki durumdan birinde karşılanmamış, öbüründe ise fazla tahrik edilmiştir. bu hallerin ikisinde de, normal bir ailenin verebileceği yalınkat ve doğal mutluluk yoktur.

beyaz ırkın yarattığı uygarlığın göze çarpıcı bir özelliği: kadın olsun erkek olsun, bu uygarlığı benimsediği derecede kısırlaşmaktadır. en uygarlar en çok kısırdır; en az uygar ise en verimli olandır. günümüzde batılı ulusların en akıllı sınıfları gittikçe yok olmaktadır. daha az uygar ülkelerden gelen göçmenler hesaba katılmazsa, birkaç yıl içinde batılı uluslarda nüfus sayısı azalacaktır. göçmenler de yeni yurtlarındaki uygarlığı benimser benimsemez, eskisine göre kısırlaşacaklardır. bu özellikteki bir uygarlığın dengesiz olacağı besbellidir; yitirdiği kadarını yerine koyması sağlanmadıkça er geç ortadan kalkacak ve yerini başka bir uygarlığa, nüfus eksilmesini önlemek üzere ana-babalığa yeterince önem veren bir uygarlığa bırakacaktır.

batılı ülkelerin hepsinde resmi ahlakçılar bu sorunun çözümünü teşvik ve duyguları kamçılamada aramaktadırlar. bir yandan evli çiftlerin tanrı verdiğince çok çocuk yapmaları, çocukların ilerdeki sağlık ve mutluluklarını düşünmemeleri gerektiğini söylerler. öbür yandan din adamları anneliğin kutsal hazlarından söz açar, hastalıklı ve yoksulluktan kavrulmuş çok çocuklu geniş ailelerin de mutlu olabileceği inancını yaymaya çalışırlar. devlet de bu düşüncelere katılır; çünkü onun da yeterince topçu eri bulabilmesi gerekmektedir; yoksa bütün o karışık mekanizmalı öldürücü silahlar, askere alınanlardan başka, geride ve yeter sayıda insan kalmamışsa öldürücülük görevlerini nasıl yerine getirebilirler?

analık ve babalık duygusu psikolojik olarak, hayatta mümkün mutlulukların en büyüğünü ve süreklisini verebilir. bu, kuşkusuz kadınlar için erkeklerden daha doğrudur; ama erkekler için de sanıldığı kadar zayıf bir gerçek değildir.

ana-babalar, farkına varmadan yapacakları yanlışlıklardan çekinmeseler çocuklarına daha fazla yardım etmiş olurlardı; zira büyüğün kararsızlığı ve kendine güvensizliği kadar çocuğun zihninde endişe yaratan hiçbir şey yoktur.

15.03.2015

true detective

bazen insanlar çocuk yapmayı bir cevap olarak görürler. kendi hikayelerini değiştirmenin yolu gibi.

hayat, ancak bir şeyde uzmanlaşacak kadar uzun. o da şüpheli. o yüzden hangi konuda uzmanlaştığına dikkat et.

bazen güzel bir dayak yemek kişisel olgunlaşmaya katkı sağlar.

belli bir yaşı geçtikten sonra ailesi olmayan bir erkek kötüye delalettir.

iyi bir kadın temel eğilimlerimizi yatıştırır.

duyguları olan birer et parçası olarak, kimliklerimiz ne kadar yanıltıcı olsa da bu kimliği değer yargılarıyla oluştururuz. herkes sürekli yargılar. eğer bununla sorunun varsa yanlış yaşıyorsun demektir.

bazen en kötü halin en iyi halindir.

ölüm anında, o son anda görüyorsun ki bu büyük drama hiçbir zaman küstahlık ve aptal arzulardan ibaret geçici bir çözümden başka bir şey değildi. ve öylece bırakıp gidebiliyorsun hayatına o kadar da sıkı sıkıya tutunmak gerekmediğini görerek. fark ediyorsun ki tüm hayatın, sevgin, nefretin, hatıraların, acıların.. hepsi aynı şeydi. hepsi bir rüyaydı. kilitli bir odada sakladığın bir rüya. insan olduğuna dair bir rüya. ve birçok rüyada olduğu gibi bunun da sonunda bir canavar var.

zaman düz bir çemberdir. yaptığımız ya da yapacağımız her şeyi tekrar yapacağız, tekrar, tekrar ve tekrar. sonsuza kadar.

bir şeyi atlatmak istiyorsan belki de oturup her detayı hatırlamak doğru yol değildir.

sadakat önemlidir ve genellikle acı verir. bir gün bir sebepten kendine şunu sorabilirsin: "yaşadığım acının sınırı nedir?" ve böylece hiçbir sınır olmadığını öğrenebilirsin. acı bitip tükenmez. insanlar tükenir.

dünyada her tür sır vardır. her tür hakikat de.

insanların kendilerine söylediği tüm yalanlar arasında en yaygını budur: "başka biri olabilirdim."

eğer toplum yararı dediğimiz şey peri masallarıysa o zaman bu kimse için iyi haber değil. eğer bir insanı doğru yolda tutan tek şey ilahi mükafatsa dostum, o kişi adinin tekidir. bunların hepsi dolandırıcılık değil mi? maymunun biri güneşe bakıp diğerine "bana elindekini vermeni söyledi." dediğinden beri bu böyle. insanlar o kadar zayıflar ki gidip yemek alacaklarına paralarını dilek kuyusuna atarlar.

birayı şişeden içiyorsan sorunun var demektir.

hayat bir hastalıktır.

pezevenklerle uğraşırsan pezevenkliğe gelirsin. 

bazen bir şey olur ve hayatını ortadan ikiye böler. öncesi ve sonrası vardır. ama doğru kullanırsan, o kötü olayı doğru kullanırsan seni daha iyi yapar. daha güçlü. çoğu kişide olmayan bir şey verir sana. ne kadar kötü de olsa, ne kadar yanlış da olsa bu yara seni daha iyi biri yapabilir. acı böyledir işte. sana içinde ne olduğunu gösterir.

kimse kendi parasıyla zengin olmaz.

bazı insanlar nereye bakarlarsa baksınlar kendilerini görürler.

bir ulusun gücünü iki şey belirler: enerji kaynakları ve savaş kapasitesi.

14.03.2015

ölümsever

erich fromm

aşırı ölümsever kişiler görünüşlerinden, hareketlerinden anlaşılabilir. böyle kişiler soğukturlar; benizleri ölü gibidir; yüzlerinde pis bir koku duyuyormuş gibi bir ifade vardır. (bu ifade hitler'in yüzünde açıkça görülebilir.) düzenli, saplantılı ve bilgiçtirler.

ölümsever kişilerin bu yönü eichmann'ın kişiliğiyle bütün dünyanın gözleri önüne serilmiştir. eichmann örgütsel düzene ve ölüme hayrandı. onun benimsediği en yüce değerler, verilen buyruklara boyun eğmek, örgütün düzenli bir biçimde işlemesini sağlamaktı. kömür sevk ediyormuş gibi sevk etti yahudileri. onların insan olduklarını göremiyordu; bu nedenle kurbanlarından nefret edip etmediği sorusu onun için söz konusu bile değildi.

ölümsever kişi hiç durmadan kesinlik peşinde koşar. ne var ki yaşam hiçbir zaman kesin, önceden belirlenebilen, denetlenebilir bir şey değildir; denetlenebilir kılmak için yaşamı ölüme dönüştürmek gerekir; gerçekten de yaşamda kesin olan tek şey ölümdür.

kişiyi delilik sınırına dek sürükleyebilecek korkuları tedavi etmenin tek yolu anneye olan bağın koparılmasıdır.

her şeyden önce kandaşla cinsel ilişki saplantısıyla narsisizm arasında çok yakın bir ilişki vardır. annesinin rahminden ve memelerinden tümüyle kopmadıkça bireyin başkalarıyla ilişki kurabilme, başkalarını sevebilme özgürlüğü yoktur. o kişiyle annesi birleşerek kişinin narsisizminin nesnesini oluştururlar. bu, en açık biçimde kişisel narsisizmin topluluk narsisizmine aktarılmasında görülür. topluluk narsisizminde kandaşla cinsel ilişki saplantısının narsisizmle karıştığını açıkça görebiliriz. tüm ulusal, ırksal, dinsel ve siyasal bağnazlıklarda görülen gücün ve mantıksızlığın nedeni de bu özel karışımdır.

bu üç özelliğin karışımı en özlü biçimde richard hughes'un the fox in the attic (tavanarasındaki tilki) adlı kitabında anlatılmıştır.

hitler'in kendinden başka bir ben tanımayan "ben"i, özde "başka birisi"nin varlığını kabul etmeyi gerekli kılan cinsel birleşme eylemine zedelenmeden nasıl girebilirdi zaten? onun saplantılı inancına göre ben hiç eksiksiz, evrenin biricik yaşam merkezi, evrende bulunan ve o zamana dek var olan tek gerçek somut istem demek değil miydi? çünkü hitler'in içteki üstünlük "gücü"nün ardında yatan mantıksal neden şuydu: yalnız hitler vardı. "ben, benden başkası değilim." evrende ondan başka kimse yoktu, yalnızca nesneler vardı; bu yüzden onun gözünde "kişilik" zamirlerinin hiçbiri duygusal bir içerik taşımıyordu.

bu görüş hitler'in tasarlama ve yaratma hareketlerinin çapını hiçbir denetleme olmaksızın korkunç bir biçimde genişletti: bu tür bir mimar için siyaset alanına el atmak çok doğal bir şeydi; çünkü o, el attığı yeni nesnelerdeki değişik yanı görmüyordu: bu "insanlar" öteki araçlar ve taşlar gibi yalnızca kendisine öykünen "nesneler"di. her aracın bir sapı vardı -bu yeni nesnelerin de kulakları vardı. ve taşları sevmek, onlardan nefret etmek, onlara acımak (ya da onlara doğruyu söylemek) saçmaydı. öyleyse hitler'in kişiliği çok az rastlanan bir hastalık içindeydi; hiçbir gölgesi bulunmayan bir egoydu onunki.

anormal koşullarda böyle bir ego klinik bakımından sağlıklı kabul edilebilecek olgun, ergin bir zekâyla yaşayabilecekken hitler'inki az rastlanır bir biçimde hastaydı (bu, yeni doğmuş bir bebekte oldukça normal kabul edilebilecek, çocukluk dönemine taşabilecek bir hastalıktır). hitler'in ergin "ben"iyse şöyle gelişmişti - hastalıklı bir urun büyümesi gibi kocaman ama biçimsiz bir büyüme. bu, aklını yitirmiş, acılar içindeki yaratık yatağın içinde dönüp duruyordu.

"rienzi gecesi", operadan sonra linz kıyısında freinberg'de geçirdiği gece: çocukluğunun en önemli gecesi oydu kesinlikle; çünkü içindeki yalnızlıkla her şeye yetme gücünü o gece doğrulamıştı kendine. bir anlık bir zaman kesiminde dünyanın tüm zenginliklerini ve güçlerini görmeseydi, o karanlıkta o yüksek yere çıkmayı göze alabilir miydi? orada eski kutsal kitaptan bir soruyla karşılaştığında tüm varlığıyla "evet" demeden edebilir miydi? yüksek dağın tepesinde kasım yıldızlarının tanıklığı altında; sonuna dek götüreceği o pazarlığı yapmamış mıydı?

oysa şimdi.. şimdi rienzi gibi dalganın tepesinde uçarcasına giderken kendisini gittikçe daha çok kabararak berlin'e dek taşıması gereken o dayanılmaz dalga, o yükseklik kırılmaya başlamıştı: kıvrılıp kırılıp üzerine yıkılmıştı, onu yerlere çalmıştı, gürüldeyen, derin yeşil suların arasına atmıştı.

yatağında delicesine dönerken nefes nefese kaldı -suda boğuluyordu (hitler'in her zaman en çok korktuğu şeydi bu). boğuluyor muydu? öyleyse. linz'de tuna'nın üstündeki köprüde kendini öldürmeyi düşünen çocuğun bir an titremesi.. demek ki o melankolik çocuk çok eskilerde kalan o günde gerçekten atlamıştı suya; o günden bu yana olanların hepsi birer düştü yalnızca! öyleyse şimdi boğulan, aldanan kulaklarında uğuldayan bu ses tuna'nın sesiydi.

çevresini saran yeşil, ıslak aydınlıkta yukarıya dönük ölü bir yüz yaklaşıyordu ona doğru: bu ölü yüzde kendisininki gibi hafifçe patlak, açık kalmış iki göz vardı: ölmüş annesinin son olarak beyaz yastığın üzerinde gördüğü açık kalmış, ak gözleriydi bunlar. ölmüş, ak ve boş; kendisine karşı en küçük bir sevgi izi bile kalmamıştı içlerinde. oysa şimdi bu yüzler çoğalıyordu -dört bir yanını sarıyordu suda. öyleyse annesi bu suydu, kendisini boğan bu sulardı annesi! bunu anlayınca debelenmekten vazgeçti. annesinin karnındaymış gibi, dizlerini karnına doğru çekti, kendini öylece boğulmaya bıraktı. hitler, uyumuştu sonunda.