1.02.2015

rainer maria rilke

stefan zweig

rainer maria rilke, yaşamını tümüyle sanata ve kutsal yalıtmaya adamış, çileciliği aramıştı eserlerinde. konuşmacılar kürsüsüne çıkmamıştı hiç; sahnenin ortasına yabancı kalmış, olup bitenlere uzak durmuş, günlük kavgalarda ağzını açmamıştı. çok az insan onun yüzünü görmüş, yaşamını yakından tanımıştı. o çok kez kentlere gitmişti; fakat gizemli bir şey ona hep eşlik etmiş, onu sarıp sarmalamıştı. böylesine çekingendi, böylesine saklı duran bir yalnızlığı yeğlemişti. her yere çok sessizce girerdi; rahatsız etmemek ya da rahatsız olmamak için mi, bilinmez. sohbetlerinde karşısındakini anlayışla dinler, kelimeler ağzından çağlayarak çıkmazdı. dudaklarındaki hafif gülümseme, çoğu kez çekici bir sevginin yanı sıra bir savunma ve saklanmaydı da. yaklaşmaya çekiniyordu insanlar, öylesine bir derin sessizlik sarıyordu onu. bu sessizlikten çıkıp gelen berrak, duru ve dostça sözleri ne kadar mutlu ediciydi! sanatında öylesine titiz ve iddialı bu insan, yaşamında hiçbir zaman kendini ön plana çıkarmıyor, bir şarkısında söylediği gibi, "insanların sözlerinden korkuyorum" diyen ürkek bir oğlan çocuğunu andırıyordu. korku onu hep etkiliyor, gerçeğin baskısı altında kalacağından, elinde saygıyla tuttuğu sessizliğin o kristal kabını parçalayacağından çekiniyordu. başı hep önünde ve çekingen, sanki bir bulutun içindeymiş gibi, bu dünyanın gürültüsü ve edebiyatı içinde yürüyüp gidiyordu. sessiz, çevresini rahatsız etmeyen bir bulut.. sonsuzluğun kızıla bürünmüş yankısı gibi ayrıldı aramızdan.

her odaya nasıl sessizce girdiyse, gösteriye düşkün zamanımızın içinden nasıl gizlice geçtiyse, aramızdan da öyle ayrıldı. hastaydı ve hiç kimse bunu bilmedi. yavaş yavaş öldü; hiç kimse bunun farkına varmadı. hastalığının, ıstıraplarının ve ölümünün bu sırrını da içinde sakladı. şaire yakışır biçimde ve mükemmel hazırladı son eserini: ölümünü. çok erken gelmişti ölüm, taşımıştı onu suskun yaşamı boyunca çelimsiz vücudunda, onunla büyümüştü. öteki dünyadan gelen o ses, kimi zaman gizem dolu mısralarında konuşurdu. ve aniden şiirin orta yerinde, dünyevi olmayan, hüzün dolu bir titreşimi hissederdik; genç yaşta aramızdan ayrılmış keats ve novalis'te de gördüğümüz gibi. hayali andırır bir sesleniş, hem tatlı hem de hüzün verici, kelimelerin ve mısraların üstüne çıkan, sanki gölgelerden uzaklaşan ruhların konuşmaları..