18.09.2014

özgürleşen seyirci

jacques ranciere

tüm tarihi boyunca tiyatronun konu olduğu çok sayıda eleştiri aslında özlü bir ifadeye indirgenebilir. "seyirci paradoksu" adını vereceğim ben buna; meşhur oyuncu paradoksundan belki daha temel bir paradokstur bu. gayet basit ifade edilecek bir paradoks: seyircisiz tiyatro olmaz. oysa suçlayanlar seyirci olmanın iki nedenden ötürü kötü bir şey olduğunu söyler. ilk olarak, bakmak bilmenin zıddıdır. seyirci bir görünüşün karşısına geçer; ama o görünüşün üretim sürecini veya gizlediği gerçekliği bilmez. ikinci olarak, bakmak eylemenin zıddıdır. edilgen olan seyirci yerinde olduğu gibi, hareketsiz durur. seyirci olmak, hem bilmek kabiliyetinden hem de eylemek kudretinden kopmak demektir.

tiyatro, cahillerin acı çeken insanları görmeye davet edildikleri yerdir. tiyatro sahnesinin onlara sunduğu, bir pathos gösterisidir; bir hastalığın, arzu ile ıstırabın, yani cehaletin yol açtığı benlik bölünmesinin tezahürüdür. tiyatronun yaptığı şeu, bu hastalığı bir başka hastalığa başvurarak aktarmaktır: gölgelerin esir aldığı bakışın hastalığına. tiyatro, kişilere acı çektiren cehalet hastalığını bir cehalet makinesi sayesinde aktarır; öyle bir optik makinedir ki bu, bakışları yanılsama ve edilgenliğe alıştırır.

guy debord'a göre, gösterinin özü dışsallıktır. gösteri, görüşün hükümranlığıdır ve görüş de dışsallıktır, yani benliğinden yoksun kalmaktır. seyreden insanın hastalığı şu kısa ifadeyle özetlenebilir: "seyre daldıkça daha az var olur." (guy debord)

cehalet bilgi kıtlığı değil, bilginin zıddıdır.

muhalif veya eleştirel sanatçı, görüntülerin teşhir edilmesiyle saklanan sırrın ifşa olmasını sağlayan kısadevreler ve çarpışmalar üretmeyi amaçlar hep.

melankoli, kendi güçsüzlüğünden beslenir.

kurmaca, gerçek dünyaya karşıt olan hayali bir dünyanın yaratılması değildir. uyuşmazlıklar meydana getirme; duyumsanabilir sunum tarzlarını değiştirme; çerçeveleri, ölçüleri veya ritimleri değiştirerek böylece ifade biçimlerini değiştirme; görünüşle gerçeklik, biricikle genel, görünür olanla görünürün anlamı arasında yeni bağlar kurma çalışmasıdır kurmaca.

güney afrikalı fotoğrafçı kevin carter tarafından sudan'da çekilmiş bir fotoğrafın görünürlük uzay-zamanını inşa etmek için bulduğu bir enstalasyon: fotoğrafta, yerde emekleyen ve açlıktan ölmek üzere olan küçük bir kız görürüz; bu esnada arkadaysa leş yiyici bir akbaba kızın ölmesini beklemektedir. görüntünün ve fotoğrafçının kaderi, egemen haber düzeninin ikircikliğine iyi bir örnektir. fotoğraf, sudan çölüne gidip oradan bu denli çarpıcı, batılı seyirciyi uzaklarda yaşanan kıtlıktan ayıran duvarı yıkmaya bu derece uygun bir görüntü getiren kişiye pulitzer ödülü kazandırmıştır. aynı zamanda sahibini bir öfke kampanyasının hedefi haline getirmiştir: çocuğa yardım etmek yerine, kusursuz fotoğrafı yakalayacağı anı beklemiş olmak da insansı bir akbabalık değil midir? bu kampanyaya tahammül edemeyen kevin carter intihar etti.