31.01.2015

uzun lafın kısası

bob dylan: yirmi yıl eğitim görürsün, seni gündüz nöbetine alırlar.

cicero: hiçbir şey zenginliği sevmekten daha fazla alçak ve küçük bir ruha özgü değildir.

hegel: gerçek olan akla uygundur; akla uygun olan gerçektir.

ernesto sabato: bir insanın esrarengiz ve hüzünlü bir öyküsü yoksa, varlığının ne anlamı vardır?

melih cevdet anday: doğu toplumu, bireyin doğmadığı toplumdur.

jeannette walls: hayat, başka insanların senin hakkında söylediklerini kafaya takmayacak kadar kısadır. 

otto rank: gerçek hastalık olmadan gerçek iyileşme olmaz.

algernon sydney: bir kişinin halkın iyiliği ve onların özgürlüklerini korumak için, hukukun üstünde keyfince yönetmesini sağlayacak mutlak bir güce sahip olmasını istemekten daha saçma bir şey olamaz; çünkü böyle bir gücün olduğu yerde hiçbir özgürlük yaşayamaz.

andre maurois: kadınların ahlakı yoktur; yaşama biçimleri sevdikleri kişilere bağlıdır.

tagore: haksızlığa boyun eğen de haksızlık yapan gibi suçludur; çünkü dünyadaki tüm kötülüklerin nedeni odur.

salman rushdie: hayatımızdaki en önemli olaylar biz orada yokken olur.

yamamoto tsunetomo: para puldan başka bir şey düşünmeyen insan şerefe önem vermez. şeref düşüncesi taşımayan insan sefildir.

26.01.2015

kızıl ile kara

stendhal

zorbalara en çok yarayan düşünce, tanrı düşüncesidir.

bir adamın değeri olduğunu mu sanıyorsunuz? onun her istediğine engel olmaya, her giriştiği işte zorluk çıkarmaya bakın. onun gerçekten değeri varsa engelleri de, zorlukları da alt etmeyi bilir.

bir yerin değeri, o yerde bulunanın değerine göredir.

yalnız ölüm cezası bir insana gerçek bir üstünlük veriyor. parayla alınmadığı için.

"hangi çılgınlık vardır ki, sen onda bile bize bir zevk bulundurmayasın, ey aşk?"

dehanın temel niteliklerinden biri, bayağı insanların açtığı yolda sürüklenip gitmeye boyun eğmemektir.

"aşk eşitlik aramaz, onu kendi yaratır."

kafa aşkı hiç kuşkusuz gerçek aşktan daha çok zeka gösterir; ama coşkunlukları da geçicidir. kendini gereğinden çok bilir, çözümleyicidir, kendi hakkında yargılara varır. düşünceye yolunu şaşırtmak şöyle dursun, tersine kendisi düşünüle düşünüle kurulmuştur.

siyaset, edebiyatın boynuna takılmış bir taştır, altı ay geçmez, onu batırıverir.

büyük aşklar hayatta birer aksamadan başka bir şey değildir. ancak bu aksamaya yalnız üstün ruhlarda rastlanır.

hapishane hayatının en çekilmez yanı, insan evde olmadığını söyleyip kimseden kurtulamıyor.

"kalbe dokunmayı biliyorlar; ama kırarak."

salon bayları sabahleyin kalktılar mı: "bugün de karnımı doyurmak için ne yapsam?" düşüncesi içlerini kemirmez. bir de namusluyuz diye böbürlenirler!

güzel kadınların çoğunda ilk önce yüz ihtiyarlar.

yazın uzun günlerinde, sabahın dokuzunda doğup akşamın beşinde ölen bir sinek, gece sözcüğünün ne demek olduğunu nasıl anlasın?

öğrenilmiş çaresizlik

clarissa pinkola estes

kadınların kendini koruma içgüdülerini nasıl kaybettiklerini görmemizi sağlayan önemli bir çalışma vardır. 1960'ların başlarında bilim insanları, insanlardaki "kaçma içgüdüsü" ile ilgili bilgi edinmek için hayvan deneyleri yürütüyorlardı. bir deneyde büyük bir kafesin tabanının yarısına elektrik kabloları döşediler; böylece kafese konan bir köpek sağ tarafa her ayak bastığında elektrik çarpmasına maruz kalıyordu. köpek kafesin sol tarafında durmayı çabucak öğrendi.

sonra kafesin sol tarafına aynı amaçla elektrik verildi ve sağ taraf elektrikten arındırıldı. köpek kısa sürede duruma uyum sağladı ve kafesin sağ tarafında kalmayı öğrendi. ardından rastgele elektrik akımları verilmek üzere kafesin bütün tabanı elektrik kablolarıyla döşendi; öyle ki, köpek nerede ayakta durursa ya da yatarsa yatsın mutlaka elektriğe maruz kalıyordu. köpek önce kafası karışmış gibi davranışlar gösterdi ve sonra panikledi. sonunda "vazgeçti" ve uzanıp yattı, elektrik akımlarını kabullendi ve artık onlardan kaçmaya ya da onları yenmeye çalışmadı.

ama deney bitmemişti. sonra kafesin kapısı açıldı. bilim insanları köpeğin koşarak dışarı fırlayacağını umdular; ama o kaçmadı. dilediği zaman kafesi boşaltabilecek olsa da, orada öylece yatıp gelişigüzel bir şekilde elektrik akımlarına maruz kalmaya devam etti. bilim insanları bundan yola çıkarak bir hayvan şiddete maruz kaldığında, bu rahatsızlığa uyum gösterme eğilimi sergileyeceği, şiddet kesildiği ya da hayvana özgürlüğü verildiği zaman bile, sağlıklı kaçma içgüdüsü büyük ölçüde azaldığı için, yerinden kıpırdamayacağı sonucunu çıkardılar.

kadınların vahşi doğaları açısından bakıldığında, onları sadece sarhoş eşlerle, istismarcı patronlarla, sömürücü ve zarar verici gruplarla kalacak şekilde etkilemekle kalmayıp aynı zamanda tüm kalpleriyle inandıkları şeylere -sanatları, sevgileri, hayat tarzları, görüşleri- destek olmak için ayağa kalkamayacak durumda hissettiren de şiddetin bu normalleştirilmesi halidir, bilim adamlarının daha sonra "öğrenilmiş çaresizlik" adını verdikleri şeydir.

24.01.2015

özgürlük

sevan nişanyan

güzelliğin fazlasından nara atmak istediğin anlar vardır.

yalnız kurt olup yollarda izini kaybettirmek midir özgürlük? yoksa, kimsenin seni göremeyeceği bir yerde inzivaya çekilmek mi? ya da içinde yaşadığın köyü yahut dünyayı kendi iradene göre şekillendirmeye çalışmak mı özgür yaşamanın yolu?

her başarı bir tuzaktır.

zulüm yükünü ancak inkar ve yalanla hafifletebilirsin. vicdanındaki yarayı ancak riya ile örtebilirsin. riya ise bir toplumun ruhunu çürüten en korkunç zehirdir.

insan ruhu karanlık bir deniz; fazla açılmaya gelmez.

bir kıza rastladım. kızılderiliydi. thunder bay'den gelmiş, çalışacak iş arıyormuş. motelde kalıyormuş; ama oda pahalıymış. bende de para kıt. paylaşalım dedim. anlaştık. "ben kanepede yatayım." diye yarım ağızla teklif etti; ama yatak varken ne gereği var? bir hafta kadar orada kaldım. ay annem, ay memem, ay duygularım diye eziyet çekmeden doya doya ilk seviştiğim kişi odur.

vandalizm bir ruh hastalığıdır.

"adam olmak için beş şey yapmış olman gerekir: bir, askere gideceksin. iki, sevip ayrılacaksın. üç, birinin yanında çalışacaksın. dört, iş kurup batıracaksın. beş, hapis yatacaksın." (via tavit köletavitoğlu)

bir kişi olmak bana sıkıcı geliyor. esas hapishane bence o.

23.01.2015

kuyucaklı yusuf

sabahattin ali

bir felakete sükun ve itidalle tahammül edenlerin manzarası, o felaket için ağlayıp çırpınanların manzarasından çok daha korkunç ve ezicidir. kuru ve sabit gözlerin arkasında nasıl bir ateşin yandığı, yavaşça kalkıp inen göğsün içinde nelerin kaynadığı bilinmediği için, insan mütemadi bir ürkeklik ve tereddüt içinde üzülür.

evde kapalı kalan ve ehli bir hayvan halinde; fakat çok daha maksatsız büyüyen kızların hepsinde olduğu gibi, onda da, vücudunu ve kafasını hiçbir şeyle meşgul etmeden, günlerce, belki aylarca, senelerce beklemek kabiliyeti vardı ve içini yakan düşüncelerden bitap bir hale gelince, bu mutlak hiçliğin kucağına atılıyordu.

mahkeme uzun sürmedi. zaten şakir, tevkifinin haftasında müstantik tarafından serbest bırakılmıştı. bu bir haftasını da ancak gündüzlerini, onu da müdür odasında oturup cigara içmek ve nizamiye kapısının yanındaki küçük bahçede aşağı yukarı dolaşmak suretiyle, hapishanede geçirdi. geceleri evine bırakılıyordu. güya gizli olarak yapılan bu müsaadeyi kaymakam, müddeiumumi ve ceza reisine kadar herkes biliyor ve bir şey demiyordu. çünkü başka türlü olmasına imkan yoktu. bu böyle gelmiş, böyle gidiyor ve kasabanın başında bulunanların aklı bile, hürriyete ve onun getirdiği birkaç müsavat fikrine rağmen, hilmi bey'in oğlunun sahiden hapsedilebileceğini kabul etmiyordu. hapishane, ancak serseriler, köylüler ve aşağı tabakadan insanlar içindi; bir hilmi bey'in oğlu, adam öldürse bile, onlarla bir tutulamazdı. değil böyle mahkum olacağı şüpheli kimseler, on beş seneye mahkum edilmiş eşrafzedeler bile, cürümlerinin cezasını çok kere yarı yarıya evlerinde çekiyorlardı. hapishanede kaldıkları zamanlar, valinin veya bir adliye müfettişinin nadir ziyaretine münhasırdı. bazen aksi bir karakol kumandanı veya hapishane müdürü geliyor, birkaç gün, o da kendini göstermek ve göz yıldırmak için, sertlik yapıyor; fakat bazı mahpusların dışarıdaki akrabaları gelip kendisiyle konuştuktan sonra, her şey eski şekline avdet ediyordu. zaten ilk yapılan sertlik de, bir "pahalıya satılmak" manevrasından başka bir şey değildi.

bu alevi köylerinin daha geniş mezhepli, daha samimi ve daha temiz olduğunu uzun memuriyet seneleri ona öğretmişti. nahiye ve köyleri dolaşmaya çıktığı zamanlar buralarda kalmayı tercih ederdi.

bu iş sana göre değil; ama ne yapalım? biliyorum, canın sıkılacak; fakat insan yavaş yavaş alışır. gördün ya, kimsenin bir iş yaptığı yok. mesele o odanın içinde beş on saat oturuvermekte.. lüzumsuz gibi görünür ama, bunsuz da dünya dönmüyor. öyle ya, herhalde böyle boş oturmanın da bir hikmeti var. bir bakarsın, hükümetteki işlerin hepsini eli kalem tutan iki kişi bile çevirir dersin. lakin o kalabalık olmasa alem birbirine girer. mesele memurların yaptığı işte değil, onların mevcut olmasında. şimdi sen o tozlu odada oturdukça kendi kendine: "benim burada ne lüzumum var?" diyeceksin! yanlış! mademki sen bir kere hükümet kapısından içeri adımını attın, artık lüzumlusun. sen olmasan muhakkak bir yerde bir aksaklık çıkar. sana söylediğim şeyleri otuz seneye yaklaşan bir hayat bana öğretti. sen de yavaş yavaş yola gelirsin. hayattan fazla şeyler bekleme. dünyada her felaketin içinden en az zararla sıyrılmanın yolu hayata uymak, muhite uymak, hiç sivrilmemektir.

amak-ı hayal: bir gün allah peygamberleri çağırıp sormuş, "saadet nedir?" demiş. her biri kendilerine göre cevap vermişler. musa: "arzı mev'uda gitmektir. isa: "bir yanağına vurana ötekini uzatmaktır." buda: "hayatta hiçbir arzusu olmamaktır." yollu şeyler söylemiş. sıra bizim muhammed'e gelince: "saadet hayatı olduğu gibi kabul etmektir." demiş.

akşamdan akşama iki kadehin zararı yoktur. insana dünyayı unutturur. eh, bu dünya da unutulacak dünya zaten.

22.01.2015

insan

charles bukowski

insanlığın büyük bir bölümü midemi bulandırır. bir şeyleri kurtaracaksak bu ancak mutluluk, gerçek ve akış kavramlarına yepyeni bir yaklaşımla mümkün olabilir; titreşimsel algılama ile.

büyük olanlar küçük insanlar için büyük hedef oluştururlar. tüfekli ve daktilolu küçük adamlar, kapıların altında imzasız notlar, polis yıldızları, coplar, köpekler; bunlar da küçük insanların işleridir.

insanların nasıl bu kadar kolay öfkelendiklerini, sonra da öfkelerini aynı kolaylıkla unutup nasıl neşelenebildiklerini anlayamıyorum. ve nasıl her şeye ilgi duyabildiklerini, üstelik her şey bu kadar sıkıcıyken.

20.01.2015

californication

sanırım evlenmemiş olmanın iyi tarafı da bu olsa gerek: boşanmak diye bir şey olmaz.

hepimiz er ya da geç günahlarımızın bedelini öderiz.

erkekler vahşi hayvanlardır.

çoğu insan tüm yaşamları boyunca gerçekten sevdikleri birini bulamıyor. bulduklarını söylüyorlar; çünkü herkes kendi küçük romantik komedisinin başrol oyuncusudur. ama hepsi saçmalıktan ibaret.

kalple vajina aynı fikirde değillerdir çoğunlukla.

bir kadını tatmin etmek ne kadar zor biliyor musun? tıpkı bir bombayı etkisiz hale getirmek gibi. demek istediğim, aşağı kısımlarda bir sürü tel ve kablo var. hangisini keseceğini veya çekeceğini nereden bileceksin. ayrıca araştırmalar gösteriyor ki, kadın orgazmının %99'u falan zihinsel. buna kimin zamanı var?

iyi bir avukat her şeydir.

iş hayatı çok zalim oluyor. elinden her şeyi alır; ama karşılığında hiçbir şey vermez.

eğer espri patlatmaya ve içmeye devam edersen, hayat, büyük aptal bir partiymiş gibi davranırsan, her şeyi kaçırırsın.

18.01.2015

deliduman

emrah serbes

gerçek hayat tecrübesi uykusuz kalınan gecelerde elde edilir ve gündüzleri de bir sikime yaramaz.

işin en zor, en meşakkatli kısmını hallettikten sonra küçük detaylarda bocalamak, vazgeçecek gibi olmak, bütün büyük yeteneklerin ortak özelliğidir.

bazı şeyler ya olması gereken zamanda olur ya da hiç olmaz.

her insanın mayasında bir parça kepazelik vardır; mühim olan, o kepazeliği ortaya çıkaracak işlerden uzak durmaktır.

her insanı seven birileri bulunur; budur dünyada kalan son adalet kırıntısı.

genellikle kötücül insanlar başkalarının yaptığı kötülüğün hemen farkına varırlar. ellerine fırsat geçmediği için kötülük yapamadıklarından, başkalarının yaptığı kötülükleri en ağır şekilde yargılayanlar da onlar olur.

büyük yetenekler birbirini tanır.

erdemle şöhret arasında seçim yapmak zorunda kaldığında kaç insan erdemi seçer? işte onlardır, erdemi seçenlerdir dünyamıza yön verenler, led televizyonlardan çok daha geniş vizyonları vardır.

hareket yoksa çürüme başlar. temel fizik yasalarından biridir bu.

özgürlüğü hep insanın canının istediğini yapması zannediyoruz; oysa özgürlü her şeyden evvel bir histir. eylemden önce o his gelir. insana bir şey yaptıran yahut yaptırmayan şey o histir.

insan bu hayattaki en büyük inkisarını, gayretlerinin boşa gittiğini gördüğünde yaşar.

bütün türki cumhuriyetlerdeki çakalları toplasan bu istanbul'da daha fazla çakal vardır. istanbul'da yirmi milyon insan, iki milyon araba ve bunların hepsinden daha fazla martı vardır. martıların içinde bir martı, arabaların içinde bir araba, insanların içinde bir insan ararsın istanbul'da, gerçekten sana hitap edebilecek, ruh sahibi bir şeyler ararsın, bulamazsın.

çevremiz yaşayan ölülerle dolu; paketlenmiş, etiketlenmiş, bir kenara atılıp unutulmuş, hatırlandığı zaman da lanetle hatırlanmaya mahkum edilmiş insanlar.

birini hiçliğe mahkum edersen o senin her şeyin olmak isteyecektir.

insanın hayatında öyle bir an gelir ki önünde uzayıp giden karanlık yolda ilerlemekten başka çaresi kalmaz, geri adım atamayacak kadar yorgundur çünkü ve yerinde duramayacak kadar da yıkkın. hayatta çoğu zaman asıl ihtiyacımız olan şey de budur işte, sağlam kalan parçalarımızı toplayıp kör bir kararlılıkla yolumuza devam etmek.

bazen çabuk gelişen bir arkadaşlık ne denli yalnız olduğumuzu hatırlatır bize.

insanın bambaşka biri olmayı isteyeceği bir an gelir, gerçekten bambaşka biri olmayı isteyeceği bir an gelir.

bir yerden sonra insan umursamamaya başlar.

downton abbey

mutlu evliliklerin bir sürü çeşidi vardır; ama hepsinin temelinde dürüstlük yatar.

kederden daha çok acıktıran ya da yoran bir şey yoktur.

hayatta hiçbir şey kesin değildir.

biri onu batırana kadar her gemi batırılamazdır.

hepimizin yayınlanmaması gereken bölümleri vardır.

bazen, memnun olabilmek için azıcık ağrıya dayanmalıyız.

denizde, çıkartılandan daha fazla balık vardır.

hayat son derece adaletsiz olabiliyor. bir dakika, her şey altından görünürken sonrasında küle dönüşüyor.

hayatının bir şekilde elinden kayıp gittiğini ve bunu durdurmak için hiçbir şey yapamadığını hissettin mi hiç?

hepimiz yara izi taşırız, içimizde ya da dışımızda. bu bizi diğerlerinden farklı kılmaz.

kimse ilk okla hedefi tam on ikiden vuramaz.

hayatın bizi değiştirmesine izin vermezsek yaşamanın ne anlamı kalır?

16.01.2015

islam ve kitap

alberto manguel

halife i. ömer'i amr ibn el-as'a iskenderiye'deki kitapları ateşe vermesini buyurmakla suçlayan ilk rivayette ömer'in doğruluğu şüpheli cevabı burada aktarılmaya değer; çünkü o günden bugüne her kitap yakanın acayip mantığını yansıtmaktadır. verilen emri yerine getirirken ömer'in şöyle dediği söylenir: "şayet bu kitapların muhtevası kuran-ı kerim ile hemfikirse, o halde lüzumsuzdurlar. şayet onunla ihtilaf halindeyseler, o zaman da mahzurlu olurlar. her halükarda ateşe atmak lazım gelir."

ömer'in sözünü ettiği, edebiyatın akışkanlığıdır. onun yüzünden hiçbir kütüphane, kurulduğu gibi kalmaz; kütüphanenin yazgısına genellikle onu yararları uğruna yaratanlarca değil, sözde yanlışları uğruna onu yok etmeyi dileyenler tarafından karar verilir.

14. yüzyılın tunuslu tarihçisi ibn haldun da aynı öyküyü iran'ın islami fethine uyarlayarak anlatır. buna göre, komutan sa'd bin vakkas, fethedilen krallığa girdiği zaman çok sayıda kitap görmüş. ömer ibn el-hattab'a "bu ganimeti müminlere dağıtmalı mıyım?" diye sormuş. ömer'in yanıtı, "onları suya at! hakikate ışık tutuyor olsalar bile tanrı bize onlardan daha iyisini verdi. eğer yalandan başka bir şeye yer vermiyorlarsa, tanrı bizi onlardan kurtaracaktır." olur. işte, der ibn haldun, perslerin bilgisini böyle kaybettik.

ömer'in hamlesinden üç buçuk yüzyıl kadar sonra cordoba'nın mağribi valisi ebu emir el-mansur, seleflerinin endülüs kütüphanelerinde topladığı bilimsel ve felsefi eserlerden oluşan nadide koleksiyonu ateşe verdi. sanki çağlar ötesinden ömer'in gaddar kararına karşılık verircesine, ispanyalı said'in yaptığı gözlem ona dokunmuştu: "bu bilimler eskiler tarafından küçük görülür ve kudretliler tarafından eleştirilir; onları araştıranlar yoldan çıkmakla ve sapkınlıkla suçlanırdı. o gün bugün bilgi sahibi olanlar dillerini tuttular, saklandılar ve bildiklerini daha aydınlık bir çağ için gizlediler."

beş yüzyıl sonra 1526'da sultan i. süleyman'ın komutasındaki osmanlı orduları budin'e girdiklerinde, fethettikleri insanların kültürünü ortadan kaldırmak adına 1471'de kral matthias corvinus'un kurduğu, macar tahtının en değerli varlıklarından biri olduğu söylenen büyük corvina kütüphanesi'ni yaktılar. o tahribattan üç yüzyıl sonra 1806'da süleyman'ın torunları, kahire'de bulunan, yüz bini aşkın değerli kitabın ev sahibi olağanüstü fatımi kütüphanesi'ni ateşe vererek onlara öykündüler.

süregelen

güven turan

insan soyu, dünya yüzündeki bütün canlıların en obur, en saldırgan, en acımasız, doğaya uyum ve doğaya katılım bakımından da en aykırı, dahası doğaya düşman soyudur.

kierkegaard: bir şair mutsuz, yüreği gizli acılarla parçalanmış biridir ama dudakları öylesine garip bir şekilde yaratılmıştır ki iç çekişler ve haykırışlar onların arasından çıktığında, güzel bir müziğe dönüşürler.

geçmiş, şimdiki zamanın kalıplaşmış halidir. geçmiş bir yüceltme değildir. ne iyi ve güzel bir anın izidir ne kötü ve acı bir anın. o anın izlerinin oluşu yeter! geçmişte şu oldu, bu oldu, bunları saptamak yeter. bir de onlara bugünden bakıp fazladan yükler yüklemek gereksiz.

john ashbery: şiirlerimin içeriğinin ne olduğunu bilmiyorum. biçiminin ne olduğunu da bilmiyorum. hiçbir şey bilmeden başlarım ve bittiğini hissettiğimde de yazmayı keserim. biçim denilen şey bana göre içeriktir ve içerik denilen de biçim.

türkiye'nin ilk toplu modernist çıkışı olan ikinci yeni hareketi, ankaralı bir harekettir. çıkış noktası ankara'da yayımlanmakta olan pazar postası'dır. bu oluşuma destek veren dergi de ankaralıdır: önce "seçilmiş hikayeler" adıyla yayımlanan "dost" dergisi. garip hareketi de ankaralıdır. garip'in üç şairinin de yaşamlarında ankara çok önemli bir yer tutar. istanbul'un neredeyse tek sorunu, kimin best-seller olduğu, olacağı, ne kadar kazandığıdır.

max denoir: normal aşk her tür sesin bir arada olduğu bir senfoni gibi gelir bize. çok çeşitli etkinliklerden doğar. bu nedenle çoktanrılı diyebiliriz ona. fetişizm, sadece bir tek enstrümandan çıkan ses rengini tanır; bir tek etkinlikten doğar; onun için de tektanrılıdır.

george bataille: üreme erotizmin karşıtıdır ve sürekliliği olmayan varlıkların bulunduğunu işaret eder.

islam estetiği deha kavramını dışlar özünde; çünkü deha, yaratıcılığı barındırır içinde. yaratıcılıksa "küfür"dür.

belçikalı gerçeküstücü ressam magritte'in o ünlü, bir pipo resminin üzerine yazdığı, "bu bir pipo değildir"ini mutlaka görmüşsünüzdür. bir yandan sanatçı, bir pipo resminin pipo olmadığını, bir pipo resmi olduğunu söylüyor. ama taa platon'dan beri süregelen, nesnelerle adları arasında sadece uzlaşma yoluyla bir ilişki olduğunu da söylemek istiyor.

yaratıcı yazar, "gerçekliği" yakalayabilmek için, yaşamı gözlemekten öte, yaşadığını yazıyor elbette ama yaşamdan fazlasını yaşadığı için becerebiliyor bunu.

kuran'da adı verilerek yasaklanan tek hayvan domuzdur. bunda, domuzun bütün orta doğu'daki en güçlü tanrılardan olan baal'in totem hayvanı oluşunun etkisi yok mudur acaba?

jose ortega y gasset: her bir yaşam, evren üzerine bir bakış açısıdır.

hayvan kanı, bir ara aksi iddia edilmiş olsa da, en iyi özümlenen demir kaynaklarından biridir insan için.

eli acıman: para kazanmak için iş yapılmaz; iş yapılır, para kazanılır.

ernst robert curtius: balzac'ın gizi, hayatın kendisine uçsuz bucaksız sunulduğu dahinin gizidir.

edebiyat tarihçileri, polisiye/cinayet türü romanların başlatıcısı olma onurunu edgar allan poe'ya verirler. poe nisan 1841'de yayımlanan "morg sokağı cinayeti" öyküsü ile ilk gerçek anlamda cinayet anlatısı türünü ve bu öyküdeki chevalier dupin karakteriyle de ilk gerçek dedektifi yaratmıştır. dupin'in yanında bir de arkadaşı vardır; o kişinin bütün yaptığı, yaşanılan öyküyü anlatmak ve garip sorular sormaktır. sir arthur conan doyle ilk süper dedektifi, sherlock holmes'u yaratırken yanına doktor watson'u da ekleyerek poe'nun izinden gitmiştir.

15.01.2015

ölüm

albert caraco

bir hastalık hikâyesi ilgi görmez, erken gelen ölüm ise bir lütuftur.

ölümün gölgeleri sevginin baharatlarıdır, sonsuz yaşam ise mutlak soğukluğun okulu olur. yarınları tehdit altındaki insanı severiz. ne kadar çok tehdit altındaysa o kadar çok severiz. tanrı sevmez ve bir sevgi nesnesi değildir. tanrısal aşk bir anlamsızlıktır. en iyisi kuşkusuz ki kimseyi sevmemektir ve bunun için de önce kendimizden başlamamız gerekir. kendinden nefret etmeyi savunan kişi, hissi bağları parçalar.

kendi asla yaşamayan halk, ölüleri gerçek dışı kabul ettiği canlılardan daha canlı olarak benimsiyor. halk, yeniden anımsama ibadetidir. fui, non sum, non curo. işte benim sloganım: ölülerimizi unutmalıyız.

ölmek ne basit! ölüm iyi bir şey, yalnızca körlerin ölümden ödü patlar.

ölüler ölü olmaktan acı çekmezler, yalnızca yaşayanlar yaşadıkları için acı çekerler.

ölümü, bir sevgiliyi bekler gibi bekliyorum.

14.01.2015

din

tom robbins

dünyada dökülen kanlar çoğunlukla dinsel kavgaların sonucudur.

insanların çektiği acıların en büyük kaynağı dindir. din sadece kitlelerin afyonu değil, siyanürüdür de.

din yalnızca bölen ve zulmeden değil, insanlarda tanrısal ne varsa inkar eden bir şeydir aynı zamanda; ruhun boğulmasıdır.

eğer tanrı yahut ülke adına işleniyorsa, ne kadar iğrenç olursa olsun, kamuoyunun bağışlamayacağı hiçbir suç yoktur.

cehennem her şeyden korkmaktır. cennetse korkmayı reddetmektir.

din, kurumlaşmış mistisizmden başka bir şey değildir. bu işteki bityeniğiyse şudur: mistisizm, kurumlaşmaya hiç elverişli değildir. mistisizmi örgütlemeye çalıştığımız anda onun özünü yok ederiz. öyleyse din, mistikliğin yok edildiği yahut en aza indirgendiği mistisizmdir.

organize din, insanların ikinci el fikirler dışında bir şey düşünmelerine engel olur. onları ikinci el bir hayata mahkum eder. dinin totaliter politikalarla ortak yönü budur. nazi almanyası, engizisyon, stalinizm, haçlılar, gerçeğin yerini kişilerin almasına göz yumulduğunda bunlar olmuştur işte.

ırk, din ya da kişisel ilim irfan düzeyleri ne olursa olsun, hiç kimsenin ölümden sonra bir yaşamın var olup olmadığını bilmediği herkes için apaçık bir gerçektir.

güçlenmesine seyirci kalırsan dindarca dogmalar büyüyü daima kovar.

öteki dünyadaki yaşamı vurgulamak, yaşamı inkar etmektir. kafayı cennete takmak, cehennemi yaratmaktır.

bir din kurmak, bir dilek kuyusuna para atmanın ya da bir köprüden tükürmenin karmaşık bir versiyonudur. insanlarda, boşlukları doldurmak istemek gibi, doğalarından gelen batıl bir dürtü var.

küçükken verilmiş olan din eğitimi bir tür çocuk istismarıdır.

ölüme yakın

orhan veli kanık


akşamüstüne doğru, kış vakti
bir hasta odasının penceresinde
yalnız bende değil yalnızlık hali
deniz de karanlık gökyüzü de
bir acayip kuşların hali

bakma fakirmişim, kimsesizmişim
-akşamüstüne doğru, kış vakti-
benim de sevdalar geçti başımdan
şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış
zamanla anlıyor insan dünyayı

ölürüz diye mi üzülüyoruz
ne ettik, ne gördük şu fani dünyada
kötülükten gayrı

ölünce kirlerimizden temizlenir
ölünce biz de iyi adam oluruz
şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış
hepsini unuturuz

12.01.2015

dönüş

murathan mungan


elim çoktan düşmüş kalbimin üzerinden
gözlerim yabancı hatırladıklarına
üzeri tırnak izleriyle kaplı bakır çanın
dağıtacağı hiçbir sis kalmamış oysa
ne burada ne hayatımda
dibi görünen bir sarnıcın çiğ kuraklığıyla
bakıyor gözlerim anlamından çıplak kalmış dünyaya
neden dönüşler loş zamanlara saklanır
neden kimse yola çıktığı gibi dönmez geriye

insan

balzac

fosforun biraz eksik ya da fazla oluşunun bir insanı dâhi ya da budala, erdemli ya da cani haline getirdiğini biliyor musunuz?

insan bir ecza kabına benzer. budala, fosfor ya da herhangi bir elektromanyetik madde açısından beyni en yoksul olan insandır. beyninde gereğinden fazla bu maddelerden bulunan kişilere de deli deriz. ortalama insanda bu maddeler azdır, kafası uygun miktarlarıyla doymuş kişiyse dâhidir. durmadan sevdalanan insanlar, hamallar, dans meraklıları, oburlar elektrik aygıtlarının gücünü yerinde kullanmayan kişilerdir.

ozanı ozan yapan görüş gücüyle bilgini bilgin yapan çıkarsama gücü, sıradan insanın ruhsal olaylar sınırına soktuğu ama aslında fiziksel olaylardan başka birşey olmayan, gözle görülmez, elle tutulmaz, ölçüye tartıya gelmez birtakım yakınlıklara ve benzerliklere dayanır. kâhin görür ve sonuç çıkarır. ne yazık ki bu tür yakınlıklara çok ender rastlanır, çözümleme ya da gözleme gelmeyecek kadar da belirsizdirler.

11.01.2015

keder

ahmet oktay



çok ayaklı bir kuştur keder
çaresiz, acılı, konuşkan
işi gücü kendiyle buluşmak
ve ansızın kalkıp damların üstünden
birbirleriyle buluşmak

10.01.2015

oyalanma

octavio paz

oyalanma, bizim her zamanki halimizdir. hep kendinden dışarda, günlük çalkantı içinde yitmiş, tatsız ve anlamsız demek olan oyalanma. binlerce şey dikkatimize çarpar; ama hiçbirini yakalayamayız; yaşam böylece parmaklarımız arasından kayan kum, beynimizi kaplayan duman olur. eğer edimlerimizi ve düşüncelerimizi yoklamak cesaretini gösterebilseydik, suçlu olduğumuzu; ama ödenmemiş suçlardan dolayı değil, küçücük dönekliklerin, gerek kendimize gerek başkalarına karşı ufak ihanetlerin izlediği, sayısız ve anlık istek ve kıskançlıklardan dolayı suçlu olduğumuzu itiraf etmemiz gerekirdi. ama dün yaptıklarımızı bile anımsayabiliyor muyuz? günahımız dağınıklık ise cezamız unutmadır.

9.01.2015

uygarlık

sigmund freud: uygarlığımız içgüdülerin bastırılması temeli üzerine kurulmuştur.

erich fromm: bir yanda çok güzel şeyler yaratırken bir yanda da kendimizi, bu büyük çabaya değer kişiler durumuna getiremedik. bizimki, kardeşlik, sevgi ve mutluluk içinde bir yaşam değil, ruhsal kargaşa ve şaşkınlıktır.

schiller: eğlence emekten, araç amaçtan, çaba mükafatlandırmadan koparılmıştır. bütünün sadece bir tek küçük bölümü içinde sınırlanmış olan insan, kendini sadece bir parça durumuna getirir; yalnızca, kendi çevirdiği çarkın tekdüze uğultusunu duymaktan, kendi varlığının armonisini hiçbir zaman geliştiremez ve kendi yapısındaki insanlığa biçim vereceği yerde sadece mesleğinin, biliminin bir kopyası durumuna gelir.

c.b. chisholm: ağır iş, atalarımızın daima belirtmiş olduğu gibi bir bela olmaktan çıkarılmış, bir erdem durumuna getirilmiştir. çocuklarımız, kendi çocuklarını, bir nevrotik zorunluluk olarak çalışmak zorunda kalmayacak biçimde yetiştirmeye hazırlanmalıdır. çalışma zorunluluğu bir nevrotik belirtidir. bir dayanak noktasıdır. bu tür bir zorunluluk duymak, kişinin çalışması için herhangi belirli bir ihtiyaç olmadığı halde, kendini değerli görmek için yaptığı bir atılımdır.

sigmund freud: şu anda uygar dünyaya yayılmasına göz yumulan muazzam gaddarlığı, zulmü, yalancılığı düşünün. bir avuç koltuk heveslisinin, bir avuç yozlaşmış insanın, peşlerinden gelenler de suçlu olmadıkları takdirde bu kötülüğü salıverebileceklerine gerçekten inanıyor musunuz?

güçler

ursula k. le guin

soylu sözler de insana nasıl mutsuz olacağını öğretebilir. hayatlarımızı üzerine inşa ettiğimiz o sağlam inanç temelini bir kez yerinden kaldırırsan bir şey kalmaz. sadece kelimeler! debdebeli, boş kelimeler. insan sadece kelimelerle yaşayamaz. sadece inanç insana yaşam ve huzur verir.

insan, kahin gözünün gördüğü yere gitmekten kurtulamaz.

insanlar genellikle bir işin nasıl yapıldığını yapandan daha iyi bilirler; bir de yol gösterirler; o yüzden işi yapanın kendi fikrini kendine saklamasında fayda vardır.

ancak ahmaklar talihten fazlasını bildiklerini sanırlar.

savaş tehdidi ve varlığı sıradan meselelere bir gerginlik, bir heyecan ışıltısı katar. belki de erkekler kendilerini önemli hissetmek için savaşa bel bağlıyorlardır; tıpkı politikaya da bel bağladıkları gibi; belki de şiddet ve yıkım ihtimali, normalde küçük gördükleri ev yaşantısına sathi bir çekicilik veriyordur. kendilerini böyle önemli hissetme ihtiyacında olmayan ve bu horgörüyü paylaşmayan kadınlar genellikle savaşın erdem ve gerekliliğini anlayamazlar; ama onlar da bu sathi çekiciliğe kapılabilirler ve cesaretin güzelliğine bayılırlar.

adalet tanrıların elinde; ölümlü eller ise sadece merhamet ve kılıcı tutar.

zemheri gecesinin karanlığında
şafağı arar gözlerimiz
keskin soğuğun kollarında
güneşe hasret yüreğimiz
böyle kör, böyle tutsakken ruhumuz
sesleniriz sana
gel bize ışık ol, ateş ol, hayat ol
hürriyet

efendilerinden daha akıllı olma. pahalıya mal olur.

zihnin ihtiyaç duyduğunu öğrenme ve istediğini düşünme gücünden başka nedir ki hürriyet? insanın bedeni zincirlenmiş bile olsa zihninde filozofların düşünceleri ve şairlerin kelimeleri varsa zincirlerinden kurtulabilir, ulular arasında yürüyebilir.

yalana inanmak, yalan bir hayat yaşamaktır.

insanların nasıl hür olunacağını öğrenmeleri lazım. köle olmak kolaydır. hür bir insan olmak için kafanı kullanman lazım.

aradıkça artan, ruhu güçlendiren üç şey: aşk, öğrenmek, hürriyet.

8.01.2015

yeni bir paradigma

alain touraine

egemenlik ilişkilerinin ortak özelliği, kendilerini doğalmış -yani dayatılmamış- gibi göstermektir.

küreselleşme fikri başlı başına, her tür dış etkiden bağımsız, gücü tüm toplum üzerinde etkili uç noktada bir kapitalizmi kurma istenci taşımaktaydı. onca coşkunun ve onca itirazın kaynağı işte bu sınırsız kapitalizm ideolojisidir.

her şey bir ölüm kalım meselesi haline geldiğinde, kamusal müdahaleler sorunları çözmeye yeterli olmaz.

toplumbilim, en büyük başarılarını toplumsal aktörlerin yanılgılarını ortaya koyarak, onlara bir özgürlük görünümünün arkasında saklı birtakım toplumsal düzeneklerin davranışlarımızı belirlediğini göstererek elde etmiştir. toplumsal kökeninizin ne olduğunu söyleyin, eğitim sisteminde ne okuyazağınızı, nasıl okuyacağınızı anlatayım size. mesleğinizi ve gelirinizi söyleyin, her zaman bağlı kalmasanız da ussal siyasal tercihinizin ne olduğunu söyleyeyim size.

modernlik, toplumsal olaylara toplumsal olmayan temeller vermesiyle, toplumun kendi içlerinde toplumsal olmayan birtakım ilkelere ya da değerlere bağımlılığını gerektiriyor olmasıyla tanımlanır.

özne, özgürleştirici bir sözden çok, genellikle özneye somut bir varoluş kazandırmakla birlikte onu, bir tanrı'nın, halkın ya da özgürlüğün ve eşitliğin adına erki ele geçirmiş ve lenin'in 1917 sonundan itibaren yaptığı gibi kişisel özgürlükleri sessizliğe indirgemiş dinsel, siyasal ve toplumsal hareketlerin iyi bilinen örneği doğrultusunda devirmekle tehdit eden düzenli güçlere karşı kendini savaşımlarıyla ortaya koyan bir eylem ve bir bilinçtir.

bütün toplumsal egemenlik biçimleri karşısında en iyi savunmayı, özne fikrine bağlı insan hakları fikri sunar.

toplumsal yaşam, liberal biçiminde ayarsız bir pazara indirgenir. herkes bir ürünü elde etmek için birbirini iter, üstelik bunu iyi bir iş olarak tanımlar. bu genelleşmiş rekabet artık genel çıkara başvurmayan çıkar gruplarını ve loncacıklarını besler.

toplum fikrinin yıkılması bizi bir felaketten ancak özne fikrinin kurulmasına, ne kazancı, ne erki ne de utkuyu arayan, yalnızca her insanın onurlu yaşama hakkını ve layık olduğu saygıyı ortaya koyan bir eylem arayışına götürüyorsa kurtarır.

okul, toplumsal eşitsizlikleri aktarır.

özne, dünyada yaşara ama dünyaya ait değildir. işte bu yüzden özne fikri ırkçılığa karşı alabildiğine güçlü bir silahtır. toplumsal ya da ulusal bir grup kendini mutlak iyiyle, bir tanrıyla, gelecekle ya da ilerlemeyle özdeşleştirdiğinde kendi kendisinin tersini de yaratmaktadır. bir tanrıya inanmak, bir şeytana ya da başka herhangi bir kötülük ilkesine inanmayı da içerir.

ilerleme diye adlandırılabilecek şey, merkez ile çevrenin, buluş ile geleneğin, modernlik ile bir modernleşme yolunda üstlenilen mirasların olası bağdaşımının tanınmasıyla ölçülür.

yeni çözümler ancak, din olsun, dil olsun ya da giyim şekli olsun, birçok kültürün tanınmasında bulunabilir. kültürlerin çoğulculuğu, hareket hızı giderek artan bir dünyada bir gerekliliktir. hiçbir önlem, uluslararası değiş tokuşların hızlı artışıyla bağdaştırılan göçebeliği durduramaz.

patik yap kunduracı

ziya osman saba



patik yap kunduracı, bol bol patik
bebeler için, ilk adımı atacak
çocuklar için, koşacak oynayacak
terzi abla, mini mini elbise dik
yazlık, kışlık, mevsimlik
saçlarına kurdela, bileklerine bilezik
ama şu dünya hali, bin türlü kaza, bela
ama bunca hastalık, gıdasızlık, verem
tabutçu, ölçünü büyük tut, büyük
çocukların öldüğünü istemem

7.01.2015

mülkiyet nedir?

pierre-joseph proudhon

mülkiyet hırsızlıktır.

hakikat şüphededir, en iyi tanım hiçbir şeyi tanımlamayandır.

pierre charon: her haberi düşünmeden benimseyenler, derleyip toplayanlar, her söylentiyi hak belleyenler, bir yenilik rüzgarı ya da çanıyla, havuzun sesine üşüşen sinekler gibi bir araya toplanıverirler.

"düşmana karşı hak aramanın sonu yoktur."

en yanlış yargılar bile daima bazı doğru çıkarımlara yetebilecek oranda bir gerçeklik barındırırlar. 

nasıl ki yolcu, üzerinden geçtiği yolu sahiplenmiyorsa, işçi de ektiği tarlayı sahiplenmez. 

açtığım, ektiğim, üzerine evimi bina ettiğim, beni, ailemi ve sürümü doyuran tarla üzerinde önce ihraz eden [kazanan] vasfıyla, çalışan vasfıyla, bana payımı bahşeden toplumsal sözleşmeye binaen zilyet [hakim] olabilirim. fakat bu vasıflardan hiçbiri bana mutlak mülkiyet hakkı vermez. çünkü ihraz hakkına başvursam, toplum bana "ben senden önce ihraz ettim" diyebilir; tarla üzerindeki emeğimi öne sürsem, "sadece bu şartla zilyet olabilirsin" diyecektir; sözleşmeden bahsedecek olsam, "o sözleşmeler sana sadece kullanma hakkını veriyor" diyecektir.

j.j. rousseau: her gün gördüğümüz şeyi gözlemleyebilmek için enikonu felsefeye dalmak gerekir.

mülkiyet insanı kısırlaştırır, sonra da onu kuru bir odun ve meyvesiz bir ağaç olmakla suçlar.

yanlışların ve suçların yeni yanlışlara ve suçlara yol açması gibi hakikatler de yeni hakikatleri doğururlar.

jeam de rond d'alembert: hayatın sıradan gerçeklerine dikkat çekilmediği sürece insanlar bu gerçeklere karşı duyarsızdır.

boş kayık

osho

hiç kimse olmak dünyadaki en zor, en imkansız, en sıradışı şeydir.

en büyük nezaket her türlü resmiyetten uzaktır. kusursuz davranış endişeden uzaktır. kusursuz bilgelik plansızdır. kusursuz sevgi gösterişsizdir. kusursuz samimiyet sunmaz en ufak güvence.

aydınlanmış bir insanı takip edemezsin; çünkü hiç iz bırakmaz, ayak izleri yoktur. gökyüzündeki bir kuş gibidir, ilerler ama hiçbir iz kalmaz. hiçbir bilge senin onu takip etmeni istemez. daima zikzak çizerek ilerlediği için peşinden gidemezsin. onu takip etmeye çalıştığın takdirde gözden kaçıracaksın.

şöyle dedi bir bilge: "kendinden hoşnut olan önemsiz bir iş yapmıştır. başarı başlangıcıdır başarısızlığın, ün başlangıcıdır gözden düşmenin."

kim kendini başarıdan uzak tutabilir ve ünden, alçalabilir ve kaybolabilir insan yığınlarının ortasında? tao gibi akacaktır o insan, görünmeden, dolaşacaktır yaşamın kendisi gibi isimsiz ve evsiz. basittir o insan, ayrım gözetmeden. dış görünüşe bakılırsa aptalın tekidir. adımları hiçbir iz bırakmaz. güç sahibi değildir. hiçbir başarısı yoktur, şöhret sahibi değildir. kimseyi yargılamadığı için kimse de onu yargılamaz. böyledir kusursuz insan: kayığı boştur.

halk biliminde tilki zihnin, zekanın, mantığın sembolüdür. tilkiler büyük mantıkçılardır.

sözde dindar yalnızca sana kınayıcı bir gözle bakmak için, senin günahkâr olduğunu söyleyebilsin diye dindardır.

gerçekten uyum içinde, içsel dünyada gerçekten zengin olduğunda, gösterişle ilgilenmezsin. para için mücadele etmez ve yoksulluğu erdem haline getirmez. kendi yoluna gider başkalarına bel bağlamadan, ve gurur duymaz kendisiyle yalnız yürüdü diye.

ancak polis hırsızları bulabilir; çünkü birbirlerini anlarlar. polisin bakışıyla hırsızın bakışı farklı değildir. polis hükümetin hizmetindeki hırsızdır. onların kafası, onların düşünce şekli aynıdır, sadece onların efendileri farklıdır. hırsız kendi yararına çalışır, polis devletin hizmetindedir; fakat ikisi de hırsızdır. bu yüzden polisler hırsızları yakalayabilir.

bir hintli bilgeyi hırsız yakalamaya gönderirsen bulamayacaktır; çünkü başkalarını kendisi gibi görecektir.

yaşlı bir adam ölüm döşeğindeymiş, ölüyormuş. oğlunu çağırmış ve "artık ölüyorum, sana sırrımı söylemeliyim. iki şeyi her zaman hatırla: ben bu şekilde başarıya ulaştım. birincisi, bir söz verdiğin takdirde o sözü tut. bedeli ne olursa olsun dürüst ol ve sözünü tut. bu benim kuralım oldu, bu şekilde başarılı oldum. ve ikinci şey, asla hiçbir söz verme!" demiş.

ölüm, ölüm yüzünden değil, sen hiç doğru yaşamadığın için çirkindir. eğer hiç canlı olmadıysan, güzel bir ölümü hak etmemişsindir.

çoğu insan korkak olduğu için erdemlidir.

her şeyden önce bilge bir insan asla tercih yapmaz, tercihsiz yaşar; çünkü sonucun aynı olacağını bilir.

kusursuz insan hayatı eğlence olarak, oyun olarak yaşar. ordular ne yapabilir? bilinçsiz, uykudaki insanlar? uyanmış bir insan hepsine bedeldir.

felsefe hayatın düşmanıdır. bir insanın başına gelebilecek en zararlı şey felsefi açıklamalara saplanıp kalmaktır.

kierkegaard, "konuşmaya başladım, sonra birden bunun faydasız olduğunu fark ettim." der.

ancak küçük zihinler tutarlıdır. zihin ne kadar darsa o kadar tutarlıdır. zihin çok genişse içine her şey girer: ışık oradadır, karanlık oradadır, tanrı oradadır ve şeytan da, bütün ihtişamı içinde.

chuang tzu çok ısrar eder: "uyanık ol ve çok faydalı olma; yoksa insanlar seni sömürür." o zaman seni idare etmeye başlarlar, başın belaya girer. eğer bir şeyler üretebiliyorsan seni hayatın boyunca üretmeye zorlayacaklar. belli bir şeyi yapabiliyorsan, eğer becerikliysen, o zaman boşa harcanmazsın.

başkaları için faydalı olabiliyorsan, o zaman başkaları için yaşamak zorundasın. yararsızsan kimse sana bakmaz, kimse sana dikkat etmez, kimse varlığınla ilgilenmez. tek başına kalırsın. pazar yerinde himalayalar'da yaşıyormuş gibi yaşarsın. o tek başınalıkta büyürsün. bütün enerjin içe döner.

mutlu olduğun zamanlarda asla "mutluluğun amacı nedir?" diye sormadığını hiç fark ettin mi? âşıkken hiç, "bütün bunların ne amacı var?" diye sordun mu? sabah güneşin doğuşunu ve gökyüzünde ok gibi bir kuş sürüsünü gördüğün zaman, "bunun ne amacı var?" diye sordun mu? gece tek başına açan, bütün geceyi rayihasıyla dolduran bir çiçek için "ne amacı var?" diye sordun mu?

ancak bir bilge konuşmaya değerdir. ancak bir bilge dinlemeye değerdir. ancak bir bilge birlikte yaşamaya değerdir.

bilge nedir? boş bir kayık: içinde kelimeler yok, bulutların olmadığı boş bir gökyüzü. ses yok, gürültü yok, kimse deli değil, içeride karmaşa yok, sürekli bir uyum, eşitlik, denge. mevcut değilmiş gibi yaşar. adeta yokmuş gibidir. hareket eder ama içinde hiçbir şey kıpırdamaz. konuşur ama iç sessizliği oradadır. asla altüst olmaz, kelimeleri kullanır ama o kelimeler yalnızca araçtır. o kelimeler yoluyla sana kelimelerin ötesinde bir şey gönderir. eğer sen kelimeleri yakalar ve tutarsan kaçıracaksın.

adolf hitler kavgam'da şöyle der: "hakikatle yalan arasında tek bir fark biliyorum: bir yalan pek çok kez tekrarlandığında hakikat olur."

ancak eziyet ve yıkım yoluyla bir insan nesneye dönüştürülebilir.

yoksul biri zengin olduğunda bütün geçmişini temizlemeye başlar ki bir zamanlar yoksul olduğunu kimse bilmesin. bir zamanlar fakir olduğunu gösteren bütün tanıdıkları bırakır. akrabalarını görmek istemez, geçmişinin hatırlatılmasından hoşlanmaz. geçmişi tamamen bırakır.

öfkelendiğin zamanlar varlığında sızıntılar olur. arzu ettiğin zamanlar varlığında delikler vardır. kıskandığın, nefretle, cinsellikle dolduğun zamanlar bir enerji sütunu değilsindir.

bu nedenle buddha'lar bize arzusuzluğu öğretti; çünkü arzusuz olduğun zaman enerji dışarı doğru hareket etmez, içe doğru hareket eder. içsel bir döngü olur; bir elektrik alanı, biyoelektrik bir alan olur.

alkol seni toplumdan ayırır. bu yüzden toplum alkole daima karşıdır, hükümet alkole daima karşıdır, üniversiteler alkole daima karşıdır, bütün ahlakçılar daima alkole karşıdır; çünkü alkol tehlikelidir. sana toplumun dışına dair bir işaret verir. bu nedenle amerika'da ve batılı ülkelerde uyuşturuculara karşı bunca propaganda var.

planlama delisiyiz. hayatı planlarız, ölümü planlarız ve planlama yoluyla kendiliğindenlik yok edilir, güzellik yok edilir, bütün coşku yok edilir.

şimdiye kadar senin ilişkilerinden hiç iman, hiç güven, hiç sevgi, hiç mutluluk meydana gelmedi. ölüm geldiğinde nasıl yas tutabilirsin? senin yasın sahte olacak. eğer yaşamın sahteyse ölümün de sahte olacak. ve bir tek senin sahte olduğunu sanma! etrafta seninle ilişkisi olan herkes sahte. öyle sahte bir dünyada yaşıyoruz ki, devam edebilmemiz son derece şaşırtıcı.

bakır atlı

puşkin


işte bu, yazgısı senin oğullarının
ey roma, ey çınlayan küre
sevginin şarkıcısı, şarkıcısı tanrıların
söyle sen bana, nedir şan
sin uğultusu, övgü sadası mı
isli bir gölgeliğin altında yoksa
yabanıl bir çingenenin anlatısı mı

o zaman yaşlı adam yaklaşıp dedi
"terk et bizleri sen, mağrur kişi
bizler ilkeliz, yok yasalarımız
sen ilkel baht için doğmamışsın
sen kendine özgürlük diliyorsun yalnız
bize dehşet verir düşünüşün senin
biz korkağız ve iyi ruhumuz
sen kötü ve cesursun -terk et bizleri
elveda, esenlikler seninle olsun."

büyülü gücüyle terennümün
dumanlı belleğimde benim
böyle canlanıyor görünümü
bazı aydın, bazı kederli günlerin

irkildi. durulanıverdi
ürkünç, derininde düşünceler
taşkınların köpürdüğü, öfkeyle başkaldıran
yırtıcı dalgaların çevresinde
yığıldığı o yeri bir anda tanıdı
aslanları, o meydanı ve meydanda
karanlığın içinde bakırdan başıyla
kımıltısız yükselip duranı
onu, işte o uğursuz iradesiyle
denizin dibinde kent kurulanı
korkunç o, karanlığının alaca ağılında
nasıl bir düşünce toplanmış o alında
ne kadar gizli güç onda barınır