31.10.2014

uzun lafın kısası

cicero: kamu esenliği en büyük yasadır.

samuel johnson: vatanseverlik alçakların son sığınağıdır.

boethius: iyi olan her şeyle dolup taşmak, başkasına gerek duymadan sadece kendi kendine yetmek, mutluluğu gerçekleştirecek tek şeydir.

wittgenstein: bu dünyada acayip şeyler olduğunu biliyorum. hayatımda tam manasıyla öğrendiğim üç beş şeyden biridir bu.

henrik ibsen: bir görüş, bir ideal hiçbir zaman açlığı ve susuzluğu gidermemiştir.

william s. burroughs: eğer dindar bir orospu çocuğuyla iş yapıyorsanız her şeyi belgeleyin. onun sözü beş para etmez. yüce efendisi ona sizi bu anlaşmada nasıl becereceğini söylerken, bu mümkün değildir.

la rochefoucauld: nehirler nasıl denize dökülürlerse, erdemler de menfaat denizinde öyle kaybolurlar.

alain de botton: sevgi, bir kişinin başka bir kişinin varlığına gösterdiği saygı ve hassasiyettir.

paul auster: insanlar, inanmaları istenilen şeylere inanırlar.

tahsin yücel: en olmayacak zırvaları yüksek yöneticiler, yüksek din adamları ve ünlü filozoflar üretir.

michel foucault: iktidarın olduğu yerde direniş de vardır.

andreas ady: kimse bizi gerçek yüzümüzle tanıyamaz; birey, kendisine değin eşi bulunmayan, kendisinden sonra da yinelenmesi olanaksız, tek bir varlıktır. yaşamı boyunca bu yalnızlığın acısını çeker, ondan kaçmaya çabalar; ancak bunu hiçbir zaman başaramaz.

30.10.2014

dexter

uzun mesafe ilişkileri asla yürümez. filmlerde bile.

"seninle kimse başa çıkamaz. senden başka kimsenin var olması için yer bırakmıyorsun."

ateşin içinden geçtim ve küllerimden yeniden doğdum. yine. daha büyük bir gücün varlığına pek de inanan biri olmadım asla. ama eğer emin olmasaydım yaptığım şeyi yapmaya devam etmemi isteyen bir gücün varlığına inanmak zorunda kalırdım.

bizim gibi insanlar bir yere ait değildirler. her yerde misafirizdir.

kadınlar erkeklerden farklıdır. her şeyi farklı deneyimlerler. fiziksel olarak birisiyle beraber olduklarında kendilerini bağlanmış hissederler. ve sen bağlanmış değilsen bunu hemen hissederler. o an bütünüyle meydanda olduğun için bunu sezerler.

hiçbir şey sonsuza dek sürmez.

kötü rüyalarım yoktur. uyuduğumda tüm benliğim ile uyurum. dexter'ın gecesini hiçbir şey bozamaz. vicdan azabı, şüphe, pişmanlık hissettiğim hiç olmadı.

neden ihtiyacın olduğu zaman şehirde bir sirk olmaz?

yaş günleri konusunda yanılmışım. belki de onları kutlama sebebi sundukları şeydir. bir yaş gününü daha görecek kadar yaşama ümidi.

"mutlu ailelerin hepsi birbirine benzer." (tolstoy)

işte böyle yapılıyor. birisi resmini çekerken gülümsüyorsun. mutlu olup olmaman fark etmez. uyum sağlamak için.

29.10.2014

gone girl

david fincher

"birbirimize ne yaptık?"

en mutlu çift siz değilseniz beraber olmanın ne anlamı var?

herkes bize defalarca söylemişti evlilik emek ister diye. hoşgörü ve çok emek. "ey bu kapıdan girenler, bırakınız her türlü ümidi."

evliliğinizin ne kadar dayanıklı olduğunu test etmek ister misiniz? denkleme bir ekonomik kriz ekleyin ve iki iş çıkarın. son derece etkili.

asla onlar gibi olmayacağımıza söz ver. tanıdığımız o berbat çiftler gibi. kocalarını eğitilecek ve gösteriş için kullanılacak birer maymun gibi gören kadınlar. eşlerini atlatılacak ve uzak durulacak birer trafik polisi gibi gören kocalar.

iki insan birbirini sevdiği halde ilişkilerini yürütemiyorsa işte asıl trajedi budur.

28.10.2014

aşksız ilişkiler

samuel beckett

bir uşağın yüce düşünceleri yoktur.

eski günlerimi ilgisizlikle anımsadığımda, usum ilgisiz, belleğim hüzünlü. us duyduğu ilgisizlik dışında da ilgisiz, oysa bellek, duyduğu hüzün dışında kederli değil.

erkeklerin cesareti kadınlara yeteneğin bir göstergesi gibi gelir.

düşen birini tanımadım hiç. o kadar da insan gördüm.

mezarcı ayakta düşüncelere dalmıştı. kemikler gibi ışıldayan ve iç geçiren mezar taşlarının eşliğinde, ay görevde parıldıyor, deniz kadının düşlerinde dalgalanıyor ve geri çekiliyor, tepeler art alanda bir attika uyanıklığında gözlemde bulunuyordu, mezarcı sahneyi ilk bakışta hangi biçimde tanımlamanın daha doğru olacağına karar vermekte güçlük çekiyordu; romantik mi yoksa klasik miydi? her iki unsur da bolca bir arada bulunuyordu, bu tartışma götürmezdi. belki de klasikoromantik demek en doğrusuydu. klasikoromantik bir sahne.

"neşeli çıkışın hüzünlüdür dönüşü."

adam kendini dingin ve düşünceli hissediyordu. klasikoromantik bir emekçiydi öyleyse. gülün güle söylediği sözler uçuşuyordu kafasında: hiçbir bahçıvan ölmemişti, virgül, gülle dolu bir bellek içinde. kısa bir süre şarkı söyledi, birasından içti, bir gözyaşı damlası süzüldü gözlerinden, rahatlattı kendini. yaşam böyle işte.

serenatlar

ercüment behzat lav



sen benim nemsin
rüyalarım mısın
aşklarım mısın
azaplarım mı
yoksa sen
gecesefası mısın içimdeki

afyon mudur sesin
duman mıdır su mudur
meltem midir
yoksa
götüren midir bizi
alıp kendimizden

sen bir asmasın
küpe salkımlarınla asma bellim

elim değmesin
değmesin dilim sana asma bellim

küpe salkımlarında kütür kütür
buğulu üzüm başlar asma bellim

niye kendini sevdiğin zamanlar
daha olmadan başkasının
öper dudakların suda
dudaklarını

niye sana benziyor köpükler
güneşe sarılırken
niye şu bulut kaçırmıyor seni
kaçmıyor senden balıklar
niye çarpınca martılar sana kanat
niye ağzımda yüreğim
niye içerim göz göz
niye gözlerim pervane

katırtırnakları bakar engine
arasından otların
üfürünce bayırlarda rüzgar eteklerini
sular imrenir bacaklarına
mavi ürpermeler başlar derisinde denizin
sen katırtırnaklarına eğilirken

kalbim
top
bu topu
yıldızlara mı atsam
sana mı atsam
sana atsam
tutabilir misin

taksam yıldızları boynuna
basarak bulutlara yürüsek
başında aydan bir tarak

uçursalar bizi ankalar
rüya cennetlerine
bir yıldıza takılıp
aksak durmadan

korkutmuyor beni
seni sevmekle
ölüme susamak arasındaki ilişki
seni dondurup yakan seni
eşi bendekinin

resminden çıkarak
yanıma uzandığın geceler çoktur
odamın her köşesinden bakan gözlerinle
sabahladıklarımsa
yıldızlarca

bir ihtilal kadar güzel başlım
levantin kokulu sesler üflüyor
ilahlar soytarısı
frigyalı marsiyas
altın tozu serpilmiş siyahlıkta

düşünüyor bir yaprak
üstünde bir çitin
şimdi yalnızız
sakın ürperme

bana çok yakınsın
çok uzak belki
anılar çıngırak
ay parmaklarınla çalarak
saçlarından harpını
dünyamızdan çıksak

örtünüp çıplak beyazlığını
sütünü emsem güzelliğinin

dereceleri var mıdır hazzın
düşündüm bulamadım

yarın da benim olabilmen için
ıstırap çekiyorum şimdiden
beni hangi tabu sevdaya sürüklüyor
sana dokununca
öleceği

göğsümün içinde
bir ateş yuvarlaksın
dönüyor
beni yakıyorsun

ölümü düşündükçe
karanlığın ürküsünü içer gözlerin
ama ay
vurunca ay memelerine
yakar seni tutku dondurur

bir kitap bir mendil
şurada bir kemer
eşyada kokun
helyotrop

sen şu dakikada bir başkasının olabilirsin
gözlerin damla mıdır ki düşer
gözlerimden akşamla

bal ışınları gözlerinin
aktı gözlere
bir soluk mu dolaştı
ışık tellerinde saçlarının

pusuya düşürmesen
içimdeki hayvanı geceleri
o
homurdanmaz sabaha kadar
bana geceleri gel
ıtırlaştığı anda hazların

uçurabilsek
bütün yaşamı
tek yaratık gibi
içimizdeki antenlerden

bana sarılman
ay ışığında
gümüş yılanın kayışı
tenin
buzlu kabuğu üzümün

gözlerinle sarılır
gözlerinle geçersin kendinden
bir sazın kaburgasındaki titreyişsin
ne zaman başladığını bilmediğimiz
ne zaman biteceğini

ışık kadar çıplak ol
haz kadar uçucu
ama bir yıldızın
gümüş boynuzlarından
kollarıma düş

26.10.2014

sefahat

charles baudelaire

bir sefahat aleminden sonra kendini daha yalnız, daha bırakılmış görür kişi.

kaplumbağa kabuğu gibi sert tenler vardır, ne intikam işler onlara ne aşağılama.

her şeyden, yoksulluktan, hastalıktan, kaygıdan kurtulmak için gereken tek şey çalışma zevkidir.

para kazanmanın tek yolu ilgisiz bir tutumla çalışmaktır.

devrim, kurban verme yoluyla, boş inancı haklı çıkarır.

yalnızca haydutlar inanmışlardır. neye mi? başarmaları gerektiğine. başarırlar da.

saygıya değer üç varlık var: keşiş, savaşçı, ozan. bilmek, öldürmek ve yaratmak. öteki insanlar angaryacı sürüsüdür, kırbaçlanmak üzere yaratılmışlardır, meslek denilen şeyleri uygulamak için.

insanın kendi kendisi için büyük bir insan ve bir ermiş olması, işte en önemli şey.

yararlı bir adam olmak bana hep iğrenç gelmiştir.

bu pis dünyada yolunu yitirmiş, kalabalıklarca itilip kakılmış yorgun bir adamım ben. gözümün geride, geçmiş derin yıllara baktığında gördüğü yalnızca yanılsama ve üzüntü; ilerde gördüğüyse bir fırtına yalnız, içinde hiçbir şey bulunmayan, ne ders ne acı.

23.10.2014

inferno

ilhan berk

şiir sürgünlüktür.

dokunma bitimsiz, uçsuz bucaksız fırtınalı bir yolculuktur.

d.h. lawrence: insan bedeni utançla saklama yerine saygıyla yüceltilecek bir tapınaktır.

epikuros: et için hazların sınırı yoktur.

umberto eco: asıl gizem varoluş değildir, varolmayıştır. erotizm de aşk gibi gerçekleşmemektir. aşkın kendisi gibi de olanaksızlıklar yuvasıdır.

fernando pessoa: asıl çöl "ben"dir.

andre breton: erotizm insana yaraşan tek sanattır.

sigmund freud: düş, bir isteğin gerçekleşmesidir.

andre breton: şiir usun bir bozgunluğu olmalıdır.

anlam, bir bakıma güzelliğin yaratılmasından başka bir şey değildir. bir şiir, bir köğük güzelse anlamlıdır.

stendhal: benim işim yaşamak değil yazmaktır.

t.s. eliot: büyük bir şiir bir başka büyük şiiri anımsatmadıkça büyük olamaz.

şiir gerisinde gizli bir tarih bırakır.

akılla yazılan şiir on para etmez.

jose ortega y gasset: günümüzde şiir, eğretilemelerin yüksek cebiridir.

jacques derrida: uzaklık kadının etkinliğinin ögesidir.

duvarcılar dünyanın en sessiz, en güzel insanlarıdır. taşlara benzerler; taşlar gibi yalın, sade, güzel. bir de şairlere. şairler gibi çilekeş, sabırlı; gene şairler gibi güzel işlerin adamıdırlar. 

andre breton: şiir yatakta yapılır.

emmanuel levinas: en iyi karşılaşma biçimi gözlerin rengini bile fark etmemektir.

gustave flaubert: her olağan nesnede tansıklı öyküler gizlidir.

şiir dilin belini getirmektir.

"nasıl resim yapıyorsunuz?" sorusuna, "erkeklik organımla!" yanıtını verir renoir.

francis ponge: sessiz dünya bizim asıl dünyamızdır.

ludwig wittgenstein: ancak nesneler varsa dünyanın belirgin bir biçimi vardır.

gerçeklik tutunabileceğimiz tek daldır.

21.10.2014

okumak

northrop frye: kitaplar, içlerinde yaşanmak içindir.

bertrand russell: hayatım boyunca, bana hep insanın akılcı bir hayvan olduğu söylendi. bunca yıl boyunca, bir kere bile bunun böyle olduğuna ilişkin bir kanıt bulabilmiş değilim.

henry david thoreau: ilkeden, hakkın algılanması ve yerine getirilmesinden doğan eylem, şeyleri ve ilişkileri değiştirir; temelde devrimcidir ve daha önce olmuş olan hiçbir şeyden tam olarak ibaret değildir. sadece devletleri ve kiliseleri bölmekle kalmaz, aileleri de böler; evet, bireyi böler, ondaki şeytani ile ilahiyi birbirinden ayırır.

g.k. chesterton: her sıradan kitabın içinde bir yere, gerçekte bütün geri kalanının onlar için yazıldığı beş ya da altı kelime gömülmüştür.

somerset maugham: iyi bir kitap yazmanın üç kuralı var. ne yazık ki, kimse ne olduklarını bilmiyor.

thomas browne: hiç kimse sadece kendisi değildir; pek azı o adı taşısa da pek çok diyojen ve pek çok timon olmuştur. insanlar tekrar tekrar yaşanır, dünya geçmiş çağlarda nasılsa şimdi gene öyledir.

northrop frye: yoz bir ağaç ancak yoz meyveler verebilir ve savaştan, bu kötücül, canavarca dehşetten bir iyilik çıkartılabileceği fikri, ne kadar acınası ve hüzünlü olsa da, habis bir ilüzyondur.

cervantes: tarih, hakikatin annesidir; zamanın rakibi, edimler deposu, geçmişin tanığı, şimdinin örneği ve modeli, gelecekteki bütün çağlara bir uyarıdır.

isaac babel: hiçbir demir, kalbi tam yerine konmuş bir noktanın kuvvetiyle hançerleyemez.

20.10.2014

beyaz dünya

andrew mcgahan

ilk öğrenmen gereken şey, her an tam olarak nerede bulunduğunu bilmen gerektiğidir. bunu sakın unutma.

toprağın gerçek anlamda hayat bulabilmesi için birine ait olması gerekir. onu duyabilecek, görebilecek ve hakkında her şeyi -nereden gelip nereye gittiğini- anlayabilecek bir insana ihtiyaç duyar. yoksa basit bir toprak parçasından ibarettir.

bazı insanlar başarısız olmaya mahkumdur.

keşfetmek yeterli değildir. harika bir şey yapmak yeterli değildir. bir anlam ifade etmesi için bu yapılanları birilerinin bilmesi gerekir. dünyada her ne yaparsan yap, arkanda bunu hatırlayan en az bir kişi bırakman gerekir.

18.10.2014

anima mundi

susanna tamaro

kendinden öte hiçbir şey yoktur. şeytan diye adlandırdığın, senin güvensizliklerin, çocukluğundan beri peşinde sürüklediğin korkulardır.

sevgi özendir.

gerçekten bana ait olduğunu hissettiğim tek duygu, yanıtı olmayan sorulara karşı duyduğum öfkedir.

en büyük ve en korkunç karşıtlık şudur ki, insanlar her şeyden çok farklı olmaktan korkarlar ve buna karşın dünyaya çocuk getirmeyi sürdürürler. ama bir evlat her zaman farklı bir şeydir. ve bu da kendi çorbana kattığın zehirdir.

cehennemin yolu iyi niyet taşlarıyla döşelidir.

büyük canilerin yaşamlarını okurken şaşırmamaya alıştım: gündüz bir halkın tümünü kıyımdan geçiren katiller, akşam saksıdaki çiçelerini suluyor, yuvasından düşen bir kuş için gözyaşı döküyordu.

üniformasız öldürürsen katil olursun, öldürürken üstünde üniforma varsa bir madalyayı hak edersin.

söylemek ve yapmak arasında kocaman bir deniz vardır.

sözcükler tek başlarına insanı kırmaz. insanı yaralayan, sözcüklerin arkasına saklanan ikiyüzlülüktür.

evlatlar iyilerse babaya aittirler; ama işler yolunda gitmiyorsa bütün bir yaşam boyunca annenin bir uzantısı olarak kalırlar.

aşırı duyarlılık bir pasaport değil, bir tuzaktır. dünya tilkiler, sırtlanlar ve dirsek darbeleriyle doludur. çevreni saran, yalnızca ötekiler gibi olmayışından ötürü oluşan huzursuzluk ve gerginlik olur.

incilerin parıltısı bir yaradan doğar.

vasatlıktan çıkmak için iki yol vardır. bunlardan birincisi sanat, ikincisi eylemdir. ikisi birbirine bağlıdır; ama eylem sanattan üstündür. bunu anlayan tek sanatçı rimbaud'dur. önceleri şiir yazarken sonradan silah satmak üzere afrika'ya gitmiştir.

mutlu olabilmek için farklı bir yolda yürümek yeterlidir.

insan son ebeveynini de yitirince bir anda yapayalnız kalır ve bu yalnızlıkta pek çok şey değişir. artık bir evlat değilsinizdir, kendisine şöyle ya da böyle davranmanız gereken hiç kimse yoktur. doğal düzen içinde ufukta beliren son artık sizin sonunuzdur.

aşk, bütün çıkarcı hesaplardan daha güçlüdür.

yaşam uzun değil, dairevi bir yoldur. istediğin kadar çırpın, sonunda gene aynı noktaya dönersin.

insanoğlu tembeldir, bir yere gidecekse her zaman en kısa yolu seçer. kötülüğe ulaşmak için elini uzatmak yeter; oysa iyilik yapmak için bir çaba gerekir.

nesnelerin değeri pahasıyla değil, yaradıkları işle ölçülür.

yaşam yanlışlıklarla doludur. yalnızca pek az insan ışığı baştan tanır, bütün ötekiler el yordamıyla ilerler, bazıları ruhun sezgisine varsa bile, yine yanılır.

artık insanın nasıl delirdiğini kolayca anlıyorum; yalnız kalmak ve o sesi kesecek düğmeyi bulamamak yeterli.

dünya acının ta kendisi, başka bir şey değil.

17.10.2014

ses

dost körpe

karanlığın içinden adımı fısıldayan, gizliliğin bedenlenmiş sesi oldun hep. ve ortalık aydınlandığında beklentiler kaldı geriye. ruhumun siyahlığın egemenliğindeki boşluğunda sabahın yapraklara ve kuşlara sindiği, topraktan yaşamın kokusunun yükseldiği bir bahçenin penceresini açtın, ve o pencereyi kapadığında, çok güçlü bir ışığın ardından oda karanlığa gömüldüğünde duvarla gözler arasındaki mesafede şekiller oluşturup duran, kişiye özel ışıltılar gibi, mor bir yaşam oluştu yakınlığa en uzak bölgemde. bu morluğun içinde yaşadım haftalarca, seni özleyerek, her yaklaştığında, her dokunduğunda uçsuz bucaksız, ıssız çöllerime yağan yağmurlarla içime sızan yaşamı hissederek. yağmurlarını öyle sevdim ki, kendi güneşimi erteledim yağışlarını biraz daha seyredebilmek için.

dostoyevski

stefan zweig

"tanrı bana bütün hayatım boyunca eziyet etti."

edebiyatın büyük sınır tanımazlarından olan dostoyevski, çağımızda bunların en büyüğüydü ve hiç kimse onun kadar, "sınırsızlık ve sonsuzluk yeryüzünün kendisi kadar gerekliydi." diyen bu atılgan, bu ölçüsüz adam kadar ruhun yeni ülkelerini keşfetmedi. hiçbir yerde durmadı, "her yerde sınırları aştım." diye yazar mektuplarından birinde gururla ve kendi kendini suçlayarak, "her yerde."

onun trajedisi cinsler arasındaki, kadınla erkek arasındaki trajediden daha büyüktür. insan onun kitaplarında yeniden doğrulur; ama kadınlara bakmak için değil, tanrı'sına karşı başı dik yürümek için. 

"her yerde ve her şeyde, hayatım boyunca sınırları aştım."

sibirya'dan bir kadına şöyle yazıyor: "size kendim hakkında şunu söylemek istiyorum ki, ben bu zamanın çocuğu değilim, inançsızlığın ve şüphenin çocuğuyum ben ve muhtemelen, hatta bundan eminim, hayatımın sonuna kadar böyle kalacağım; inanca olan özlemim bana ne kadar ıstırap verdi ve hala vermekte, ki ben inancın aleyhine ne kadar çok kanıt bulursam özlemim de o oranda artıyor."

"ne şartlar altında çalıştığımı bir görseler.. benden kusursuz şaheserler bekliyorlar; oysa ben en acı, en sefil sıkıntılar yüzünden alelacele yazmak zorundayım."

dostoyevski her zaman bir evet ve hayır, kendi kendini alçaltma ve yüceltme, son raddeye vardırılmış bir karşıtlıktır. bu abartılı kibir de sadece abartılı bir alçak gönüllülüğün yansımasıdır; ondaki aşırı halk bilinci sadece aşırı yüklenmiş kişisel hiçlik duygusunun karşıt duygusudur. 

"benim için gerçeklikten daha fantastik ne olabilir ki?"

onun eserine giden yolculuk bizi duygunun bütün araflarından, kötülüklerin cehenneminden, dünyevi acıların bütün basamaklarından geçirir: insanın acısından, insanlığın acısından, sanatçının acısından ve en sonuncusundan, en korkuncundan, tanrı acısından. yol karanlıktır; insan, içinden tutku ve hakikat aşkı ile yanmalıdır, yanlış yollara sapmamak için. onunkine girmeye kalkışmadan önce kendi derinliğimizi baştan sona dolaşmalıyız. o haberciler göndermez; sadece deneyim bizi dostoyevski'ye götürür. ve onun şahitleri yoktur, bedeninde ve zihninde sanatçının şu üç mistik biriminden başka: yüzü, kaderi ve eseri. 

"bütün acıların üstesinden geleceğim, sırf kendi kendime 'varım' diyebilmek için. işkenceler altında kıvransam bile, biliyorum ki 'varım'; ayağımda zincirlerle kürek çekerken hala güneşi görebiliyorum, göremesem bile yaşamaya devam ediyorum ve onun olduğunu biliyorum."

16.10.2014

ayna

oğuz atay

senin aynadan gördüğünü ben duvardan görürüm.

şimdiki gençler başka türlü babacığım; her sözden tek anlam çıkarıyorlar.

sessiz faziletlerin heykeli dikilmiyor.

insan bazı olayları yaşamanın heyecanını kaybedince, aynı olaylar tekrar yaşarken daha ustalaşıyor; yaşamanın akışına kapılmadığı için daha üstün bir yaratıkmış gibi görünüyor başkalarına. oysa duyarlık bitmiş.

eskiden insanımız "kapalı" olduğu için dünyanın farkında değildi. bugün bütün dünyanın "müktesebat"ının korkunçluğunu artık hissettiği için eskiye dönmek istiyor. onu "kaybolan cennet" gibi görüyor.

eric berne: oyun, 'görünür' karşılıklı ilişkinin ruhsal ilişkiyle birlikte ve çelişik durumda var olmasıdır.

ah' diye şikayet eder coşkun; büyük meseleler yüzünden harcamış olsaydım hayatımı; küçük dünya meseleleri yıpratmasaydı beni. iflas etmeden ticareti bırakabilen bir iş adamı gibi davranabilmiş olsaydım.

büyük oyuncular sahnede ölür.

sanayi cansız maddelerle ilgilenir, tarih canlıların bilimidir. 'patetik hata' (yani cansızları hayat dolu olarak hayal etmek) nasıl yanılgıya yol açarsa, 'apathetik hata' da tehlikelidir. bugün özellikle ansiklopedik dil ikinci hatanın belirgin bir örneği oluyor.

türk olarak başka türlü olduğumuzu, barbar ve geri kalmış olmadığımızı hissetmek için batıya karşı çıkıyoruz sanki. biz doğuya da batıya da sahip çıkabiliriz oysa. kültürümüzü zenginleştirecek bu evrensel özelliğimizi belki bilmeden baltalıyoruz. çocukça samimiyetimizi gizlemeye kalkışarak batılı çürümüş diplomatları taklit etmeye çalışıyoruz.

üçüncü yol

balzac

insanoğlu içgüdüsel olarak gerçekleştirdiği iki eylem yüzünden varoluşunun kaynaklarını kurutur. iki eylem ölüme neden olan sebeplerin nasıl şekillendiğini açıklar: istemek ve yapabilmek.

insani faaliyetin bu iki eylemi arasında aklını kullananların yararlandığı ve mutluluğumu, uzun yaşamımı borçlu olduğum bir üçüncü yol daha vardır. istemek içimizi kavurur ve yapabilmek bizi mahveder; ama bilmek zayıf organizmamızı sürekli bir dinginlik içinde tutar.

ben arzu ya da isteği düşüncemle öldürdüm. eylem ya da yapabilme gücü, organlarımın doğal bir oyunuyla çözüme kavuştu. iki sözcükle özetlersem, hayatımı, kırılan kalbime ya da küllenen duygularıma değil, yıpranmayan, her koşulda ayakta kalan beynime yerleştirdim. hiçbir aşırılık ruhumu ya da bedenimi incitmedi.

15.10.2014

patlamış bilet

william s. burroughs

gerçekleşmeyen bir mucize kadar kötü şey az bulunur.

bir yaşam biçimi için 'yanlış' diye bir şey yoktur; çünkü yanlışta sadece başka yaşam biçimleriyle çatışmalara bir gönderme vardır.

seks, organizmanın alınan ve verilen mesaj şeklindeki elektrik verimidir.

alternatif çözümler daima vardır.

başarı kazanacağın bir yaşam biçimi hakkında yazılacak bir şey varsa şudur: bavulunu daima hazır tut ve yolculuğa hazır ol.

her itiraz çıplak eti yırtan acemi berbat bir keskin kenardır.

söz şimdi bir virüstür. grip virüsü bir zamanlar belki de sağlıklı bir akciğer hücresiydi. şimdiyse akciğerlere giren ve onlara zarar veren parazit bir organizmadır. söz de öyle. modern insan sessizlik seçeneğini yitirdi. iç sesinizi durdurmayı bir deneyin. on saniyelik bir iç sessizlik sağlamayı deneyin. sizi konuşmaya zorlayan direngen bir organizmayla karşılaşacaksınız. bu organizma sözdür. başlangıçta söz vardı. tarih dediğimiz şey sözün tarihidir.

tek çözüm her şeyin açığa çıkmasıdır.

14.10.2014

kuş koysunlar yoluna

nilgün marmara

bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. hep böyle mi bu?

bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer. kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben. oyuncağı panik olan sayrı yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.

niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına, niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına, niye kimseler izin vermez yollarına kuş konmasına?

"öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş.

13.10.2014

yaratıcılık

m. bilgin saydam

yaratıcılık stereotipik, geleneksel, rutin davranma biçiminin antitezidir. yeni olan nesne ve fikirlerin kaynağıdır. bu açıdan psikopatolojik süreç de birçok örnek sunar. yaratıcılığa giden süreçte yoğun bir anksiyete, gerek yaratıcılığa zorlayan koşulların, gerekse sürecin kendisinin yarattığı bir anksiyetedir. aynı şey psikopatolojik süreç için de geçerlidir. çünkü her ikisi de nihai olarak bir uyumu hedefleyerek eski bir durumdan yeni bir duruma dezintegrasyon şeklinde bir devinimdir. ancak biri regresyon, öteki progresyondur. yaratıcılık esnasında doğan bazı fikir ve imajlar çok yoğundur, kalıcıdır, bireyin tüm benliğini kaplar. her an dünyasına çıkagelebilir. aynı şey öteki için de geçerlidir. yine tanımlanamazlığı, yaşayan kişi için de yepyeni olması, zıtların birlikteliği, zaman kavramının yok oluşu anlamında da benzerlikler vardır. her iki durumda da kavramlar yoğunlaşabilir, bir araya gelir, aralarında beklenmedik ilişkiler kurulur, anlamlar değişir ve kayar. hem yaratıcılar, hem de psikotikler toplumsal yaşantı açısından marjinaldirler. ancak biri, kişisel yaşantısını toplumsal ve genel kılarken, öteki toplumsal yaşantısını kişisel ve özel kılar. her iki durumda da ego çözülme tehdidi altındadır. delilik, egosu tehlike altında olan bireyin kendi sorununa karşı savunmasıyken, ötekisi bireyin toplumsallaştırdığı sorununa karşı savunmasıdır. sonuç olarak her ikisi de bir yaşantıdır, gerçekliğe karşı afektik bir tavırdır. psikopatolojik süreçle karşılanan gereksinim bireyseldir ve ortaya çıkan ürünün toplumsal değeri kuşkuludur. sonuç olarak temel ayrım, kişiyi yaratıcılığa iten toplumsal talebin, toplumsal olarak tanınır bir ürünle sonuçlanmasına yol açacak tarzda bireyde içselleştirilmesiyle açığa çıkar. ürün bir sistem oluşturur, parçaların hiyerarşik bütünlüğü söz konusudur, tutarlılık vardır. ortaklaşa hissedilen veya düşünülen ilkelerde ifadesini bulan iç bağıntılılık, yaratıcının ürününde daima vardır.

korku

richard bach

öfke her zaman korkudur ve korku hep kaybetme korkusudur.

en yüce ulus, bir değerler bütünüdür ve o ulusun vatanseverliğinin göstergesi vicdanıdır.

eğer olanlar hiçbir zaman sizin hatanız değilse, sorumluluk alamıyorsunuz demektir. eğer hiçbir şeyin sorumluluğunu üstlenemiyorsanız, daima bir şeylerin mağduru olursunuz.

bir başkasıyla samimiyetinizin derinliği, hayatınızdaki diğer kişilerin sayısıyla ters orantılıdır.

insanlık fiziksel bir tanım değil, ruhsal bir amaçtır. size verilmiş bir şey değildir, onu kazanmanız gerekir.

en büyük öğretmenleri bulun, en zor soruları sorun. size asla "felsefe oku." veya "üniversiteden mezun ol." demezler. söyleyecekleri şudur: "zaten biliyorsun."

unutmak, bu gezegende yaşayanların "şuur" dedikleri şeydir.

yokuşlu, zor yolları seçenlere büyük ödüller vardır; ancak bu ödüller yılların ardına gizlenmiştir.

ne kadar usta ve layık olursanız olun, kendiniz için o hayali kurmadıkça ve onu gerçekleştirmenize izin vermedikçe asla daha iyi bir hayata ulaşamazsınız.

12.10.2014

faşizm

rıfat ılgaz

ırkçılar, turancılar, türkçü olduğunu söyleyenler neler düşünüyorlardı? sınıfsız bir türkiye istediklerini söylüyorlardı. sınıflar arasında çıkacak kavgadan mı korkuyorlardı? bu adamlar gerçekten kavga istemiyorlar mıydı? bu ırkçı bozuntuları bütün okullarda askerce bir eğitim uygulayıp dişten tırnağa silahlı bir gençlik ortaya çıkarmayı düşünmüyorlar mıydı? türk olanı, olmayanı kendilerini katarak kanlı kavgalarla bir imparatorluk kurmak, yüzyıllardır sürüklendiği savaşlarla yoksul düşmüş anadolu halkını serüvenlere sürüklemek. türk olmayan azınlıkların kökünü kazıyıp arı, duru bir ulus ortaya çıkarmayı amaçlamak suç değil miydi?

turancıların uzun yıllardan beri varmak istedikleri amaca tam eriştiklerini sandıkları sırada, attan düşer gibi sırtüstü gitmeleri, çılgına döndürmüş olacaktı onları. düş kırıklığı içindeydiler. toplumculara saldırıları da hep bu umutsuzluktan geliyordu işte. dergilerinde arşın arşın, ilerici aydınların listelerini yayımlayarak jurnalciliklerine hız veriyorlardı. oysa bu kara listeler çok önceleri düzenlenip mutlu yarınlar için saklanmıştı. faşist sürüleri bir gedik bulup da sınırdan içeri girdikleri zaman karşılarına işte bu listelerle çıkacaklardı. demek almanların gelişinden umutlarını kesmiş olacaklardı ki, kendi dergilerinde, "ilk türkçü başbakan" diye kendilerinden saydıkları saraçoğlu'na bu listeleri sunuyorlardı giderayak. vatan hainlerinin cezalandırılmasını istiyorlardı.

turan dergisinin sayfalarını şöyle hızla öfkeyle çevirdi. başta nazım olmak üzere birçok toplumcu ad karalanıyordu. türk milletini batıran bu değerli sanatçılardı haaaa! gözlerini kırpmadan almanların safına katılıp ulusun kaderini hitler'in deliliğine teslim etmek isteyenler, ulusu soyup isviçre bankalarına yatıranlar değil de, milleti batıranlar bunlar, öyle mi? halkı için kafalarının ürünlerini ortaya döken aydınlar, sanatçılar, gazeteciler.. çıkardıkları dergilerde "kelle kesem, kan içem!" diye şiirler yazıp, sen çerkezsin, o arnavuttur, şunlar lazdır diyerek kendi halkını aşağılayanlar, sen bizdensin, bizim gibi türkçüsün diye zamanın başbakanına açık mektuplar yayımlayıp milli eğitim bakanı'nı solcu diye rapor edenler en değerli profesörleri, en seçme öğretmenleri isim isim jurnal edenler..

bütün saldırılarla coşup taşmalar bir ezilmişlikten, bir umutsuzluktan, düş kırıklığının tepkilerinden başka ne olabilirdi? beklenen "yeni nizam" çıtırtılarla yıkılıyordu işte! almanlar yurda girip kendilerini göz kamaştırıcı geçit resimlerinde yanlarına alamayacaklardı, geniş meydanlarda. düşledikleri koltuklar tepe taklak olmak üzereydi. ama gene de alman faşizminin ölmeyeceğine inançlarını yitirmemeye çalışır görünüyorlardı bu kafatasçılar..

milyonlarca insan, bir ırkın, öbüründen daha üstün olmayacağını ispatlamak için silinmedi mi yeryüzünden! böylece ırkçılığın dünya çapında bir suç olacağı gerçeği çıkmadı mı ortaya? ama solculuğu suçlamak için küçük bir kanıt mı var ellerinde? ne de dünya çapında bir olay? bununla birlikte sömürülen ulusları solculuktan yana tanıklığa çağırmaya bile hazır değiller henüz! hele davacı olarak görmeye..

dimitrios'un maskesi

eric ambler

geçen yıl bütün gençlik fotoğraflarımı yaktım. geçmiş unutulmalıdır baylar! eskiyi hatırlamak yüreğimi dağlıyor. insan gününü gün etmelidir.


birçok kimse hayatın amacını bile anlamadan saman gibi yaşar gider.

polis romanındaki bir katil, gerçek bir katile göre her zaman daha sevimlidir. polis romanlarında cesetler, şüpheli kişiler, hafiyeler, idam sehpaları vardır. bu sanatsal bir düzendir. gerçek katil ise hiç sanatsal değildir.

suikast olaylarında önemli olan, cinayeti kimin düzenlediğidir; tabancayı kimin ateşlediği değil.

ölmek üzere olan bir toplumda, siyasal ün kazanmış olanlar bilgi ve yetenek sahibi kimseler değildir. bunlar çoğunlukla cahillerin takdirini kazanan basit zekalı adamlardır.

26 ağustos 1922 sabahı 5.30'da mustafa kemal paşa komutasındaki türk orduları, yunan cephesine saldırıya geçtiler. dumlupınar saldırı alanı izmir'e 200 mil uzaklıktaydı. hatları yarılan yunan ordusu, ertesi sabah izmir'e doğru çekilmeye başlamıştı. çekilme harekatı birkaç gün için bir bozguna dönüşmüştü. milli orduyla baş edemeyen yunanlılar, yolları üzerindeki silahsız türk köylüsünü öldürmeye, alaşehir'den izmir'e kadar önlerine çıkan türk köylerini yakmaya başladılar. yunanlıların peşini bırakmayan türk ordusu, sağ kalan köylülerin de yardımlarıyla, 9 eylül 1922 sabahı izmir'e girdi.

herkesin birçok zayıf yönleri vardır. kimisi için gururdur bu, kimisi için duyguların doyurulması, bazıları için de paradır.

"savaşta stratejik harekatın temel unsuru baskındır." diye başladı konuşmasına. napoleon'un bir sözüydü bu.

insanoğlunun yüzü, kendi eliyle çizilmiş bir maske gibidir. sahibi korkarsa, etrafındakileri korkutması gerekir. ihtiraslıysa, başkalarında da ihtiras uyandırmalıdır. insanın aklından geçen her şey oraya yansır.

10.10.2014

üçün

özdemir asaf


bir kelimenin yanına bir kelime gelince
bir sesin yanına bir ses gelince
bir insanın yanına bir insan gelince
büyürler, büyürler, büyürler ölümden önce

çıplak şölen

william s. burroughs

bir kişi hakkında, dinlemek yerine konuşarak daha fazla bilgi edinebilirsiniz.

satmak, kullanmaktan beter alışkanlıktır. uyuşturucu kullanmayan satıcılar temas bağımlısıdır ve bu bağımlılık, söküp atılamayacak bağımlılıklardandır.

bağımlının utanması yoktur. diğer insanların iğrenmelerine kayıtsızdır. cinsel libido yokluğunda utancın varlığı kuşkuludur. müptelanın utancı, bağlı cinsellik dışı girginliğiyle ki o da aslen libidoya bağlıdır, birlikte yiter. bağımlı gayrişahsi bir bakışla bedenini, içinde yaşadığı maddeyi emecek araç olarak görür, etini at tüccarlarının soğuk elleriyle değerlendirir. ölü balık gözleri, harap damarlarda gezinir.

meczup, özel bir müslüman deli türüdür. diğer bozuklukların yanı sıra, sıklıkla epileptiktirler.

yaşam, her öğrencinin farklı bir ders öğrenmesi gereken bir okuldur.

inan bana eğer tüm bu gençlik cazibeleri
bugün onca hayranlıkla baktığım
yarın değişiverse ve kollarımdan uçup gitse
solup giden peri armağanları gibi (thomas more)

bismarck takımadalarının yerlileri gibi yalıtılmış gruplar.. aralarında aleni eşcinsellik yok; anasını sattığımın anaerkilliği. anaerkiller eşcinsellik karşıtı, uyumcu ve yavandır. anaerkil bir topluma denk geldiğin anda en yakın sınıra doğru koşmamalı, yürümelisin. koşarsan eşcinselliği bastırılmış polisin teki seni nallayabilir.

bunların hepsi salak köylülerdir ve en beterleri sözde eğitimlileridir. bu insanların sırf eğitilmesi değil, konuşması da yasaklanmalı. düşünmelerini yasaklamaya gerek yok, o kadarını doğa hallediyor.

tibet'teki her dağ tepesinde dolanan, amazon'da bir kulübede takılan, kenar mahallelerde yol kesen ak sakallı kaçıklardan hiç mi kurtulamayacağız?

adil ol ve olamıyorsan, taraflı ol.

kumarda tek kural vardır: kazanma da, kaybetme de serisiyle gelir. kazandın mı yükleneceksin, kaybettin mi tası tarağı toplayacaksın.

beyaz ışık çakması
karmakarışık böcek düşleri
ölümden ağzımda metal tadıyla uyandım
renksiz ölüm kokusunun izini sürmek
solgun bir gri maymunun doğum sonrası
kesik uzuvların hayalet seğirmeleri

her ajan taraf değiştirir ve her direnişçi davasını satar.

bağımlılar tek bedende birlikte yaşamaya eğilimlidir.

bağımlıların çoğu böyledir: bilmek istemezler. ve laf anlatamazsın. tüttürücü, tüttürmek dışında bir şey bilmek istemez. ve eroin bağımlısı da aynıdır. doğrudan olayın kendisi ve diğer her şey tıraş..

tanrı daha iyisini yarattıysa kendisine saklamıştır.