27.10.2013

sakura

haruki murakami

o gece, nefesimi yavaşlatarak karanlığın içinde uzanıp gözlerimi olabildiğince açtım, birilerinin karanlığın içinde ortaya çıkıvereceği anı beklemeye başladım. ortaya çıkmasını tüm yüreğimle arzuluyordum. arzulamanın bir etkisinin olup olmayacağını bilemiyordum. fakat tüm duygularımı tek bir noktada yoğunlaştırarak o arzuyu olabildiğince güçlendirmeye çalıştım. tüm benliğimle arzulamak yoluyla, bir etkiye yol açmasını diliyordum.

fakat dileğim gerçekleşmedi. arzuladığım şey reddedildi. dün gece olduğu gibi saeki hanım gelmedi. ne gerçek saeki hanım, ne hayali, ne de 15 yaşındaki hali. karanlık sürekli karanlık olarak kaldı. uyumadan önce feci bir sertleşme yaşadım. her zamankinden şiddetli ve daha fazla kasılmış bir sertleşme. fakat mastürbasyon yapmadım. saeki hanım'la seviştiğim anların belleğimdeki haline bir süre elimi sürmemeye kararlıydım. ellerimi birleştirip güçlüce sıkarak uykuya daldım. hiç olmazsa rüyamda olsun saeki hanım'ı görmeyi dileyerek.

fakat rüyamda sakura'yı gördüm.

belki rüya bile değildi. her şey çok berrak ve tutarlıydı. bulanık tek bir an nokta bile yoktu. bunu ne şekilde adlandırabileceğim hakkında bir fikrim yok. ancak bir olgu olarak bakacak olursam elbette bir rüyadan başka bir şey değildi. onun dairesindeydim. sakura yatakta uyuyordu. ben de uyku tulumumun içindeydim. onun yanında kaldığım gece olduğu gibi. zaman geri sarılmıştı, bir yol ayrımındaydım.

geceleyin boğazım feci bir şekilde kuruyor ve su içmek için uyku tulumumdan çıkıyorum. bardak bardak su içiyorum. beş, belki de altı bardak. derimin üstü neredeyse bir ter tabakasıyla kaplanmış ve evet, sertleşmiş haldeyim. boxer külodumun önü çadırlaşmış durumda. sanki o şey benden bağımsız bir bilince sahip başka bir sistem dahilinde işlevini sürdüren bir canlı gibi. içtiğim suyun bir kısmını o şey otomatik olarak alıyor. o şeyin su içişini hafiften de olsa duyabiliyorum.

bardağı evyeye bırakıp bir süre duvara yaslanarak duruyorum. zamanı anlamaya çalışıyorum; ama hiçbir yerde saat yok. herhalde, gecenin ileri saatleri. saatlerin bile ortadan kaybolduğu bir zaman dilimi. sakura'nın yatağının yanında duruyorum. şehrin ışıkları perdeden süzülerek içeriye vuruyor. bana sırtını dönmüş vaziyette derin bir uykuda. ayakları ince yorganın dışında kalmış, düzgün şekilli tabanları gözüküyor. sanki arkamdan birisi gizlice bir şeylerin düğmesine basıyor. kuru, tok bir ses duyuyorum. ağaçlar bilinçli olarak sıralanmış da, görüş alanım sabitleşmiş gibiyim. mevsimin olmadığı bir yerdeyim. bir cesaretle sakura'nın yanına sıkışıyorum. iki kişinin ağırlığıyla tek kişilik yatak gıcırdıyor. boynunu kokluyorum. hafif bir ter kokusu geliyor. arkasından usulca beline dokunuyorum. sakura sözcük anlamı olmayan kesik bir ses çıkarıyor; ama uyumaya devam ediyor. bir karga tiz çığlıklar atıyor. başımı yukarı kaldırıyorum ama kuşu göremiyorum.

sakura'nın üzerindeki tişörtü yukarı sıyırıp yumuşak göğüslerine dokunuyorum. parmaklarımla meme başlarını tutuyorum. radyo frekansını ayarlamaya çalışır gibi. sertleşmiş penisim, sakura'nın baldırına iyice yapışmış durumda. fakat sakura hiç ses çıkarmıyor. "mutlaka derin uykusunda rüya görüyordur." diyorum kendi kendime. karga tekrar ötüyor. o kuş yine bana mesaj veriyor. fakat içeriğini anlayamıyorum.

sakura'nın vücudu ılık, benimki gibi terle ıslanmış. son bir cesaretle, yatma pozisyonunu değiştiriyorum. usulca kendime doğru çekerek sırtüstü yatar hale getiriyorum. derince bir nefes salıyor. yine de uyanacakmış gibi durmuyor. kağıt gibi düzgün göbeğine kulağımı dayayıp içerideki labirentten geçen rüya seslerini duymaya çalışıyorum.

hala sertleşmiş haldeyim. sanki sonsuza dek sürecek gibi geliyor. altına giydiği küçük pamuklu külodunu çıkarıyorum. yavaş yavaş, ayaklarının üzerinden de geçirerek. sonra avcumu göbeğinin altındaki tüylü bölgeye yerleştirip parmağımı daha derinde kalan kısma değdiriyorum. ılık, davetkar bir şekilde ıslak. parmağımı yavaşça oynatıyorum. sakura'nın gözleri hala kapalı. derin uykusunda, yine bir kez güçlüce soluk alıp veriyor.

aynı anda içindeki hücre gibi bir yerde, bir şey kabuğunu kırıp çıkmaya çalışıyor. farkına varmadğım halde, iç dünyamı görebilen bir çift göze sahip olmuşum. o yüzden, o manzarayı gözlemleyebiliyorum. o şeyin iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi olduğunu bilemiyorum. fakat o şeyin hareketini ne hızla adlandırabiliyorum ne de durdurabiliyorum. sonunda kabuğundan çıkarak yüzünü gösterecek, vücudunu sarmalayan jöle kıvamındaki giysisinden arınacak. ancak o zaman ne olduğunu anlayabileceğim. fakat henüz o şey şekli belirsiz, bir işaret gibi duruyor. henüz el haline gelmemiş elleriyle, kabuğunu en yumuşak yerinden kırmaya çalışıyor. hareketlerini görebiliyorum.

kararımı veriyorum.

hayır, doğru değil. aslında herhangi bir karar vermiş değilim. zaten seçme şansım yok. boxer külodumu çıkarıp penisimi serbest bırakıyorum. sakura'nın vücuduna sarılıp bacaklarını aralayarak içine giriyorum. zor olmuyor. o çok yumuşak, bense çok sertim. penisim artık sızlamıyor. başı son birkaç gündür iyice katılaşmış, sakura hala rüyasına devam ediyor. ben de vücudumu onun rüyasına gömüyorum.

sakura aniden gözlerini açıyor, benim onun içinde olduğumu anlıyor.

"tamura, ne yaptığını sanıyorsun sen?"

"sanırım içindeyim." diyorum.

"neden böyle bir şey yapıyorsun?" diyor kuru bir sesle. "bunu yapmaman gerektiğini açıkça söylemedim mi sana?"

"fakat elimden bir şey gelmiyor."

"tamam, kes artık. çabuk şu şeyi dışarı çıkar."

"çıkaramam." diyorum ve başımı iki yana sallıyorum.

"beni iyi dinle tamura. her şeyden önce, benim düzenli bir sevgilim var. ikincisi, sen şu anda iznim olmadığı halde rüyama girmiş durumdasın. bu doğru değil."

"biliyorum."

"henüz çok geç değil. evet, şu anda içimdesin; ama henüz oynatmadın ve boşalmadın. sakince orada duruyorsun yalnızca. bir şeyleri düşünmeye çalışır gibi. öyle değil mi?"

başımı evet anlamında sallıyorum.

"çıkar." diyor buyurgan bir ses tonuyla. "sonra da bu olanları unutalım. ben unuturum, sen de unut. ben senin ablanım, sen de benim kardeşimsin. aramızda kan bağı olmasa bile, abla kardeşiz. bunu anlayabiliyorsun değil mi? aramızda bir aile bağı var. bu yaptığın asla olmamalı."

"artık çok geç."

"neden?"

"çünkü ben öyle istiyorum." diyorum.

"çünkü sen öyle istiyorsun." diyor karga adlı delikanlı.

sen artık, başkalarının kafasına göre seninle oynamalarını istemiyorsun. kafanın karışmasına tahammülün yok. babanı öldürdün. annenle seviştin. şimdi de ablanın içindesin. eğer bir lanet varsa, kendi arzunla gerçekleşsin istiyorsun. içindeki programın bir an önce tamamlanıp bitmesini istiyorsun. bir an önce o ağır yükü omuzlarından atıp sonra da birilerinin isteğine bağlı kalmadan, tamamen kendin olarak yaşayacaksın. istediğin tek şey bu.

sakura elleriyle yüzünü kapatıp biraz ağlıyor. ona acıyorsun. ancak, artık oradan çıkamazsın. penisin onun içinde büyüdükçe büyüyor, sertleşiyor. sanki orada kök salar gibi.

"tamam, artık bir şey söylemeyeceğim." diyor. "fakat yalnızca şunu aklından çıkarma. şu anda bana tecavüz ediyorsun. evet, senden hoşlanıyorum; ama bu benim istediğim bir şey değil. belki bir daha hiç karşılaşmayız. ileride benimle görüşmeyi ne kadar istesen bile. tamam mı?"

bu sözlere karşılık vermiyorsun. düşüncelerinin düğmesini kapatıyorsun. sonra da ona sarılıp kendine yaklaştırarak, belini oynatmaya başlıyorsun. önce nazik ve dikkatli, sonra da şiddetli hamlelerle. dönüş yolunu bulmak için aralarından geçtiğin ağaçları aklında tutmaya çalışıyorsun; ama ağaçların hepsi birbirine benziyor ve biraz sonra o yeşil denizin içinde kayboluyorsun. gözlerini kapatıp kendini tamamen hareketlerine bırakıyorsun. sakura hiçbir şey söylemiyor. direnmiyor da. yüzünden bütün ifadeleri silmiş, yana çevirmiş. fakat onun hissettiği bedensel hazzı, kendi hazzının uzantısı gibi hissedebiliyorsun. nihayet bunu anlamaya başladın işte. ağaçlar üst üste gelip kapkara bir duvar gibi görüş alanını kapatıyor. karga artık uyarmaya çalışmıyor. sonra boşalıyorsun.
boşaldım.

uyandım. yataktaydım ve çevremde hiç kimse yoktu. geceyarısıydı. karanlık iyice derinleşmiş, tüm saatler kaybolmuştu. yataktan çıkıp külodumu çıkararak mutfaktaki suyla bulaşan meniyi yıkadım. karanlığın ardında bıraktığı bir cenin gibi beyaz ve yoğun, yapışkandı. bardak bardak su içtim. fakat ne kadar içersem içeyim, içimdeki kuruma geçecek gibi değildi. kendimi çok yalnız hissettim. geceyarısının derin karanlığında, orman tarafından kuşatılmış halde, daha asla hissedemeyeceğim kadar güçlü bir yalnızlık. o yalnızlıkta mevsimler yoktu, ışık da. yatağa dönüp kenarına oturdum, derin bir nefes aldım. karanlık beni yeniden sarmalamaya başladı.

içindeki o şey, artık kendini berrak bir şekilde gösterdi. şu an karanlık bir gölge gibi bekliyor sadece. artık kabuğu da yok. kabuğunu tamamen kırmış, fırlatıp atmış. ellerine yapışkan bir şey bulaşmış. başka birisinin kanı galiba. ellerini gözlerinin hizasına kadar kaldırıyorsun. fakat bir şeyleri görebilmen için ışık yetersiz. hem içini hem de dışını derin bir karanlık kaplamış.