29.10.2013

benjamin constant

sevan nişanyan

keskin bir zekası ve etkileyici bir kültürü vardır. "deha" kavramının revaç bulduğu bir çağda, dehanın mücessem bir örneği olarak gösterilmiştir. üslubu berrak ve dürüsttür, her cümlesinde zeka kıvılcımı hissedilir. tek romanı "adolphe", fransız edebiyatının mücevherlerindendir. yalan söyleme hakkı üzerine kant'la giriştiği polemik, etik felsefenin şaşırtıcı bir çiçeğidir. ama yeteneğini çok fazla sahaya dağıtmıştır. sağlığında basılan kitapları, bir kısa romanla birkaç ince siyasi broşürden öteye gitmez.

akıl çağının çocuğudur. fransız özgürlükçü düşüncesinin kurucuları arasında yer alır. ama büyük ihtilal'i izleyen devirde, aklın yenilgisine tanık olmuştur. can yoldaşı madame de stael ile birlikte, romantizm olgusunu ilk fark eden ve adlandıranlardan biridir.

tanınmış bir ateistin oğludur, kendi de dindar sayılmaz. ama yaşamının son yıllarında beş cildini yazıp bitiremediği kitabı, "dinler tarihi" hakkında eşsiz derinlikte bir tefekkürü yansıtır.

vasatın gözüyle bakarsan siyasi kariyeri bir tutarsızlıklar zinciridir. gençliğinde jakobendir. sonra thermidorcudur. napolyon'u destekler. sonra amansız muhalifi olur. imparator tarafından sürgün edilir; almanya'daki mülteci aristokratların başlattığı irtica hareketinin fikir önderi olduğu söylenir. monarşinin iadesinden sonra idam istemiyle yargılanır. kral tarafından affedilir; parlamentoya seçilir, liberal muhalefetin başına geçer. bir tür liberal manifesto olan 1830 anayasası'nı kaleme alır; temmuz ihtilali'nde başrollerden birini oynar. fakat düşünceleri iktidara geldikten hemen sonra kendisi iktidardan uzaklaşır. kumar borçlarından ötürü tutuklanma kaygısı içinde ölür.

düşüncesinin değişmeyen ekseni özgürlüktür. gençliğinde, ihtilalin verdiği sarhoşlukla, toplumun ortak iradesine dayalı kolektif bir özgürlüğü hayal eder. 28 yaşına gelmeden o rüyadan uyanır. tek gerçek özgürlüğün, kişinin kendi aklı ve vicdanıyla baş başa kalma özgürlüğü olduğunu anlar. toplumsal örgütlenmenin tek meşru hedefi, siyasi tercihlerin tek geçerli kriteri budur. içinde yaşadığın düzen, hakikati arayan ve bulduğuyla yetinmeyen insanlara kapılar açıyor mu? onlara cesaret ve güven veriyor mu? veriyorsa iyidir, vermiyorsa kötüdür. az veriyorsa az iyidir, çok veriyorsa çok iyidir. bu kadar basit.

"eski zorbalar sükut yoluyla hükmeder; insana, en azından, susma hakkını tanır. yeni diktatörlük ise insanı konuşmaya mahkum eder; onu düşüncesinin en mahrem sığınağına kadar takip eder; vicdanını inkar etmeye zorlayarak, mazluma kalan son teselliyi de elinden alır."

20. yüzyıl diktatörlerinin paranoyak ruh hali, yüz yıl öncesinden haber verilir:

"tüm dünyayı inanmaya zorlar; ama zorla elde ettiği hakka kendisi inanmaz. gayrimeşruluk, bir hayalet gibi peşinden gelir. zafer alaylarında ve savaş meydanlarında peşini bırakmaz. yasalar çıkarır, sonra değiştirir. anayasalar yapar, sonra ihlal eder. kum üzerine kurduğu yapının temelleri dipsiz boşlukta kaybolur; asla kendisini tatmin etmez."