16.05.2013

kemik taciri

sylvian hamilton

"şans garip bir şeydir, açıklanamaz."

straccan gidince, bane biraz ekmek ve jambon alıp manastırın duvarına yaslandı. bir yandan yiyor, bir yandan da bekliyordu. az önce mucizevi bir biçimde iyileşmiş olan dilenci, küfürler savurarak üstü başı toz içinde ve yaralı bereli bir halde dışarı fırladı. kendini toparlayınca, güçlü kapıcıya yumruğunu salladı. bane'in kendisini izlediğini fark etmeden topallayarak yol boyunca yürümeye başladı. westgate'in dışındaki cumartesi pazarı en canlı ve hareketli saatindeydi. dilenci, kalabalığı yarıp ahırları geçti ve kapıdan geçerek genelevlerin olduğu bölgeye girdi. tabelasında "piskoposun tacı" yazan bir evin kapısını kuvvetli bir biçimde çaldı.

bane kimseye fark ettirmeden epey uzaktaki bir kapının ağzına sığındı ve yeniden beklemeye başladı. bir saate yakın bir zaman geçmişti ki, dilenci dışarı çıktı. yıkanmış, şık giyinmiş ve eline bir çıkın almıştı. sıradan, kareli kumaş bir pantolon ve tunik giymiş adamla, mahzendeki iğrenç serserinin aynı insan olduğunu düşünmek imkansızdı. bane, onu manastıra kadar izledi. hacılar, kaynak odasının kapısından girip çıkmayı sürdürüyor, içeriden şükran duaları ve yakarışlar yükseliyordu. dilenci kukuletasını başına taktı ve kapıdan içeri girdi. bane beklemeye koyuldu. bir süre sonra adam dışarı çıktı, etrafına endişeyle bakınıyordu. insanlara ve yüzlerine dikkatlice bakıyor, birini arıyordu. bane, onu pazara kadar izledi. bir ahırın önünden dolaşarak adamın yolunu kesti ve şaşkın bakışları arasında sert bir biçimde çarptıktan sonra elindeki ekmek ve jambonu bırakıp düşmemesi için sımsıkı adama yapıştı ve neşeyle "ah, bu sensin!" dedi.

"ne?" dedi dilenci.

"sen! kaynak odasındaki mucize adamsın! ben de oradaydım, hatırladın mı?"

"ha, evet."

"şu ekmeği yerden alır mısın? yemeye yeni başlamıştım. jambon nereye gitti? ah, işte burada.." jambonu kaptı, tozunu silkip üzerini üfledi. "aç mısın?" diye sordu. "ikimize de yetecek kadar var."

westgate'in dışında bir yere gidip kentin koruyucu duvarına yaslanarak oturdular. pazara gidip gelenleri izlerken yemeklerini bölüştüler.

"kurtlar iyi numaraydı" dedi bane. "çok orijinal bir numara!"

"sanırım" dedi dilenci. "iyi bir fikir olduğunu yalnızca kendime itiraf edebiliyorum. burada birkaç tane saklıyorum." elini cebine götürerek küçük, yuvarlak ahşap bir kutu çıkardı. kutunun kilidini gevşeterek içinde kaynaşan kurtları gösterdi.

bane yüzünde ciddi bir ifadeyle kurtlara baktı. "ne yerler?"

"şuraya biraz koyun eti koydum."

"ah!" bane ahırlara, alışveriş yapan, tartışan, gülen, çekişe çekişe pazarlık eden insanlara baktı. bir yankesicinin yürüttüğü malı, kadın ortağına verdiğini, kadının da malı giysisinin içine tıktığını gördü. kadın, bane'in baktığını görünce yüzsüzce gülümseyerek dil çıkardıktan sonra kalabalığa karıştı. "sana bu halde rastlamak çok tuhaf. bu sabah göründüğünden daha zengin görünüyorsun."

"bu sabah giydiklerim, benim iş elbiselerim" dedi dilenci, dişlerini karıştırarak.

"kazandıklarını aldılar mı?"

"en ufak kuruşuna kadar aldılar, iğrenç herifler. her yarımlığı ve çeyrekliği aldılar. dayak yemediğim için şanslı olduğumu söylediler."

"gerçekten de şanslıydın."

"biliyorum ama o şişman rahip, kıçıma öyle bir tekme attı ki, bir hafta boyunca üzerine oturamayacağım."

yemeklerini yiyerek bir süre sessizce oturdular. iyi giyinmiş bir grup hacı, katırlarının üzerinde konuşup gürültü çıkararak kapıdan çıktılar ve batıya yöneldiler. iki şövalye ve bir hastane başrahibi, yolculuktan üstleri başları toz içinde kalmış bir halde atlarıyla içeri girdiler.

"leş gibi kokmayı nasıl beceriyorsun?" diye sordu bane.

"meslek sırrı" dedi dilenci. "ama kahvaltını benimle paylaştığını düşünecek olursak, seni bu sırra ortak edebilirim. çürümüş balık ve ölü köstebekler. hiçbir şey, bir köstebek kadar kötü kokmaz, hiç dikkat etmiş miydin?"

"ettiğimi söyleyemem. şimdi nereye gideceksin?"

"emin değilim. belki newcastle'a. ya sen?"

"ben birini bekliyorum."

"belki bir gün bir yerlerde yine karşılaşırız." dedi dilenci dostça.

"pek şaşırmam" dedi bane. "hele buraya geldiğimden beri beni izlediğini düşünürsek. bunun nedenini söyler misin?"

dilenci şaşırmıştı. "ne demek istediğini anlamadım."

"gayet iyi anladın."

"hayır, yemin ederim ki anlamadım."

"yeminin ipimde değil!" dedi bane. "perşembe günü buraya geldiğimde, kapıda bir cüzamlı kılığındaydın. sana bir peni verdim. şimdi paramı senden geri almak gibi parlak bir fikrim var. seni sonraları birçok kez gördüm. bir hacı gibi giyinmiş, gözünü üzerimden ayırmadan beni izliyordun."

"deli olma" dedi dilenci" tedirgin bir halde. bane elini süratle kamasına götürdü. göz açıp kapayıncaya kadar çektiği kamasını dilencinin kulağının altına dayadı.

"çıkınını aç!" adamın tereddüt ettiğini görünce "çıkınını aç dedim!" diyerek kamasıyla bir çizik attı.

"peki! peki!" dilenci çıkınını açtı, içinde bir cüzamlı pelerini, çan tokmağı ve sadaka kasesi vardı. pelerin çevrilince bir hacı giysisi haline geliyordu. zavallı walter'ın taptığı rozetli şapkaya benzeyen bir şapka da vardı. "nereden anladın?" diye sordu dilenci, içerleyerek.

"benim de bu konularda deneyimim var. kokuna da dikkat etmiştim. çok keskin bir kokuydu. seni daha cüzamlı kılığında gördüğümde fark etmiştim kokunu. tanrıya şükürler olsun ki, kaynak odasında yine aynı koku vardı. o zaman yüzüne dikkatle baktım ve seni son zamanlarda, çeşitli yerlerde sık sık gördüğümü hatırladım."

"burası küçük bir köy" dedi dilenci umutla. "hep aynı adama rastlamak o kadar zor değil."

"zırvalama" dedi bane. "beni neden izliyorsun?"

"izlemem istendiği için" dedi adam, yüzü asık bir halde.

"kim istedi?"

"bilmiyorum! bunu geçimimi sağlamak için yapıyorum. insanları izlemeyi kastediyorum. izlemem istenirse izlerim."

"sana kim emir verdi?"

dilenci rahatsız olmuştu. "bilmiyorum" diye mırıldandı. "bilmiyorum!" bane kamanın ucunu biraz daha bastırınca, bir damla kan kürek kemiğine doğru süzüldü. "mesajlar alıyorum!"

"kamayı her seferinde biraz daha fazla batırabilirim. her şeyi anlatsan iyi edersin."

"söylediğim gibi, mesajlar alıyorum! birisi bana söylüyor. herhangi biri olabilir: bir dilenci, çocuk, fahişe. eline bir ya da iki peni sıkıştırılan herkes bu mesajı getirebilir. gönderilen mesajla kimi izlemem gerektiğini öğreniyorum."

"söylediklerinin tek kelimesine bile inanmıyorum."

"bak" dedi adam, "ben bir oyuncuydum. bunu biliyor muydun? maskaralık, gizemli oyunlar, soytarılık? insanları güldürüp ağlatırım. bir gün, bristol'deydim. gece olmuştu. müşkül bir durumda kaldım. çalıştığım kumpanya bir kavgaya karıştı ve bir adam öldürüldü. herkes tüydü, geriye bir tek ben kalmıştım ve yakalandım. beni içeri tıktılar. asılmayı bekliyordum. derken biri bana bu işi teklif etti."

"bütün bunlar ne zaman oldu?"

"son aziz michael bayramında. bir önceki bayramdan bahsediyorum. adam sabit ücretten ve iyi bir ikramiyeden söz etti. yalnızca insanları izlemem karşılığında hepsine sahip olacaktım. o zamandan beri bu işi yapıyorum. bristol'ü, peterborough'u, lincoln'ü, york'u, sözün kısası her yeri gördüm. izlediğim insanların nereye gittiklerini ve kimlerle buluştuklarını söylerim. hepsi bu. kılık değiştirmede ustayımdır."

"çok zahmetli bir iş" dedi bane.

"evet, ara sıra kendi yeteneklerimi bile aşarım. bu, bir sanat. daha önce kimse bu işe iyi bakmamış."

"her şeyin daima bir ilki vardır. devam et."

"o zaman bu bana iyi bir fikir gibi görünmüştü. asılmaktan daha iyiydi. başka seçeneğim de yoktu. hayır deseydim, başıma geleceklerden haberin var mı? başımı uçuracaklar ve sana zahmet verdiğimiz için üzgünüz, diyeceklerdi."

"seni kiralayan adam, kime benziyordu?"

"ah, tanrım, ona hiçbir zaman dikkat etmedim. buluştuğumuz yerler hep karanlıktı. arkasında mumlar yanıyordu. o yalnızca bir siluetti."

"tahminde bulun."

"zayıf. yaşlı. kurbağa sesli. ingilizceyi bir fransız gibi konuşuyor."

bane bu sözler üzerine düşündü. "beni izlemen için de mesaj geldi mi?"

"hayır, seni değil. efendin straccan'ı izlemekle görevlendirildim. ama sen yalnız geldiğin için ben de seni izlemek zorunda kaldım. straccan'ın yakında geleceğini tahmin ettim."

"eh, onu kaçırdın" dedi bane, memnuniyetle. "geldi ve gitti. tam da sen o sinsi kıçına manastırda tekme yerken gitti."

dilenci, öfkeli bir bakış attıktan sonra sustu.